İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yayla-Mahçupyan düellosu

Gazete köşelerinde süren Prof. Dr. Atilla Yayla ile Etyen Mahçupyan arasında yaşanan liberallik tartışmasının perde arkası…

——————————————————————————–

Bir süredir Zaman gazetesinin yorum sayfalarında ilginç bir tartışma yaşanıyor. Önce isim vermeden başlayan polemik şimdilerde yazının başlığında muhataba seslenilerek devam ediyor: “Atilla Yayla’ya teşekkür ediyorum”, “Etyen Mahçupyan’dan özür diliyorum” şeklinde. Bu hitaplar tarafların centilmenliği kadar iyi bir polemikçi olduğunu yansıtıyor. Anlaşılacağı üzere tartışma Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla ile Zaman gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan arasında. Her iki entelektüeli tanıyanlar bu tartışmanın yeni olmadığını biliyor. Okurlar, Yayla ve Mahçupyan buluşmasından bir süre sonra bu kadîm ‘demokratlık’ meselesinin açılacağı beklentisi içine girmişlerdi. Nitekim olan oldu, tartışma alevlendi, gazetenin bir başka yazarı Herkül Milas, “Nedir birbirinizden alıp veremediğiniz, bunca anti demokratik işler olurken ve dahi uzlaşmadan söz ederken…” kabilinden Yunanistan’dan örneklerlerle süslediği yazısında sağduyu çağrısı yaptı. Ama bir işe yaramış gibi gözükmüyor.

Milas’ın söz konusu yazısının başlığı “Liberal mi, Demokrat mı?” idi. Sayfalar dolusu tutan tartışmanın en sıkıntılı tarafı, gazete okuru açısından konunun ne olduğunu kestirmede yatıyor. Yani bildiğimiz gazete polemiklerinden değil; bu bir fikir tartışması. Dolayısıyla siyasi düşünce doktrinlerine aşinalık gerektiriyor. Ayrıca biz daha çok, “Liberal mi, jakoben mi?” “Demokrat mı, totaliter mi?” gibi zıtlıkların çatışmasına alışığız, haliyle bu ikisi arasında ne gibi zıtlık olabilir ki? Yani taraflar ne demektedir aslında?

Milas’ın yazısının başlığında olduğu gibi tartışma liberallik ve demokratlık minvalinde sürüyor. Modernitenin ürettiği iki ideoloji sosyalizm ve liberalizm bizatihi kendi iç tutarlılıkları nedeniyle değil, modernitenin aldığı ağır darbenin sonucu anlamlarını yitirmeye başlamışlardır. Dolayısıyla yeni hal ve izmihlalde yeni modellere ihtiyaç vardır. Bu noktada demokratlık kavramı gündeme gelir. Mahçupyan’ın dile getirdiği bu demokratlığa göre ‘atomize edilen, yalnız bırakılan modern birey’in faili liberal demokrasidir. Mahçupyan’a göre ‘birey’in gerçeklik algılamaları o kadar da matah değildir. Birlikte çözüm üretmek esastır, dolayısıyla demokratlık; konuşmayı, şeffaflığı, katılım ve ortak ahlakı zorunlu tutar. Yani birey kararlarını alırken ‘öteki’ni de düşünecektir. Denilebilir ki “Liberal mi, demokrat mı?” tartışmasının odağında ‘birey’in nasıl tanımlanacağı yatıyor. Mahçupyan, amaçlarının ‘liberal birey’den farklı bir birey tanımlaması yapmak olduğunu dile getiriyor.

Liberal teoride ise ‘birey’, temel hak ve özgürlüklerin doğuştan sahibi ve beşeri siyasi sistemin esasıdır. Atilla Yayla’nın ifadeleriyle ‘birey’ karar alırken ötekini düşünebilir ama bu bir zorunluluk olamaz. Ayrıca kendini bilmek, başkalarını da bilmenin birinci şartı değilse de en önemli unsurudur. “Liberal çizgi her problemin ortak problem haline getirilerek özel alanın daraltılmasından haklı olarak korkar. Bireyle grup arasında bir hak çatışması olduğunda korunması gereken bireydir. Yayla’ya göre liberal demokrasideki bireye, atomize olmuş demek modası geçmiş, muhafazakar-faşist-sosyalist komüniteryen bir teoriyi dillendirmekten başka bir şey değildir. Ayrıca her şeyi bir uzlaşmada aramak ve her an her şey değişmektedir demek, farkında olmadan mutlak rölativizmi ve dolayısıyla nihilizmi savunmaktır.

Tartışmanın ayrıştığı nokta ise demokratlık kavramının bizatihi kendisi. Ne demektir, neyi önerir, hangi boşluğu dolduruyor, siyasi bilimler literatüründe yeri var mıdır? Elbette bu kavram, çocuklarına hoşgörüyle bakan bir baba için kullanılan demokrat adam nitelemesinden çok farklı. Yayla’ya göre, Soğuk Savaş sonrası Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte sosyalistler büyük bir açmaza düşerler; ama dürüst davranıp liberal demokrasinin nispî üstünlüğünü kabullenmek yerine yeni entelektüel cihazlar geliştirmeye çalışırlar. Geliştirilen en önemli iki kavram; sivil toplum ve demokratlık. “Bu kurnazlık eski sosyalistlere yeni bir alan yaratmış, böylelikle eski kolektivist tezlerin bir kısmını yeni kavramlarla demokrasiye taşıyabilirlerdi.” Aslında isimlendirme değişmiştir, eski fikirler yeni bir formda hayat bulmaktadır.

Mahçupyan’la Yayla’nın anlaştıkları nokta, demokrat söyleminin Soğuk Savaş sonrasının bir ürünü olduğu. Elbette Mahçupyan’ın kavramın ‘neden ve niçin’ine dair açıklamamaları bir hayli farklı. Ona göre Sovyetler’le birlikte sadece sosyalizm değil liberalizm de çökmüştür; çünkü her iki ideolojinin anlam çerçevesi olan modernite, günümüz sorunlarına çare üretememektedir. Demokratlık; post-modern zamanların, modernlik dışı entelektüel arayışın bir ürünüydü. Elbette demokratlığın yönetim biçimi olan demokrasiyle fazla ilişkisi olmadığı gibi, sadece o demokrasinin hangi zihnî temellere dayandığı ile ilgileniyordu.

Atilla Yayla’ya göre demokrat zihniyetin açıkladığı fazla bir şey yok. Dolayısıyla demokratların söylem retoriği ‘öyle olabilir’, ‘böyle olabilir’, ikna edilir’, ‘ikna olunur’, ‘iç içe geçer’, ‘çok çakışır’ gibi ihtimallerden söz eder. Yani somut bir öneriden, perspektiften yoksundur. Mahçupyan’a göre ise liberaller kendi gerçekliklerinin içinde hapsoldukları için günümüzde yaşanmakta olan zihinsel açılımları kavrayamamakta.

Her geçen gün artarak devam eden polemik elbette karşılıklı fikir açıklamak şeklinde gelişmiyor; taraflar polemikçi yönlerini konuşturuyorlar; akademik form dahilinde birbirlerini ‘anlamamak, cevap verememek, gerçeklerden kaçmak, literatürü takip edememek’ gibi ifadeler kullanmaktan çekinmiyorlar.

İki entelektüel arasındaki tartışmanın bir öznesi de ‘özgürlük’. Atilla Yayla’ya göre özgürlük tarih boyunca form değiştiriyor olabilir ama özü ve kastedilen şey hep aynıdır. “Özgürlük, modernitede farklı post-modernitede farklı değildir.” Etyen Mahçupyan’a göre özgürlük de birçok diğer kavram gibi belirli bir zihni yapı içinde şekillenir. Zihniyet değiştiğinde özgürlük kavramı yok olmasa bile anlamı ve içeriği farklılaşır. Mahçupyan, Paris banliyösündeki insanların liberal özgürlüğe sahip olduklarını ama demokrat bir özgürlük ortamında yaşamadıklarını misalleştiriyor.

Her ikisi de kendi görüşlerini hayatlarının biricik varlık nedeni olarak görmüyor elbette. Tartışmanın bu kadar keskin ve yoğun geçmesini basit bir liberallik ve demokratlık tartışması olarak da ele almamak gerekiyor; Soğuk Savaş sonrası ve Irak işgaliyle birlikte her şey yeniden tartışılıyor çünkü. Yaşamayı arzu ettiğimiz hayatlarla ilgili ‘modern’ söylemlerin ne vaat etikleri ve yaşattıklarını bizatihi tecrübe ediyoruz. Yani polemik her ne kadar kavramlar çerçevesinde gelişse de fikirler yakın ve uzak zamanlarda hayatımızı belirliyor, fikir tartışmaları da ‘büyük insanlara’ özgü bir şey sonuçta. Burada eksik kalan şey; muhafazakâr düşünürler bu tartışmanın neresinde yer alıyor; birey, özgürlük, toplumsal yapı hakkında ne öneriyorlar? Demokratlık kavramının ne ifade ettiği konusunda katkıları olabilir mi?

Bu açılım tartışmaya zenginlik ve boyut kazandırabilirdi diye düşünüyoruz. Ayrıca her yazıda yeni unsurlar gündeme gelse bile genel çerçeve değişmemekte ve tekrar söz konusu olabilmekte. Artık görüşler ortaya konulmuş, taraflar düşüncelerini ifade etmiş midir? Zaten ağır olan mevzunun ağırlaşması söz konusu mu?

Sevgidiğimiz saydığımız iki kaleme de keyifli polemikler diliyoruz.

Yorumlar kapatıldı.