İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Mahşerin üç atlısı´ ve yargı

Hasan Bülent Kahraman geçen hafta Kürt, türban ve Ermeni meselelerine mahşerin üç atlısı sıfatını vererek, cevabın siyasetin kendisinde olduğunu ifade ediyordu. Bu kesinlikle doğru, fakat, yargıyı bu sorunların kesinleşmesinde aldığı rol nedeniyle bir yere yerleştirmek de zorunlu

ORHANGAZİ ERTEKİN

Türkiye, gözleri görmeyen bir yargıç rehberliğinde adalet arıyor. Kulakları sağır birisi duyduklarını bir güzel yargıcın kulaklarına fısıldıyor, dilsiz olan diğeri ise her şeyi bir bir anlatıyor! Mükemmel bir terkip! Ve “çalışan” organların eşsiz bir işbirliği!

Fakat, ne körlerin el yordamıyla tanıma metaforları ne de mağaradan çıkan insanların gözlerinin kamaşması meselleri bu kendine has karanlık hali kendi tadıyla anlatabilir! Kör, sağır ve dilsiz üç maymun kardeşin baldan tatlı dersleri de bu ahvali yeterince başarıyla sergileyemiyor. Çünkü, bu mesellerin hepsi, Türk yargısına, dışardan (yürütme tarafından) dayatılan dehşetli karanlık öykülere doğru açılırlar. Yargıyı, mağdur bir karanlığın içinde keşfeder ve aydınlığa sevk ederler.

Bu mesellerin bize yardımı olmayacak. Çünkü, karanlık ne bir gücün saldığı korkudan ve ne de bizzat körlükten kaynaklanıyor. Türk yargısının sorunu “mağdur bir karanlık” değil. Tersine, kendi kendisini maruz bıraktığı bir karanlık! Sorun, yargının kendi gözlerini bağlayıp hep en yakınındakinin ellerini yakalamaya çalışan bir garip düşkünlüğün pençesine düşmesinde!

Burada kalsa gene mutlu sayılmalıyız. Aynı zamanda, o, kendi düştüğü karanlığın hesabını herkesten sorabileceği bir “yargı romantizmi” ile bütün arabeskinin tadına varıyor. “Size baba diyebilir miyim?” düşkünlüğü ile her kötülüğü babasından bilen hırçınlık halleri arasında incecik bir ip var! Orta sınıfların tatlı demokrasi ayinleriyle toplumsal demokrasi arasındaki gerçek farklarla karşılaştığında kendi kendine melankolik sorular soruyor; Tanrım, neden kuvvetler ayrılığına riayet edilmiyor? Neden herkes demokrat olmuyor? Neden?

Bu soruları yanıtlamak saçma olur! Çünkü, içinde yaşadığı vakum ortamından derlediği bu çiçeklerin gerçek hayatta açması mümkün değil. Çünkü, o, toplum ve toplumsal sorunların dışında ve dahası ona karşı kesinkez kör, sağır ve çoğu zaman dilsiz. Hasan Bülent Kahraman Radikal İki’deki makalesinde; Kürt, türban ve Ermeni meselelerine “mahşerin üç atlısı” sıfatını vererek cevabın siyasetin kendisinde olduğunu ifade ediyor. Bu kesinlikle doğru, fakat, yargıyı bu sorunların kesinleşmesinde aldığı rol nedeniyle bir yere yerleştirmek de zorunlu.

Themis’in gözbağı

Yargıtay binasının hemen önünde duran Themis’in gözlerine çekilen bağ; yargının toplumu ve farklı toplumsal talepleri tanıma sorununu dışarıda bırakıyor. Topluma/dışarıya tamamen yabancı olan Themis kendi içine dönerek orada adaleti sonuçlandırıyor. Çünkü onun için adalet, aslında, hazırdır ve saf bir haldedir. Kendi amaçlarının peşine düşen bir “sivil toplum”un kirliliklerinden varestedir. Gözüne verdiği karanlık ise, bu açıdan bakıldığında, toplumun karanlık isteklerini durdurduğu bir kalkan haline gelir. Hadi gelin buradan biraz daha ilerleyelim; aslında, toplumda adalet de yoktur! Adalet ilahidir! O, gözsüz görür! Kulaksız duyar! Çünkü araçlardan varestedir ve bir amaçtır!

Saygın emekli yargıç Sami Selçuk’un, bir zamanlar, Themis’e yaklaşarak gözbağını hafifçe aralamaya çalışması teşebbüs aşamasında kaldığından, zavallı Themis’in cesur ve adanmış yeni “fail”leri hâlâ oracıkta bekliyor. Devşirme günlerden kurtulup ana-babasını, çocuklarını (yasa, adalet ve barış) görebileceği günlere özlemi daha da artıyor. Artık, (Themis) adalet ile toplumu buluşturmak gerekiyor.

Yargıcın (ya da Themis’in) topluma taşınması, onu görmesi, onu tanımasının bugünkü yaşadığımız sorunlar karşısında(mahşerin üç atlısı) yaşamsal dersler yaratacağı kuşkusuzdur. Toplum, farklı güçler, farklı çıkarlar ve farklı iktidar amaçları nezdinde tanındığında, yargı, kendi tarihsel yerini; anlamsız bir “kuvvetler ayrılığı” efsanesinin vaatlerine safça yerleştirmekten ise gerçek bir “toplumsal denge” içerisinde kurmayı başarabilecektir. Althusser’in Montesquieu yorumundan anlaşılabileceği üzere; herhangi bir toplumsal talep veya onun gücünün diğer bir güç tarafından yokedilmesinin önündeki tarihsel sınıra erişebilecektir. Bugünlerde toplumun önünü açacak bir siyasal akılla davranmak öncelikle şu soru üzerine düşünmek demektir. O büyük ve parlak ilke; hani şu güçlerin birbirine karışmadığı kuvvetler ayrılığı ilkesinin yüzlerce yıl peşinde koşup da bize sağlayamadığı siyasal ve toplumsal denge nedir ve nasıl başarılır? Hukuk devleti ve insan hakları hukukunun ısrarlı eğitiminden çok daha önemli ve yakıcı bir sorudur bu. Yargıç, kuvvetler ayrılığından önce, toplumsal farklılıkların bilgisi ve farklı iktidar güçleri arasındaki tarihsel dengenin tam ortasında olduğunu, kendisine dayatılan laikçi/modern olanları da dahil bütün “ilahi” mesajlardan kurtulup toplumsal bir tarafsızlık kurması gerektiğini bilmelidir. Farklılıkları, başkası olanları veya olmak isteyenleri kendinden menkul bir “kamu alanı”nda lime lime etmesinin, “öteki”lerin bütün varlık alanlarını daraltmasının ve hatta yok etmesinin yargıcı tarafsızlıktan uzaklaştırdığı açıktır.

Topluma açılmak

Yargıç, bize, bizim dışımızda da birilerinin var olduğunu anlatan ve bunu meşrulaştıran nâdir toplumsal konumlardan birisidir. O, farklı olanlarla beraber varolur. Bunu doğrudan kelimenin içinde fark etmeyiz. Ama, onu, ister istemez bir başkası ile ilişkimizin arasına yerleştiririz. Yargıç, farklı istekler taşıyan ve farklı çıkarlar peşinde koşanlar ile bağlarımızı normalleştirir ve en sonunda kendi çıkarlarımız karşısında başkalarının çıkarlarını katlanılır kılar. Ilımlılık, dengelilik, ölçülülük vb. gibi ona ait nitelikler iki tarafın varlığını, ilişkinin çift taraflılığını daha da açık hale getirir. Farklı olanlar arasındaki “toplumsal tarafsızlık” böylece kendini gerçekleştirmeye zorlanır.

Toplumsal tarafsızlık

Yargıcın toplumsal farklılıklar ile olan meşru ilişkisi, onun doğrudan bir tarihsel taraf olmasını önleyen çeşitli yapıcı amaçları öne çıkarır. Tarafsızlığı herkese eşit davranmak zanneden yasal/devletçi adalet, topluma hiçbir biçimde bir denge kazandıramaz, ona vaat ettiği hiçbir garantiyi karşılayamaz. Tersine, yalnızca ve yalnızca varolan kuvvetlerin giderek daha merkezi noktalarda temerküz etmesine, kuvvetler ayrılığının tamamen yokolmasına ve böylece farklılıkların dışlanmasına yol açar. Farklılıkları koruyacağına onu ezer, farklı olanları iktidara benzetmeye kalkar. Buna karşılık, toplumsal tarafsızlık, kendini toplumsal olandan mülhem bir hakkaniyette sonuçlandırmakla bağlıdır. Herhangi bir dinsel veya kültürel talebin hakim güç tarafından siyaseten dışlanması karşısında bir toplumsal garanti sağlayacaktır. Türban vb. gibi basit toplumsal talepler ve çeşitli kültürel istekler karşısında yargı kendi toplumsal tarafsızlığını hatırlamalıdır. Fakat, öncelikle, onu, bütün bir topluma ve onun sorunlarına yabancılaştıran ve kendi bağladığı şu gözbağından kurtarmak gereklidir. Aksi halde, nicedir “siyasalsız bir siyaset” sorununun mağduru olan Türkiye “yargısız bir yargı” ile bütün çıkış yollarına tamamen veda edecek ve “mahşerin atlıları” ile toplum arasında galibi olmayan yeni cinnet hallerini seyretmeye devam edeceğiz.

ORHANGAZİ ERTEKİN: Yargıç, Yerköy/Yozgat

Yorumlar kapatıldı.