İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Best practice in Europe´ sıkıntısı

İsmet Berkan

Avrupa Birliği, 17 Aralık 2004’te Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin açılmasına karar verdi ve müzakereler resmen 3 Ekim 2005’te ‘açıldı.’

Açıldı ama aslında açılmadı, yani daha doğrusu 3 Ekim’de yapılan seremoniydi, gerçekte bir başlığın müzakeresine başlanabilirse pek yakında başlanacak. O başlık da ‘Eğitim ve Kültür’ olacak büyük olasılıkla. Eğitim-kültür başlığını bilim başlığının izlemesi bekleniyor.

3 Ekim 2005’te resmen başlayan müzakere hâlâ fiilen başlamış değil, çünkü o arada tarama süreci adı verilen işlem başladı. Eğitim-kültürde tarama çoktan tamamlandı, aynı şekilde bilimde de.

Halen pek çok başlıkta tarama devam ediyor, pek çoğu tamamlanmak üzere. Başlıkların taranması bittikçe yenileri başlıyor.

Tarama süreci, o başlıkla ilgili konuda Avrupa Birliği mevzuatı ile Türk mevzuatı ve uygulamasının karşılaştırılması esas olarak. Bu karşılaştırma yapıldıktan sonra Türkiye’nin mevcut AB mevzuatına uyum sağlaması isteniyor ve bekleniyor, işte bu da ‘müzakere.’ Yani aslında ‘müzakere’ kelimesinin çağrıştırdığı al-ver işleri yapılmıyor. AB’nin bilgi birikimini ve ürün-hizmet standartlarını içeren mevzuatına nasıl ve ne kadar zamanda uyum sağlanacağı ‘müzakere ediliyor.’

AB Komisyonu, yöntem olarak, Türkiye’nin AB mevzuatına görece yakın olduğu konulara öncelik veriyor, diğer konu başlıklarını ise geriye atıyor. O başlıkların ileriki zamana bırakılmasının nedeni, Türkiye’ye zaman kazandırmak ve Türkiye’nin o başlıklarda da AB mevzuatına ve uygulamasına yaklaşmasını sağlamak.

Bu amaçla komisyon her başlıkta bazı ‘benchmark’lar, yani ‘eşik değerler’ de saptayacak. Ancak Türkiye o konuda oluşturulmuş eşik değeri aşarsa onunla o başlıkta müzakere açılmasını teklif edecek komisyon.

Bu arada elbette her müzakere başlığının açılmasına ‘hükümetlerarası konferans’ karar veriyor. Aynı şekilde o başlıkta müzakerenin tamamlandığına ve Türkiye’nin gerekli uyumu sağladığına da hükümetlerarası konferans karar veriyor. Bu kararlar da oybirliğiyle alınıyor.

Şimdi, Türkiye ile eğitim-kültür başlığında müzakerenin açılması söz konusu ama bu görece basit ve ‘teknik’ başlıkta bile ciddi bir sorunla yola çıkılıyor. Bu başlıkta yaşanmakta olanlar, Türkiye’nin geri kalan 34 başlıkta neler yaşayacağının bir anlamda göstergesi.

Evet gelelim konuya, daha doğrusu sıkıntıya…

Fransa ve Almanya’nın başını çektiği, Avusturya, Yunanistan ve Kıbrıs’ın da katıldığı bir grup ülke, eğitim-kültür başlığına bazı siyasi kriterleri de dahil etmeye çalışıyor, geri kalan üyeler ise buna direniyor, elbette Türkiye de bir diplomasi yürütüyor. Kastedilen siyasi kriter, azınlık dillerinin öğretilmesiyle ilgili.

Hatırlayanlar olacak, bu konuda AB’nin Türkiye’ye ‘talimatı’ diyebileceğimiz önerisi, AB ülkelerinde mevcut EN İYİ uygulamanın (Best practice in Europe) Türkiye tarafından adapte edilmesi. Peki ama acaba hangi ülkenin azınlık dilleriyle ilgili uygulaması ‘en iyi’?

Daha dün sabah AB büyükelçileri bu konuda toplandı ama bir sonuç alınamadı. Önerilen ara formüller arasında, müzakere dosyasına bir ‘cover letter’ (kapak mektubu) eklenmesi de var; söz konusu siyasi kriter o mektuba yazılacak ama dosyanın içinde yer almayacak. Böylece Türkiye kendini dosyayla bağlı sayacak ama bazı AB ülkeleri Türkiye’den azınlık dillerinin öğretilmesini istediklerini savunabilecek vs.

AB Komisyonu çevreleri, bu sıkıntının ilk sıkıntı olduğunu, bundan sonra yokuş dikleştikçe başka sıkıntıların da ortaya çıkabileceğini söylüyorlar. Bu çevrelere göre, daha ilk başlıkta çıkan bu sıkıntı bile Türkiye ile müzakerenin ne kadar farklı olduğunun göstergesi.

Şimdilik küçük bir sıkıntı boyutunda olan bu azınlık dilleri meselesi bakalım nasıl aşılacak? Eğer bu başlıktaki bu sorun kısa dönemde aşılamayacak gibiyse o zaman eğitim-kültürü erteleyip bilim başlığını açmak da söz konusu olabilecek.

Yorumlar kapatıldı.