İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Neo-İttihatçılığa dur!

Hadi Uluengin

İSTEYEN tutanaklara bakar, Mustafa Kemal aşağıdaki sözleri TBMM açılışının hemen ertesi günü, yani 24 Nisan 1920 tarihinde ve aynı Meclis kürsüsünden dile getirmişti.

“Harb-i Umumi’nin başlangıç safahatinden bahsetmek istemem ve zaten İtilaf devletlerinin de bahsettikleri, bittabii, maziye ait fazahat değildir”.

Büyük Kemal bu konuşmada, özellikle İngiltere tarafından öne sürülen ve Anadolu’daki Milli Hareket’in de Ermenilere karşı katliam uyguladığı iddialarına cevap vermektedir.

Nitekim, Savaş başlangıcından söz ederken kullandığı ve “rezalet” ve “ayıp” anlamına gelen “fazahat” kelimesiyle de 1915 “Tehciri”ni kastetmektedir.

Özetlersek, Cumhuriyet’in öncüsü burada İtilaf başkentlerine iki temel mesaj iletiyor.

* * *

BİR; ertesi yılın 1 Aralık’ında da “yapamayacağı şeyleri yapar gibi görünen sahtekár insanlar” diye tanımladığı İttihatçılarla Ankara arasında herhangi bir ilinti yoktur.

İki; ifadelerin arasında çağrıştırıyor ki, “bu haltı yemiş olan o İttihatçıların ‘fazahat’inden biz sorumlu değiliz ve onlardan yola çıkarak bize de iftira atmaya kalkışmayın”.

Zaten tüm Kurtuluş Savaşı tarihimiz sırf işgalcilere karşı değil aynı zamanda, bugün “ulusalcı” etiketli “neo-Talátçılar”ın taptığı o İttihatçı keneye karşı mücadelenin de tarihidir.

Öncüsü ise tıpkı o Savaş’ta da olduğu gibi, tabii ki yine Büyük Mustafa Kemal’dir!

* * *

ÖYLEDİR ve sayısız ve sayısız örneklerden hangi birini sayayım?

“Tevhid-i Efkár” gazetesi işgal Dersaadet’tinde, Berlin’e tüymüş Talát ve şûrekásını haklı göstermeya çalışan bir Arif Cemil’in “İttihat ve Terakki Rüesasının Diyár-ı Gurbet Maceraları”nı tefrikaya başladığında, Ankara sözcüsü durumundaki Falih Rıfkı Bey’in buna “Akşam”da “Türk milletinin ısdırabıyla bu kadar oymak günáhtır” diye ateş açmasını ve “Anadolu’daki vahdet İttihat ve Terakki’nin eseri değildir” diye haykırmasını mı?

Yoksa, şimdiki çömezleri gibi binbir surata bürünen ve káh Turancı, káh kızıl kesilen Enver yedek Rus kartı olarak Bakü “Şark Şûra”sına katılıp ve Anadolu’ya el koymak için leş kargalığına soyunduğunda, bizzat Mustafa Kemal’in Doğu Cephesi Komutanı Karabekir’i telgraf başına çağırarak, İttihatçıların sınırı geçmemesi için talimat kesin vermesini mi?

Aynı Karabekir’in komitacı fitneye ilişkin olarak Ankara’ya gönderdiği şifreleri mi?

Büyük Kemal’in adını Talát’a maske eden “neo-İttihatçılar”, daha sıralayayım mı?

* * *

KALDI ki, Talát 1921 Berlin’inde öldürüldü ama, dev prestiji sayesinde her isteğine ulaşabilecek Atatürk sağken, cesedin Türkiye’ye getirilmesi için hiçbir girişim yapılmadı.

İstanbul’a tabut nakli, kendisi de eski İttihatçı bir Celál Bayar’ın aileye aracı olduğu ve Hitler Almanya’sının kroma büyük ihtiyaç duyduğu 1944 yılında gerçekleşmiştir.

Quo vadis “neo-Talátçı” şarlatanlar, sırf bu bile hayati bir delil oluşturmuyor mu?

Üstelik, “soykırım” deyimi mucidi Lemkin, Alman mahkemesinin kátil Tehliryan’ı beraat ettirmesinden yola çıktığına göre, bunu “kaşımak” (!) için házá aptal olmak gerekir.

En kaba ve en “resmi” tezleri savunan birisi dahi bir nebze kafayı çalıştırır ve o Talát’ı o Almanya’da “anmaya” yeltenmenin kendi ayağına ateş etmek anlamına geldiğini görür.

* * *

TABİİ bunu göremeyen körler de, Talát gibi kulaktan dolma “yarı münevver” olan ve dolayısıyla, yalap şalap mürekkep yalamışların en pervasızını oluşturan kesime dahildir.

Ve bunlar, milli tarihimizi bile hayásızca tahrifata uğratmak cüretkárlığına yeltenirler.

Ama yetti, ne Mustafa Kemal’i “Kemalist” maskeli “Talátçılar”a hibe; ne de onun ismini maceraperest bir komitacı bozuntusuyla özdeşleştiren “ulusalcılar”a pes edeceğiz.

Büyük Kemal’i “küçük” kılmaya yeltenen “neo-İttihatçılık” artık çizmeyi aştı, dur!

Yorumlar kapatıldı.