İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Doç.Dr.Fatma Müge Göçek´in Ruhat Mengi´ye Mektubu

Sayın Ruhat Mengi,

Köşe yazılarınızı bir süreden beri özellikle Ermeni meselesi konusuna değindiğinizde okumak mecburiyetinde kalıyorum. Ancak sizin gibi Türkiye’nin belli başlı bir gazetesinde önemli bir köşe yazarlığı yapan bir kişinin sütunundaki söylemin seviyesi beni özellikle üzüyor.

Hele sizin sütunlarınızda yer almaya başladığımı görmek beni çok rahatsız etti. Son yazınızda da belli ki size birileri tarafından yollanmış bilgileri (bilginize: ‘içimdeki sosyolojist’ terimini sizin için Türkçe’ye kimin tercüme ettiğini bilmiyorum, ancak Türkçe’de ‘sosyolojist’ diye bir terim yok onun için gerekli mercileri uyarın da bundan sonra benim mesleğime değinirken Türkçe tercümesi olarak ‘sosyolog’ terimini kullansınlar) kendinizce özetlemeye çabalayarak beni üç konuda eleştiriyorsunuz: (1) İstanbul Üniversitesindeki konferansa katılmamak, (2) yapılan bir mülakatta Ermeni tarafının istediği gibi cevaplar vermek (dolayısıyla da Ermeni tezini savunmak) ve (3) Amerika’ya gidene kadar Ermeni sorunundan habersiz olmak. Aşagıda size bu üç konuda verecağim cevaplarımı sütununuzda yayınlarsanız memnun olurum.

(1) Sizin gibi müthiş dikkatli bir araştırıcı-gazeteci olduğunu sürekli tekrar etmek ihtiyacını duyan birinin, tarafsız Türk tarihçilerinin İstanbul Üniveritesindeki konferansa davet edildikleri halde katılmadıklarını yazısına başlık yapıp, bunun kaçak güreşmek olduğundan başlayıp devlet tarihçilerinden korktuklarının kanıtı olduğundan dem vurmasına gelinceye kadar, en azından köşe yazısı yazma mesuliyeti verilmiş her gazeteci gibi araştırmanızı yapıp önce İstanbul Üniversitesi konferans yöneticilerinden konferansa kimi ne zaman davet ettiklerini öğrenmenizi beklerdim. Şayet araştırsaydınız, bu tarafsız tarihçiler arasından kimin davet edilip edilmediğini ve kimin — katılımlarını önlemek için — nasıl en son anda davet edildiğini öğrenir, böyle olur olmaz yersiz hükümlere varmazdınız.

Ben İstanbul Üniversitesi konferansına davet edilmedim. Sonra nedense bir yazışmayla konferansın başlamasından üç gün önce yani geçen Pazar günü davet edildim; bu kadar kısa bir süre içinde tabii ki Amerika’dan kalkıp gelmeme imkan yoktu. Kaldı ki daha önce davet edilseydim de bu konferansa katılmayı düşünmezdim zira öğretim üyeleri konferanslara bilgi alışverişine gelirler; onun için önce konularında tebliğ sunabilmek için araştırma yapmaları, konferansın konusundan ve içeriğinden en az bir sene evvel haberdar olmaları ve tartışılacak konuların kendi araştırmalarıyla ilgili olup olmadığını, kimlerin ne tebliğler vereceğini bilmeleri gerekir. İstanbul Üniversitesinin programı ve kimlerin katılacağı ise Pazartesi günü yani konferanstan iki gün önce belli oldu: bu şartlar altında yapılan konferans bilimsel değil siyasidir zira kimin ne tebliğ vereceği önemli değildir, herkesin ne söyleyeceği çok önceden bellidir, önemli olan verilecek siyasi mesajlar, manifestolardır. Nitekim konferanstaki tebliğler de o şekilde seyretmeye başladı. Onun için sizin tutup da böyle bir konferansta ‘BELGELERİN’ sunulacağı, katılmamanın kaçak güreşmek olduğu gibi iddialar ileri sürmeniz sadece bilimselliğin ne demek olduğunu bilmediğinizi kanıtlıyor.

(2) Ben benimle yapılan mülakatlarda bir bilim kadını olarak kendi düşüncelerimi belirtirim. Ne söyleyip söylemediğime karar vermek benim hakkım olduğu kadar, söylediklerimi beğenmeyip eleştirmek de okuyanın hakkı olduğundan, elbette sizden benim düşüncelerime katılmanızı beklemiyorum. Ama benim Ermeni tarafının istediği cevabı verdiğimi, onların tezlerini savunduğumu söylemeniz, kendi başıma düşünme yeteneğimin olmayıp illa tarafgir davranmam gerektiğini, öyle davranırsam da bir Türk olarak (daha önceki bir yazınızda yine benden bahsederken ”bizim” tarihçilerimiz demeniz gözümden kaçmadı) elbette Türk tarafını savunmam beklentisi içinde olduğunuzu gösteriyor. Belki siz kendiniz için düşünmek yerine birilerinin size söylediklerini yazmayı veya bir konuyu çeşitli veçheleriyle tartışmak yerine taraftar olarak tezahüratta bulunmayı tercih edebilirsiniz; başkalarının da düşüncelerini aynen sizin gibi oluşturduğunu varsayabilirsiniz. Ama bilin ki ben bilim kadını olarak düşündüğüm ve konuştuğum zaman sadece kendi düşüncelerimi dile getiririm, beni ne Ermeni tarafının duymak istediği ilgilendirir ne de Türk tarafının. Çünkü bilimin amacı taraf tutmak, amigoluğa kalkışmak, onu bunu bilmeden eleştirmek değil, konular üzerine uzun uzun araştırma yapmak, yüzlerce kitap, makale, BELGE okumak, düşünmek ve sonra konuşmak, konuşurken de düşündüklerini anlatmaktır. O kadar uğraştıktan sonra da tutup o veya bu tarafın istediğini değil elbette kendi bulduğumu, düşündüğümü söylerim.

(3) Bilmiyorum siz hangi yıllarda nerede tahsil gördünüz, ama ben 1968-1981 seneleri arasında Türkiye’de Özel İstanbul Amerikan Robert Ortaokulu ve Lisesinde, Boğaziçi Üniversitesi lisans ve yüksek lisans programlarında eğitim gördüm. Bu tarihler arasında, yani ben Türkiye’de bulunduğum tarihlerde gördüğüm müfredatta Ermeni sorunuyla ilgili bir tek tane bile ders yoktu. Kısacası ben Ermeni sorununu bilmiyordum derken, herhalde sizin varsaydığınız kulaktan dolma, gazetelerden edinilme, yalan yanlış, ağır aksak edinilmiş bilgiyi kastetmiyorum, bu sorunun akademik, bilimsel olarak ne olduğundan haberim yoktu diyorum. Onun için aramızda ‘habersiz’ biri varsa o kişinin ben olduğu kanısında değilim.

Umarım bu açıklamalarım bundan sonraki yazılarınızda özellikle Ermeni konusunda yazdıklarınızı daha dikkatli araştırmanıza yol açar.

Saygılarımla,

Fatma Müge Göçek

Associate Professor Fatma Müge Göçek

University of Michigan

Sociology Department

1225 S. University Avenue

Ann Arbor, MI 48104

Yorumlar kapatıldı.