İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Celal Bey ve diğerleri


Celal Bey (solda) ve Ali Faik Bey, kariyerleri ve yaşamları pahasına, tehcir edilen Ermenileri kurtarmaya, korumaya çalışan Osmanlı devlet adamlarından.

Onlar bazen kariyerleri, bazen de canları pahasına İttihatçıların emirlerine karşı durdular, Ermenileri ve diğer zulme uğrayan halkları korudular

BURÇİN GERÇEK

Celal, Mazhar ve Faik Ali Beyler ve Mustafa Ağa. Onlar bugün isimleri unutulmuş ama o karanlık yıllarda insanlığını unutmamış Osmanlı devlet adamlarından yalnızca birkaçı. Onları sararmış tarih sayfalarından çıkarmanın zamanı geldi de geçiyor bile. 1915’le yüzleşmemize bugüne kadar ihmal edilen bir yerden katkı sağlayacaklar çünkü. Onlarca yıllık dezenformasyonun doğal sonucu olarak “Ermeni” ve “soykırım” kelimelerini yanyana duyunca en hafifinden yadsıyan, en ağırından ise tüyleri diken diken olanlara, “Atalarımız Nazi değildi, olamaz” tepkisini verenlere “Bir de burdan bakın” diyecek çünkü Celal Bey ve diğerleri. Bazen memuriyet kariyerleri, bazen de canları pahasına İttihatçıların emirlerine karşı durdular, Ermenileri ve diğer zulme uğrayan halkları korudular. 90 yıl öncesinden bize soruyorlar: “Neden kendinizi suçlularla özdeşleştiriyorsunuz? ‘Soykırımcıların’ torunları olmamak adına onları koruyor ve ‘Böyle şeyler yapmazlar’ diyorsunuz? Biz o dönem onlara karşı çıktık. Onların torunları olmak bu kadar acıtıyorsa canınızı, neden bizim de torunlarımız olduğunuzu görmüyorsunuz?”. Bu yaklaşımın “Yaşananları unutalım, Ermenilerin acısını da tanımaya gerek yok, kurtarılanlar varmış işte” anlamına gelmediğini söylemeye herhalde gerek yok. Ya da bizi 90 yıl önce yaşamış insanların masumiyetinin/suçlarının belirlemediğini. Ama buradan daha sağlıklı bir tartışmaya başlamak mümkün. Bunun için Paris’te bu konuda araştırmaları bulunan tarihçi Raymond Kevorkyan’la görüştük.

Sizin 1915’te tehcir ve katliam emirlerine karşı çıkanlarla ilgili çalışmalarınız var. Bunlar arasında kimlere rastlıyoruz?

Üst düzey devlet memurları, valiler ve tabii ki halktan insanlar var. Devlet görevlileri arasında en dikkat çekici isimlerden birisi Konya valisi Celal Bey. Konya önemli bir merkez, çünkü Batı Anadolu’dan tehcir edilen bütün Ermenilerin toplandığı bir transit kampı. Celal Bey gelenleri Der Zor çöllerine yollarsa başlarına ne geleceğini biliyor, daha önceden Halep valiliği görevinde bulunuyor çünkü. En başta Konya Ermenilerin’in tehcir edilmesine izin vermiyor. Başka yerlerden gelenleri de mümkün olduğu kadar Konya’da tutmaya, çöle gönderilmelerini engellemeye çalışıyor. Mesleği olanları şehre, yoksul olanları da köylere yerleştiriyor. Böylece kamplarda insanların birikmesini önlüyor. Yoksa tehcir konvoylarını yollamadığı anlaşılacak.

Tehciri ne kadar süre engelleyebiliyor?

Kısa bir süre. Ekim 1915’te görevden alınıyor, çünkü kafileleri yollamadığı ortaya çıkıyor. Ama bu birkaç aylık sürede bile önemli sayıda insanın hayatını kurtarıyor. Ermenilerin Celal Bey’e övgüler düzen, ona şükranlık ifade eden pek çok tanıklığı var. Ve Celal Bey bunları görevden alınmayı göze alarak yapıyor. 1919’a kadar işsiz kalıyor. Fransızlar Kilikya’yı kontrolleri altına alınca, Ermeni olaylarına karışmamış birini arıyorlar ve onu Adana valiliğine getiriyorlar. Celal Bey bu görevinde halen İstanbul’a bağlı bir Osmanlı valisi, ama Fransızlarla birlikte çalışmak zorunda. 1919 sonuna doğru Kuvayı Milliye hareketi şekillenmeye başlayınca gizlice onlarla bağlantıya geçiyor. Hareketin düzenlediği saldırılara ve halkın örgütlenmesine katılıyor. Bir süre sonra bu faaliyetlerinden Fransızlar da haberdar oluyor. Celal Bey o zaman görevinden istifa edip tamamen harekete katılıyor.

İttihatçı olmaması vatansever sayılmamasını gerektirmiyor…

Asla. Celal Bey tam bir yurtsever ve Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in yanında yer alıyor. Bu açıdan son derece sembolik bir kişilik. Ülkesinin çıkarlarını korumaya sonuna kadar bağlı kalıyor ama İttihatçıların katliam emirlerini uygulamayı reddediyor. Ermenilerin katlini hem ülkenin çıkarına görmüyor hem de etik açıdan karşı çıkıyor. 1920’den sonra izini kaybediyoruz. (Röportajdan sonra yaptığımız araştırmada Celal Bey’in izini 1921 Temmuz’unda İstanbul’da bulduk. Birkaç ay süreyle İstanbul Belediye Başkanlığı yaptıktan sonra 1926 yılında vefat ediyor. İktisat profesörü olan oğlu Ömer Celal, “Sarç” soyadını alıyor. BG.)

Onun gibi emirleri uygulamayı reddeden başka valiler var mı?

3-4 vali ve önemli sayıda başka üst düzey devlet görevlisi var. Bunların en önemlilerinden biri Ankara valisi Hasan Mazhar. 1915 Ağustosu’nda Ermenileri tehcir etmeyi reddettiği için görevden alınıyor ve memuriyetten atılıyor. Mondros Mütarekesi’nden sonra Ermenilerin başına gelenleri araştırmak üzere kurulan komisyona müfettiş olarak atanıyor. Ve burada çok önemli bir görev yerine getiriyor, katliamlarla ilgili bir sürü delil topluyor. Bugün o döneme dair bildiklerimizin ortaya çıkmasındaki rolü büyük.

Kütahya Ermenileri’nin de korunduğu söylenir.

Bunda etkili olan kişi Kütahya mutassarıfı Faik Ali Bey’dir. Ve bunu pek göze batmadan yapıyor. Bu şekilde görevden alınmaktan da kurtuluyor. 2000 kadar Ermeni’nin tehcirine izin vermiyor. (Söz konusu Faik Ali Bey, Süleyman Nazif’in kardeşi ve şair Faik Ali Ozansoy’dan başkası değildir. Cumhuriyet dönemide kendisini İçişleri Bakanlığı Müsteşarı olarak görüyoruz. BG.). Başka önemli bir kişilik Malatya belediye başkanı Mustafa Ağa Azizoğlu. Malatya’nın önemi, Doğu vilayetlerinden tehcir edilenlerin toplandığı transit yeri olması. Mustafa Ağa’nın oynadığı rolü bir Alman misyonerin tuttuğu günlükten öğreniyoruz. Bu Alman misyoner İttihatçılara yakın, Ermenilere de pek sempati beslemiyor. Mustafa Bey ona kamplarda neler olduğunu, tehcir konvoylarına ne zaman ve nerde saldırıldığını, kaç kişinin öldürüldüğünü anlatıyor. Başlangıçta misyoner ona inanmıyor. Hatta deli zannediyor. Ta ki bir katliamı kendi gözleriyle görene kadar.

Mustafa Ağa katliamlara karşı çıkmaya çalışıyor ama bir vali gibi tehciri durdurma yetkisi yok. Sadece bazı insanları evine alıp koruyabiliyor. Mustafa Ağa’nın hikâyesi ne yazık ki trajik bir şekilde sonlanıyor. Oğlu İttihat ve Terakki üyesi. Ve savaştan sonra Malatya’ya döndüğünde “gavurları kolladığı için” babasını öldürüyor. Diyarbakır’a baktığımızda da dört kaymakamın emirleri uygulamayı reddettiği için görevden alındığını görüyoruz. Hatta aralarından üç kişi Vali Doktor Reşit’in doğrudan emriyle öldürülüyor.

Devlet görevlileri dışında Ermenileri koruyanlar kimler?

Konya’da Mevlevi önde gelenleri İttihatçıların emirlerine açık bir şekilde karşı çıkıyorlar. Ve bu tavırları yüzünden onlar da sürülüyorlar. İki bölge halkı ön plana çıkıyor. Birincisi Dersimliler. Başka yerlerden Ermeniler Dersim’e sığınıyor. O zamanki Dersim, Osmanlı’nın tam olarak kontrol edemediği bir yer. Yaklaşık 15 bin kişiyi kurtarıyorlar. Rus ordusuna sığınmalarına yardım ediyorlar. Bir dönem o kadar çok insan geliyor ki sorunlar başlıyor, çünkü herkese yetecek yiyecek yok. Bazıları Ermenilere para karşılığı yardım ediyor. Ama bu yüzden bölge insanını karalamamak lazım, fakir bir bölge sonuçta. Bugün Irak sınırları içindeki Sincar dağı çevresindeki Yezidiler de Ermenilere kucak açıyor. Kendileri de katliama uğrayan bir halk Yezidiler. Dört bin-beş bin kadar Ermeni Sincar’a geliyor, hatta bu durum bölgede kıtlığa yol açıyor. Başka bölgelerde de komşularını koruyan kişiler ya da Ermeni köylülerine dokundurtmayan ağalar var.

Tehcir ve katliam emirlerine karşı çıkanların da olduğunu hatırlatmak, bugün Ermeni soykırımı konusunda tabuları aşmakta yardımcı olabilir mi?

Bu konu hakkında çalışırken bunu böyle bir ruh hali içinde yaptım. İmparatorluğu felakete sürükleyen milliyetçi maceracı bir gruba odaklanmaktansa etik bir model olabilecek şahsiyetlerin profilini çizmeye çalıştım. O dönemki İttihatçi liderler ideolojik bir çılgınlık içindeydi. İmparatorluk için bir felaketti bu insanlar. Olanlardan bütün Turkiye’de yaşayan insanları sorumlu tutamayız.

Son dönemde Türkiye’de bu konudaki tartışmaları izliyor musunuz?

Türkiye’deki tartışmaları büyük bir ilgiyle ama aynı zamanda çekinceyle izliyorum. Bu Türkiye toplumunun bir iç tartışması. Türkiye’nin demokratikleşmesinden kim şikayet edebilir? Ama bu benim işim değil. Türkiye’nin soykırımı tanıyıp tanımaması da benim işim değil. Bu tartışmalar Türkiye’nin geleceğiyle ilgili. Türk toplumunun etnik milliyetçilikten kurtulup kurtulamayacağına, bunun çıkmaz bir sokak olduğunu görüp göremeyeceğine ilişkin.

Yorumlar kapatıldı.