İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Misyonerlik Yasak Değil; Öldürmek Yasak

MAZLUMDER’den Bilgen, “Misyonerlik korkusu İslami değil, devlet kaynaklı” diyor. Papaz Santaro’nun öldürülmesiyle ilgili “misyonerlik” tartışması yine gündemde. Prof. Dr. İnsel “Misyonerlik tehlikesinden Müslümanlar değil gayrimüslimler korunmalı” diyor.

——————————————————————————–

BİA Haber Merkezi

17/02/2006 Emine ÖZCAN

——————————————————————————–

BİA (İstanbul) – “Misyonerlik tehlikesinden korunması gereken birileri varsa Müslümanlar değil, gayrimüslimlerdir.”

Trabzon’da Katolik Kilisesi papazı Santaro’nun öldürülmesinin ardından “Misyonerlik yapılıyor!” ifadelerini, Prof. Dr. Ahmet İnsel böyle değerlendiriyor.

Mazlumlar ve İnsan Hakları Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) başkan yardımcısı Ayhan Bilgen, “Bütün kesimler için özgürlükleri kısıtlayan uygulamalara dikkat çekmek gerekirken, birtakım korkuların arkasına saklanmak, aslında o korkuların da planlı olduğunu gösterir” diyor.

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Dr. Beyza Bilgin, “Artık misyonerlik önemsenen bir durum değil. Onun yerini dinler arası birbirini tanıma ve hoşgörü aldı” yorumunu yapıyor.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Baskın Oran, “Yasal olarak misyonerlik serbesttir. Ama yaşadığımız durum yabancı düşmanlığını ve çifte standartçılığı yansıtıyor” görüşünde.

Vakit gazetesi köşe yazarı Abdurrahman Dilipak, “Misyonerlik Protestanlara ve Katoliklere özgüdür. Müslümanlar açısından mümkün değildir” diyor.

İnsel: Kurgulanmış gerçeklik

Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. İnsel “Türkiye’de misyonerlik yapılıyor!” iddiasının, misyonerlik korkusunun, fantazma -gerçeklikle ilgisi olmayan- ama çok küçük gerçeklik kırıntıları üzerinden kurgulanan bir durum olduğu görüşünde.

Ona göre bu durum “kurgulanmış bir gerçeklik”.

“Kendi kimliğinden utanmanın saldırganlığı”

İnsel Trabzon’a özgü bir durum yaşandığının da altını çiziyor.

“Trabzon’daki olayda çok daha güçlü bir kimlik gerginliği söz konusu. Yöreye ‘eski faşist ve aşırı sağ’ın yerleşmiş olmasının getirdiği bir durum var. Diğer yandan Trabzon’un eski kimliği, bugünkü çevreler tarafından turistik bir hatıra olarak tanımlanıyor.”

İnsel Trabzon’daki kitlenin geçmişinden utandığını, bunu taşkınlıkla, yaygaracılık ve saldırganlıkla unutturmaya/silmeye çalıştığını, bunun üzerinden siyaset yaptığını ifade ediyor.

Örnek olarak Bağımsız Türkiye Partisi’nin (BTP) lideri Prof. Dr. Haydar Baş’ın söyleminin yerel basına hakim olmasını gösteriyor.

“Türkiye’nin temiz, beyaz orta sınıfı, bir tarafıyla Trabzon’da yaşananları aşırı buluyor, tasvip etmiyor. Ama ‘Misyonerlik faaliyeti tehlikelidir’ diyenlere de ‘saçmalıyorsunuz’ demez.”

İnsel’e bunun nedenini ise şöyle açıklıyor:

“Çünkü kendisi de, maalesef, doğruluk payı olduğuna inanıyor. Zaten bu utangaç, suskun milliyetçiliğin ortak paydası: ‘Türkiye’de iç düşmanlar vardır ve bizi bölmeye hazır bekliyorlar’.”

“‘Misyoner’in tercümesi ‘iç düşmanlar'”

İnsel “Misyonerler” sözünün aslında “iç düşmanlar” ifadesinin özel bir versiyonu olduğunu söylüyor.

“Türk Sünni Müslüman” kimliğinin toplumda görünür kimlik olması arzusunu besleyenlerin, misyonerlik faaliyetine “misyonerlik tehlikesi” ismini taktıklarına dikkat çeken İnsel, misyonerlik korkusunun kökeninin 19’uncu yüzyıldan kalma olduğunu belirtiyor.

“Çünkü İslam üzerine oluşmuş bir birliğin çökmesinde, Hıristiyanların eşitlik talebinde bulunmuş olmaları inancı Türkiye’de yaygın.”

İnsel bu durumun, Osmanlı İmparatorluğu’ndan kalma “milleti hakime” yani hakim millet politikasını devam ettirme arzusunun çok uzak bir yansıması olduğu görüşünde.

İslam’ı seçme onurla karşılanırken…

İnsel Türkiye’de annesi babası Müslümanken Hıristiyan olan kişilerin sayılarının yüzlerle ifade edilecek kadar sınırlı söylüyor.

“Buna karşılık misyonerlikten bu kadar nefret eden, korkan aynı çevreler, herhangi bir Hıristiyan’ın Türkiye’ye gelip Müslüman olmasını çok büyük bir onurla, sevinçle karşılarlar. Bunu gazetelerin baş sayfalarına taşırlar. ”

Dolayısıyla bu kişilerin, mutlak doğru kimliği, yayılmacı biçimde ifade etme hakkını kendinde gördüğünü, kiliselerin kapatılmasını, kiliselere giden bir avuç insanın iç düşman olarak tanımlanmasını desteklediğini belirten İnsel, aynı zamanda esas olarak kendilerinin sorunlu olduğunu söylüyor.

“Bu kişiler aslında kendi tahayyül dünyalarında, kendi yapmak istediklerini başkalarına suç olarak yansıtarak, onları şeytanlaştırarak kendilerini masum, mağdur gösteriyorlar.”

İnsel Türkiye’de mağdur ve de masum olanların Müslümanlar değil, gayrimüslimler olduğunu savunuyor.

Bilgen: Korku İslam kaynaklı değil, devlet kaynaklı

Bilgen’e göre misyonerlik faaliyetleriyle kastedilen şey bir dinin anlatılması, tebliğ edilmesi, propagandasının yapılmasıysa, bu din özgürlüğünün bir parçası.

Din özgürlüğüyse sadece vicdanlarda olan değil, onun dışa yansıması. Dolayısıyla inancın dışavurumu, din özgürlüğünün bir parçası.

“Fiili olarak, farklı inançların başka siyasi amaçlarla propaganda edilmesiyse, o özgürlüğün kısıtlanması için gerekçe olamaz” diyen Bilgen, din özgürlüğü adı altında misyonerliği kısıtlayacak herhangi bir mazeret olmadığı görüşünde.

“Başka bir güvenlik sorunu söz konusuysa, çözümünü başka güvenlik tedbirlerinde, başka politikalarda aranmalı. Misyonerliği tehlikeli kılmak ya da yasaklamakla çözüm bulunamaz.”

“Tebliğ de bir tür misyonerlik”

Bilgen misyonerliğin çağrıştırdığı olumsuzluğun altında “hedef saptırma”nın olduğunu söylüyor. Ona göre toplumda din-devlet ilişkilerindeki çarpıklığın, toplum-siyaset ilişkisindeki çarpıklığın problemli kurumlar ortaya çıkarması, aslında sorunun kaynağı.

“Türkiye’de farklı inançların özgürce yaşanabilmesi hedef olmalı” diyen Bilgen, bunun dışındaki kaygıların, aslında bütün kesimler için özgürlüklerin kısıtlanabileceği anlamına geldiğini söylüyor; resmi kurumsal çalışmaların dışında sivil çalışmaların da hangi inanç grubuna ait olursa olsun serbest olması gerektiğini vurguluyor.

“Fiili olarak misyonerliği Protestanların yürüttüğü biliniyor. Ancak bir inancın, düşüncenin, hatta bir ideolojinin, bir dünya görüşünün misyonerliğini yapmak kimsenin tekelinde değil. Tebliğ de bir tür misyonerlik.”

Bilgen’in “misyonerlik korkusu”yla ilgili değerlendirmesi şöyle:

“Türkiye’de bütün kesimler için özgürlükleri kısıtlayan uygulamalara dikkat çekmek gerekirken, birtakım korkuların arkasına saklanmak aslında o korkuların da planlı olduğunu gösterir.

“Türkiye’de misyonerlik önce Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) gündemindeydi. Sonra Rahşan Ecevit’in gündemine girdi. Arkasından çeşitli İslami grupların gündemine girdi.”

Bilgen’e göre İslam merkezli bir kaygı değil, daha devlet merkezli bir kaygı var.

Oran: Yabancı düşmanlığı ve ikiyüzlülük

Oran “Misyonerlik yapılıyor!” cümlesinin siyasi olarak nasıl kullanıldığına dair değerlendirmesinde “Bu durum düpedüz ikiyüzlülük” dedi.

“Türk Ceza Kanunu’na (TCK) göre inançları yaymak serbesttir. Ama Yargıtay Ceza Kurulu vekili Osman Şirin Müslümanlık dışındaki dinlerin yayılmasını engellemek ve kanunda değişiklik yapmak söyleminde bulundu.”

Oran’a göre bu durum, 90 yıl önceki Osmanlı İmparatorluğu’nun şu anda da geçerli olduğunu varsayan bir paranoyanın sürdürülmesini, yabancı düşmanlığını ve çifte standartçılığı gün yüzüne çıkarıyor.

Bilgin: Misyonerlik masum ve meşrudur

Misyonerlik meselesine kavram olarak nasıl bakmak gerektiğiyle ilgili bilgi veren Dr. Bilgin “Kendi dininin başkalarına tanıtılması masum ve yadırganmaması gereken bir davranış. Hıristiyanlık kadar İslam da yayıldı. Her dinin kendini tanıtma ve davet etme misyonu vardır zaten” diyor.

Bilgin’e göre, eleştirilecekse, izlenilen yol eleştirilmeli. İnsanların vicdanlarına zorla hükmedilmeye çalışılmadıkça eleştirmek yersiz.

Bilgin bu hareketin masum olmasına örnek olarak “İnsanlarda ‘benim inandığım din cennetin kapılarını açıyorsa herkes bu dine inanmalı, bilmeyenlere bu anlatılmalı’ zihniyeti var. Bu masum ve haklı bir istek. Öyleyse bu ifade temel alındığında bir sorun yok” diyor.

Misyonerlik moda değil

Bilgin, İslam dininin kendini hakikati ifade eden din olarak, diğer dinleri ise henüz hakikate ermemiş inançlar olarak gördüğünü, bunun tıpkı diğer dinlerin İslam’a bakışı gibi olduğunu ifade ediyor ve “Bu olsa bile dinler arası hoşgörüsüzlük yoktur” diyor.

“Vatikan eskiden Hıristiyan mezhepleri sapkın olarak nitelendirirdi; ancak günümüzde, hoşgörü adı altında, o inançlarla diyaloğa girdi. Hatta artık cemaatler arası, İbrahimi dinlerle ilgili kilise ve cami arasında karşılıklı inanç etkinlikleri yapılıyor.”

Bilgin, artık misyonerliğin ve davetin eskisi kadar önemli olduğu düşünmüyor ve “Misyonerlik artık moda değil. Moda olan dinlerin birbirini tanıma, birbirinden öğrenme, birbiriyle diyaloğa girme ve hoşgörü var” diyor.

Bilgin, misyonerlik ifadesinin düşmanlık yaratmak için kullanılmasına karşı: “Bu yozlaşmış bir düşünce çabasıdır.”

Dilipak: Müslümanlar misyonerlik yapamaz

Misyonerliğin kavramsal tanımını, etimolojik olarak kişinin kendine bir misyon yüklemesi ve o misyonun gereğini yerine getirmesi olarak yapan Dilipak, “Yahudilikte, Hıristiyanlığın Ermeni, Rum, Süryani, Keldani, Arami, Asuri kollarında misyonerliğin olmadığını” öne sürüyor.

“Çünkü herhangi bir kişiyi bir dine davet etme ve onu dine girdirme konusunda kendilerine bir misyon yüklemezler. Yahudilik ve Hıristiyanlığın Ortodoks kanadında, din ve etnik kimlik bir arada olduğundan, bu değişim adeta imkansız ölçüsünde zordur.”

Misyonerliğin sadece kurumsal olarak Katoliklik ve Protestanlıkta var olduğunu savunan Dilipak, ” Haçlı Seferleri ile ‘kafir’leri yok etmek için başlatılan savaşlar, düşmanı kazanmak ,onları dine sokmanın aracına dönüşmüştür” diyor.

“Sadece Katolik ve Protestanlar misyonerlik yapar”

Dilipak sömürge döneminde izlenen yolun, emperyal hedeflere ulaşmak için ötekileri kazanma, ehlileştirme, Tanrının kuzusu yapma şeklinde kendini gösterdiğini söylüyor.

“İlk önceleri Katolik rahip ve rahibeler, okul ve hastaneler, yardım kuruluşları aracılığıyla hem tanrının inayetini insanlara ulaştırma hem de Papa’nın egemenliğine insanları boyun eğmeye ve ona vergi ödemeye ikna hareketi olarak başlayan hareket, Protestanlıkla birlikte müjde hareketine dönüştü.”

Dilipak, Birinci Dünya Savaşı öncesi misyoner okullarının ve hastanelerinin Afrika, Asya ve İslam coğrafyasına yayıldığını ve bugün bile Notre Dame de Sion, Saint Benoit, Saint Joseph gibi varlıklarını koruyan misyoner okulları olduğunu belirtiyor.

Dilipak, misyonerliğin bugün, genel anlamda Altıncı kol faaliyeti ve psikolojik savaşın bir aracı, yayılma siyasetinin Truva atı olarak görüldüğünü vurguluyor.

“Misyonerlik zaman içinde White (Beyaz) Anglo Sakson Protestanların (WASP) dışındakilere “Tom Amcalaştırma” siyasetinin aracı olarak görüldü. Birtakım misyonerlerin yayınlanan anıları bu işin arkasındaki siyasi planları ortaya koydu.”

Dine girme hidayet meselesidir, menfaatle olmaz

Dilipak Müslümanların açısından misyonerliğin mümkün olmadığını savunuyor.

“Çünkü dine girme bir hidayet meselesidir. Müslümanlar ancak dinlerini tebliğ, açıklama ve teklif etmekle yükümlüdürler. Fethullah Gülen okullarındaki İstiklal Marşı ve Atatürk ideolojisinin gençlere sunulma biçimi, bir yönü ile, misyonerlerin uyguladıkları tekniğe benziyor. Ama siz bir kişiyi dine sokamazsınız.”

Türkiye’de misyonerlik kavramının çağrıştırdığı olumsuzluğun nedenlerine dairse, Misyonerliğin kültür emperyalizminin aracı olarak öne çıkmasından kaynaklandığını söyleyen Dilipak, “Misyonerler insanları kazanmak için menfaat vaat etmekten de çekinmiyorlar” diyor

“Bugün Türkiye’de laiklik bahanesi ile başörtüsüne bile tahammül edilemezken, bin yıllık Anadolu İslam uygarlığında, ateşe, şeytana, yıldıza tapanların varlığına bile tahammül gösterilmiyor.”

Yasalar ne diyor?

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

*Madde 9: Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü:

1) Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.

2) Din veya inancını açıklama özgürlüğü, ancak kamu güvenliğinin, kamu düzenin, genel sağlığın veya ahlakın, ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için demokratik bir toplumda zorunlu tedbirlerle ve yasayla sınırlanabilir.

* Madde 10: İfade özgürlüğü

1) Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu Madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir.

2) Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası

VI. Din ve vicdan hürriyeti

* Madde 24: Herkes, vicdan, dinî inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.

14 üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir.

Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.

Din ve ahlâk eğitim ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta-öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanunî temsilcisinin talebine bağlıdır.

Kimse, Devletin sosyal, ekonomik, siyasî veya hukukî temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasî veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun, dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.

VII. Düşünce ve kanaat hürriyeti

* Madde 25: Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.

VIII. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti

* Madde 26: Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir.

Bu hürriyetlerin kullanılması, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.

Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz.

Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir. (EZÖ)

Yorumlar kapatıldı.