İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çözüm için `Hakikat Komisyonu´

Taner Akçam, tehcir sırasında işlenen suçlardan ötürü 1397 kişinin yargılandığı iddialarının yalan olduğunu savunuyor. Akçam’a göre benzer türde ihlallerin bir daha yaşanmaması için 1915’te meydana gelen haksızlıkları gidermek gerekli

ERTUĞRUL MAVİOĞLU

Minnesota Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyelerinden Taner Akçam’a göre 1915’te Ermenilerin başına gelenler, 1913’te başlatılan ‘Anadolu’nun gayri Türk unsurlardan temizlenmesi’ planının bir parçası. 1915’in soykırım olup olmadığı ise 1948 Birleşmiş Milletler tanımına bakılarak karar verilecek bir husus. Akçam, geçmişle yüzleşmenin hem Türkleri hem de Ermenileri yaşanan travmanın etkisinden kurtaracağı inancında.

Ermeni meselesine ilişkin onarıcı adalet süreci yaşanması gerektiğini ve bunun için ‘Hakikat Komisyonu’ oluşturulması gerektiğini söylüyorsunuz. ‘Onarıcı adalet süreci’ nasıl işleyecek?

Benim söylediğim, Türkiye ve Ermenistan’ın konuya kendi demokrasileri ve bölge ilişkilerinin demokratikleşmesi açısından yaklaşmalarıdır. Hakikat komisyonu bu yollardan birisidir; başka öneriler de getirilebilir.

Ana soru şudur: Geçmişte yapılmış bir tarihi haksızlık vardır ve bu nasıl ortadan kaldırılır. Genel ilke olarak, geçmiş bir tarihte yaşanmış insan hakları ihlalleriyle uğraşanlar iki amacı gütmelidirler: Birincisi bu türden ihlallerin ve haksızlıkların yeniden olmamasını sağlamak ve ikincisi bu haksızlıkların doğurduğu zararları gidermek. Bunu yapabilmek için ise atılacak adımların başında kamuoyunun sorunu algılayış tarzını değiştirmek gelir. Özellikle Türkiye’de ama her iki tarafta da egemen bilgilenme ve konuşma tarzının değiştirilmesi, kamuoyunun bilgilendirilmesi ve kamuoyu bilincinin uyarılması bu sorunu çözmenin merkezinde durmaktadır.

‘Bilginin Ortak Havuzu’ yaratılmadan, üzerinde konuşulan malzemenin bilinir hale getirilmesi sağlanmadan bu konuda fazla bir adım atılamaz. Dolayısıyla benim ‘Hakikat Komisyonu’ dediğim girişim, öncelikle tarafların aynı ortak bilgi ve belgeler üzerinden konuşmasını sağlamak amacıyla kurulmalıdır. Hakikat komisyonları, değişik biçimleri ve yetkileri olmakla birlikte, esas olarak ilgili tarafların konuyu algılayış ve konuşma tarzlarını değiştirmeye hizmet ederler.

Tarihi haksızlıkları ya cezalandırıcı adalet ile (yani suçluları cezalandırarak) ya da onarıcı adalet ile (uğranılmış haksızlıkları telafi ederek) çözersiniz. Bunun için ise öncelikle ve öncelikle hakikatin bilinmesi ve kabul edilmesi gerekir. Tarihte yaşanmış haksızlık tanınmadıkça sorunun çözümü imkânsızdır.

1915 sürecini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

1915’de olan, 1913’den beri geliştirilen ve 1914’de önce Batı Anadolu’da Yunanlılara karşı uygulanan bir planın tüm Anadolu’ya yaygınlaştırılmasıdır. Bu politikayı hayata geçirenler yaptıklarını ‘Anadolu’nun gayri Türk unsurlardan temizlenmesi’ olarak tanımlarlar. Burada gayri Türk’ten kastedilen aslında Hıristiyanlardır. Anadolu’nun homojenleştirilmesi olarak da tanımlayabileceğiniz bu politikanın iki önemli ayağı olmuştur. Hıristiyanlar Anadolu dışına itilirken, Müslüman nüfus harmanlanmış ve yeniden dağıtılmıştır. Türk olmayan Müslümanların asimile edilmeleri esas alınmıştır. Bu anlamda asıl ayrım Müslüman ve gayrimüslim ekseninde olmuştur. Hıristiyanlara yönelik politika da bölgeden bölgeye, yıldan yıla farklılık göstermiştir. Örneğin 1914 bahar aylarında Ege ve Trakya’dan Rumlar, öldürmeler de dahil, zorla Yunanistan’a sürülmüşlerdir ama savaşın başlaması ile birlikte Yunanlılara karşı etnik temizlik durmuştur. Büyük imha Ermeni, Süryani ve Asurilere karşı gündeme getirilmiştir. Ana amaç Hıristiyanlardan kurtulmak ve Müslümanları asimile etmek idi biçiminde özetlenebilir.

Ankara’yı en çok ‘soykırım’ ifadesi öfkelendiriyor. Siz yaşananları nasıl tanımlıyorsunuz?

1915’in soykırım olup olmadığı, 1948 Birleşmiş Milletler tanımına bakılarak karar verilecek bir husustur. Sosyal bilimciler arasında bir eylemin soykırım sayılıp sayılmaması hususunda, iki önemli unsurun bulunması gerektiği konusunda bir uzlaşma vardır. Bunlardan birisi kasıt diğeri ise tanımda yer alan (ulusal, etnik, ırksal veya dinsel) grubun varlığıdır. Buna bağlı olarak da soykırım konusunda üç önemli soruya cevap aranır: Kasıt nedir ve nasıl ispatlanır; bir grubu kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak ne demektir (bunun bir ölçüsü var mıdır) ve bu söz konusu grup nasıl tanımlanacaktır? İmha kastının varlığı için iki önemli belge grubu kullanılır. Birincisi, doğrudan kanıtlardır. Bunlar, eylemi yapan grubun liderlerinin, diğer grubun imhasına yönelik yazılı veya sözlü ifadeleridir. Doğrudan öldürmelere yönelik emir ve kararlar bu kapsama girerler. Dolayı kanıtlar ise daha çok eylemin belli bir modele göre gündeme getirildiğini, öldürme ve imhaların yaygınlığını, sistematikliğini gösteren belgeler grubudur. Eğer doğrudan imhaya yönelik bir belge bulunmasa bile, eylem söz konusu grubun kısmen imhası ile sonuçlanmışsa ve hele hele eylem sırasında sonucun öldürme ve imha ile sonuçlanmakta olduğu biliniyorsa ve eylem durdurulmuyorsa kasıt unsuru gerçekleşmiş sayılır. Örneğin Ermenilerin sürülmesi sırasında, imha edildikleri haberleri İstanbul’a düzenli geliyordu ama buna rağmen eyleme devam ediliyordu; yani gruba yönelik saldırılar bilinerek eyleme devam edildi. Bu durumda bile kasıt unsuru gerçekleşmiş sayılır.

Elimizde, İttihat ve Terakki partisinin doğrudan imha kastını gösteren onlarca bilgi ve belge mevcuttur. Bugünkü Başbakanlık Arşivi amacın imha olduğunu kanıtlayacak binlerce dolaylı belge ile doludur.

Tekrar etmekte fayda vardır. Bizim şu anki ihtiyacımız çocuğa ad koymak değil, neyin yaşanmış olduğunu bilinir kılmaktır.

Ermeni tehciri sırasında işlenen suçlardan ötürü cezalandırılan kişiler olduğu öne sürülüyor. Bu iddialarla ilgili değerlendirmeniz nedir?

1397 kişinin, Ermenilere kötü muamelede bulundukları için cezalandırıldıkları iddiası, diğer iddialar gibi yalandır. Yusuf Halaçoğlu bu iddiayı tekrar ettiği kitabında 12 adet Osmanlı belgesini kanıt olarak gösterir. Ama bu belgelerden bir tanesinden bile alıntı yapmaz, çünkü yapamaz. 1915-16 döneminde bazı soruşturmalar olmuştur ama bu Ermeni mallarını zimmetlerine geçiren memurlar aleyhinedir. İttihat ve Terakki, Ermeni mallarını kendisi kullanmak istediği için, yağmaya engel olmak istemiştir. Soruşturmalar bununla ilgilidir ki kaç kişinin mahkemeye verildiği bile belli değildir. Çünkü bölgelere bu amaçla gönderilen heyetlerin, yüksek rütbeli memurları Divan-ı Harbe verme yetkileri yoktu. Yani, ortada koca bir yalan vardır. Aksini iddia ediyorlarsa, belgelerini yayımlasınlar.

Geçmişle yüzleşmenin bugün Türklere, Ermenilere, uluslararası topluma katacağı kazanımlar nelerdir?

Birincisi, her iki ülkenin kendi kimliklerini demokratik temelde yeniden tanımlamalarına hizmet edecektir. İkincisi, her iki ülkenin de demokratik bir gelecek kurmaları sağlanabilecektir. Üçüncüsü, bölgeye istikrar gelecek ve bölge barışına önemli bir katkıda bulunulacaktır. Dördüncüsü özellikle Türkiye’nin modern devletler ailesi içerisinde yer alması kolaylaşacaktır. Beşincisi, her iki toplum da içinde yaşadıkları travmadan kurtulabilecektir.

——————————————————————————–

‘Haç takıyorum, yan bakıyorlar’

Sevan Kazancı

Babam Sinoplu. Ben İstanbul’da doğup büyüdüm. Liseyi Taksim’deki Ermeni okulunda bitirdim. Marmara Üniversitesi’nde gazetecilik eğitimi görüyorum. Türk ve Ermeni arkadaşlarım var. Hepsiyle aramız gayet iyi. Ama üniversitede bana yönelik şaka yollu takılmalar olmuyor değil. Yakın bir arkadaşım var, beni kızdırmak için ‘Tehcir olmadı, siz abartıyorsunuz’ diyor. Ermeni arkadaşlarımla konuştuğumuzda da bu konular zaman zaman açılır. Soykırım çok ağır bir itham. Ama bu konu tarihçilere bırakılsa bile somut bir sonuç elde edileceğini de sanmıyorum. Günlük yaşam içinde Ermenilere kötü davranıldığına tanık olmadım. Babam ve amcam da benimle aynı kanıdaydı. Mesela onlar askere gitmişler ve hiçbir olumsuz davranışla karşılaşmadıkları gibi aksine el üstünde tutulmuşlar. Ben de askere gideceğim ve önüme herhangi bir zorluk çıkarılacağını sanmıyorum. Tüm bunların yanında Türkiye’de Müslümanlık dışındaki inanışlar yadırganıyor. Öyle ki, haç taktığım için yolda yan gözlebakanlar oluyor. Ama ben bunu hiç umursamam. Babam dışarıda gezerken haç takmamı istemiyor, taksam bile kazağın altında kalmasını öğütlüyor. Fakat ben göstere göstere takmaya devam ediyorum. Önemli bir sorun yaşanacağını da sanmıyorum.

——————————————————————————–

Tehcirde Almanların etkisi vardı

Dilek Zaptçıoğlu: Alman devleti, tehcirin korkunç katliamlara yol açtığını gördü ama bu, ‘Irklar Darwinist bir mücadele içindedir’ zihniyetine uygundu. Taner Akçam’ın ‘soykırım için neden önemsiz’ teorisi barışa zararlı

Gazeteci yazar Dilek Zaptçıoğlu’nun Ermeni tehcirinin uluslararası boyutu üzerine oldukça ilginç düşünceleri var. Zaptçıoğlu’na göre, 1921’de Talat Paşa’ya karşı düzenlenen suikast davasında tehcir konusunun geçiştirilmesi, Alman devletinin günahlarıyla ilgili.

1993’te Talat Paşa davası ile ilgili yaptığınız çalışmadan yola çıkarak, Ermeni tehciri konusunda nasıl bir tablo var?

Talat Paşa’nın 1921’de Berlin’de öldürülmesinden sonra rekor hızla bitirilen cinayet davasını Cumhuriyet gazetesi için bir dizi halinde hazırlamıştım. Berlin’de arşivlerde davanın seyrini okuduğumda şunu gördüm: Alman devleti, sanık Salomon Tehleryan’ın beraat etmesini ve davanın dallanıp budaklanmadan en kısa zamanda bitirilmesini istemişti. Cinayet planlı olmasına karşın Tehleryan, ailesi Ermeni tehcirinde öldürüldüğü savıyla meczup muamelesi gördü ve serbest bırakıldı. Peki Almanya bu davayı vesile ederek o yıllarda neden tehcir olayını tartışmamış? Yanıtı çok basit. Çünkü gizleyecek bir şeyleri olduğunu düşünmüşler. Bunun tartışılmasını o zaman yapmadılar ama bugün bu, Almanya’da “Biz göz yumduk, suçumuz var” şeklinde genel kabul görüyor. Bu ‘suça iştirak’in tehcire kışkırtma, fikir verme şeklinde geliştiğini söyleyenler de var. Örnek olarak Alman oryantalist Paul Rohrbach’ın Anadolu’yu kolonizasyon projesi ve Ermenilerin ‘ayak altından çekilmesi’ önerisi gösteriliyor. Almanlar 1910’larda en büyük rakipleri olarak İngiltere’yi görüyor ve Teşkilat-ı Mahsusacılarla Alman Max von Scheubner-Richter (1915’te Erzurum’daki Almanya Konsolosluğu’nda görevli) ve başka bazı ajanları Müslüman halkı İngiltere’ye karşı kışkırtmak için Doğu Anadolu’dan geçirip İran’a gönderiyor. Almanlar, İngiliz tebaasındaki Müslümanları ayaklandırmak için Berlin’de Arapça Cihat gazeteleri çıkarıyorlar. Bir başka gerçek de, Alman askeri ve mülki erkânının Ermenilerden nefret etmesi. Ermenileri ‘Doğu’nun Yahudisi’ diye niteliyorlar. Bu konularda elimizde çok yeni bir derleme kaynak da var.

Ne var bu kaynakta?

2005’te çıkan bu 675 sayfalık derleme, Ermeni soykırımı tezinin önemli Alman savunucusu Wolfgang Gust tarafından hazırlanmış. Vahakn Dadrian’ın girişimi sonucu yayımlanmış, ‘1915/16 Ermeni Soykırımı’ şeklinde gayet açık bir ad taşımış olsa da; Alman Dışişleri’nin ‘Türk Tezi’ni doğrulayan birçok belgesini de içeriyor. Alman elitlerin onları nasyonal sosyalizme götürecek olan ve bugüne kadar yansıyan etnik-bazlı, ırkçı ve dünyayı etniklere ayırıp anlamaya yönelik dünya görüşü burada da mevcut. Alman dokümanlarına göre, Anadolu’da yaşayan etniklerden Rumlar kurnaz ve kibirli, İslamlar cahil ve geri, Kürtler tembel ve serseri, Ermeniler de açgözlü ve antipatik. Almanlar, tehcirin özellikle Kürt çetelerince korkunç katliamlara yol açtığını görüyor, hükümetin bunu önleyemeyişini sistemli bir göz yumma olarak yorumluyor ve şöyle düşünüyorlar: Eğer Türkler Ermenileri öldürmese, onlar Türkleri alt edecek. Bu bir ölüm-kalım savaşı. Tehcir kararında doğrudan etkili olmasalar da Almanların Birinci Dünya Savaşı’nı da çıkaran ‘Güçlü olan kazanır’ ve ‘Irklar Darwinist bir mücadele içindedir’ zihniyetini İstanbul’a taşıdıklarını ve Batı’dan ithal bu etnik bazlı düşüncelerin de Osmanlı’yı dağıttığını, milletleri birbirine düşman ettiğini, nihayet boğazlaşma ortamı yarattığını düşünüyorum.

Yani yaşananlarda Alman devletinin de sorumlulukları var.

Anadolu halkı, bunun bir ‘Talim-i Alman’ olduğunu düşünüyor. Sarıkamış Harekâtı Enver Paşa’nın savaştan önce Almanlar’a ‘Rusya’ya Kafkaslar’da cephe açmak’ üzere verdiği taahhüt üzerine gerçekleşiyor. Ben İttihatçıların elbette yanlış ama ‘etnik temizlik’ saikiyle hareket etmediğini düşünüyorum. Şu soruyu sormak lazım: Niçin Yahudilere ve Selaniklilere, yani diğer gayrımüslimlere hiç dokunulmamış? Çünkü onlar tehlike ve tehdit olarak ve sonunda düşman olarak görülmemiş. İttihatçılar ve özellikle bölgedeki Kürtler, 1915’te Ermenilerin hepsini düşman kabul etmişler. Kürtler, Ermenileri hem yağmalamak hem de topraklarında devlet kurmalarına engel olmak istemişler. Yahudi Soykırımı ile en büyük fark burada. Tarihi ve bugünü anlamak için ‘Neden?’ sorusunu sormak çok önemli. Taner Akçam’ın ‘soykırım için neden önemli değil’ teorisi bence Türkiye’de barış için yapılabilecek en yanlış şey.

Ermeni meselesinin tartışılmasından nasıl bir sonuç çıkabilir?

Bir kere diaspora Ermenileri için bu, bir kimlik ve tanınmadan öte sevilme mücadelesi. Küçük ve yoksul Ermenistan onlara her gün ‘Bugün vatanın için ne yaptın?’ diye soruyor, onları çifte vatandaş yapmak için yasalar çıkarıyor. Ben Almanya’da, kendilerini Yahudilerle aynı kefeye koydurtmak için çırpınan Ermeni politikacılar tanıdım, elbette politikacı olarak değil, mesela dernek başkanı vb. olarak ortaya çıkıyorlardı. Almanlar ve Batı, Yahudi soykırımı konusunda haklı olarak çok hassas. İkisini aynı kefeye koyduğunuzda büyük yol kat etmiş oluyorsunuz. Soykırım lobisi, hep bu ‘Barbar Müslüman Türk’ üzerine kuruyorlar söylemlerini ve resmen ırkçılar. Onların en baş meselesi, Yahudi soykırımı ile Ermeni soykırımını aynı platforma oturtmak.

Peki bu hedeflerine ulaşabiliyorlar mı?

Bu iki olay arasında gerçekten çok büyük fark var. Çocuk, yaşlı, kadın, erkek Ermeniler gerçekten büyük acılar yaşamışlar ve biz Türkler, bugün bundan büyük üzüntü duyduğumuzu söylemeliyiz. Ama söylem, Türkiye çalıntı topraklar üzerine kuruldu düşüncesi ihsas ettirilerek, hatta barbar Türkler ileri ve uygar Hıristiyanları kesti teorisi üzerine kuruluyor. İşte bugün kitapçı rafları bu yüzden de milliyetçi edebiyatla dolmakta. Soykırım tartışması da tam bu yüzden de yanlış, çünkü üzüntüyü, acıyı bile politikleştiriyor.

YARIN: Osman Köker, Fuat Dündar

Yorumlar kapatıldı.