İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Vatandaştan özür dilenmeli

Baskın Oran: Türkler de Ermeniler de kendi öldürdüğü dönemleri saklıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin özür dilemesi gereken Ermeniler değil kendi vatandaşlarıdır. Çünkü yıllarca yaşananları saklayıp halkı aldattılar, memleketin başına bela getirdiler

ERTUĞRUL MAVİOĞLU

Prof. Baskın Oran’a göre Türk resmi tezlerindeki Ermeni meselesi ve 1915 tehcirine ilişkin inkârcı tutumun kökeninde, milliyetçilik, bilgisizlik, Ermenilerden toprak-tazminat-tanınma talebi geleceği korkusu, Türk diplomatlara yönelik suikastların biriktirdiği olumsuz etkiler ve diasporanın Türkiye’yi Nazilerle kıyaslama çabalarının doğurduğu ters tepkiler yatıyor. Oran, Ermeni sorunu konusunda Türkiye’nin geçmişiyle bir türlü yüzleşememesinin nedenini de geliştirdiği savunma refleksine bağlıyor. Oran, “Türkiye geçmişiyle yüzleşmeyi beceremiyor. Çünkü Halil Berktay’ın da dediği gibi, 90 yıl süreyle öyle derin bir siper kazdı ki, içinde kaldı, çıkamıyor. Konferansta yüzleşti işte; hiçbir şey olmadı. Tersine, diaspora başta olmak üzere herkes parmak ısırdı” diyor.

1915’te yaşanan ve son derece vahim sonuçlara yol açan Ermeni tehcirinin anlamı neydi?

Anlamı, Anadolu’daki Ermenilerin kimi İttihatçılarca etnik temizliğe uğratılmasıdır. Bu kanlı cinsinden bir etnik temizliktir.

Birbiriyle fevkalade çelişen, ama birbirine kesinlikle bağlı olan (‘diyalektik’ dediğimiz şey de budur zaten) iki sonucu vardır:

a) Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamıştır.

Kurtuluş Savaşı Yunanlıların batıda İzmir’e sürülmesi, doğuda ise bir Büyük Ermenistan kurulmak istenmesi sayesinde mümkün oldu. Bu ikincisi, Kürtlerin Ankara’ya katılmasını sağladığı için çok daha önemliydi. Kürtler, Sevr sonucu Ermeniler dönerse mallarını geri alırlar diye katıldılar. Bu katılım olmasaydı, zaten üç cephede (Yunan saldırısı, iç isyanlar, İstanbul) savaşmakta olan Ankara, Kurtuluş Savaşını başarıya götüremeyebilirdi.

b) Türkiye Cumhuriyeti’nin başını belaya sokmuştur.

Ermeni tehciri, Osmanlı ordularının tam savaş sırasında çok çeşitli açılardan (cepheyi bırakıp bir de bununla uğraşmak, zanaatkârların yok olması, sermayenin ve yatırımın harabiyeti, vb.) belini bükmekle kalmadı.

İkisi iç biri dış üç belayı TC’nin başına sardı: 1) Zaman zaman ırkçı boyutları zorlayan otoriter bir milliyetçiliğin yerleşmesine büyük katkı yaptı; şimdi bunun acısını Kürtler çekiyor; 2) O günün Anadolusu’na göre çok gelişmiş ve medeni 1.5 milyonluk bir kitleyi yok ederek Türkiye’de sermaye birikimi ve sanayi devrimini 50 yıl geciktirdi; 3) Başına bu jenosit belasını sararak Türkiye’yi büyük devletlerin elinde oyuncak etti. Mesela, her kasımda ABD başkanının elinde.

Birinci iyi sonuç, niye ikinci kötü sonuçla bir arada? Çok basit: bunca yıllık inkâr yüzünden.

Türkiye’de resmi tezler neden ısrarla 1915’te yaşananları, boyutunu ve niteliğini yok sayma refleksine sahip?

Osmanlı Ermenileri konferansında bunları anlattım, kitapta da çıkacak:

1) Millet sisteminin mirası: Çokkültürcü olan bu sistem aynı zamanda ayrımcıydı; gayrimüslimleri ikinci sınıf sayardı. Türk milliyetçiliği geç de olsa belirince, birinci nitelik kayboldu, ikincisi ise su yüzüne çıktı. Ermeni meselesini yok saymanın tarihsel kökeni buradadır.

2) Bilgisizliğin etkisi: Türkiye’de milliyetçi eğitim 1915’i özenle sakladı. Yoksa, kimilerinin iddia ettiği gibi, ‘vicdanları susturmak’la ilgisi yoktur. Haberin yok ki vicdanın konuşsun. Ben ABD’ye gidince öğrendiydim. Şimdi insanlar öğreniyor. Devlet bile ‘Asla olmamıştır’dan ‘Mukatele olmuştur’a terfi etti.

3) 3-T meselesi: Son söylediğimi geri alayım, çünkü Türkiyeliler diasporanın 3-T (tanıma, tazminat, toprak) dediğini öğrendikçe katılaşıyor. Son ikisi, gerçekleşmesi doğal olan birinciyi önlüyor. Diaspora bunu anlamak istemiyor.

Ama şunu da ekleyeyim: Toprak talebinin saçma olduğunu diaspora bile bildiği halde, bizdeki inkârcılar inkârlarını sürdürmek için bunu kullanıyorlar. Dışişleri bile. Oysa Ermenistan 40 kere ilan etti, bir keresinde Erivan’da ben bile kulaklarımla Ermenistan Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan’dan dinledim: Böyle bir talep yok. Onca Kürt içinde azınlık devleti mi kuracaklar?

4) Türk diplomatlara suikastlar ve faillerin genellikle cezasız kalması: Esenboğa ve Orly olayları dışında, hariciyemiz 34 şehit, 17 yaralı vermiş. Tabii ki bu sayılar Ermenilerin 1915’te verdiği yarım milyonu aşkın kurbanla karşılaştırınca çok az. Ama 800 bini bilmedikleri için Türkiyeliler büyük tepki duydu. Ayrıca, kırmızı ışıkta duran bir arabaya gidip arkadan toslasanız, sekizde sekiz suçlu olduğunuz halde, eğer adam gelir de bağırırsa siz de bağırırsınız.

5) Jenosit terimi: Bence en önemlisi bu. Çünkü Ermeniler on yıllarca bu kırıma ‘Metz Yeğern’ (Büyük Felaket) dediler, soykırım hukuksal terimi çıkınca hemen siyasal/tarihsel olarak sahiplendiler. Çünkü Türkleri Nazilere, Ermenileri de Yahudilere benzetme olanağı veriyordu. Doğrusu, böyle bir benzetme saçmadır. Diaspora bu terimden çok hoşlanıyor ama, Türkiye’deki inkârı besleyen en önemli unsur işte bu terim.

Yaygın ifadeyle söylersek, ‘Türkiye Cumhuriyeti devleti neden kendisiyle yüzleşmeyi beceremiyor?’ Yüzleşirse neyle karşılaşacak?

Türkiye tarihiyle yüzleşmeyi beceremiyor, çünkü konferansta Halil Berktay’ın da dediği gibi, 90 yıl süreyle öyle derin bir siper kazdı ki, içinde kaldı, çıkamıyor. Konferansta yüzleşti işte; hiçbir şey olmadı. Tersine, diaspora başta olmak üzere herkes parmak ısırdı.

Ermeni ve Türk resmi tezleri taban tabana birbirine zıt. Böylesi ihtilaflı durumlar dünyada hangi yöntem ve araçlar kullanılarak ortadan kaldırılabiliyor?

Türkler de ‘bütün’ gerçeği saklıyor, Ermeniler de. Her ikisi de belli dönemleri öne sürüyor, onun dışındakileri konuşmuyor. Herkes, kendi öldürdüğü dönemleri saklıyor. Zamanla bundan kurtulacaklar. Bakın, bu konferansla Türkiye kurtulma sürecine girdi. Tabu’yu yıktı. Diaspora da tek vücut değil. İçlerinde meseleye objektif bakanlar olduğunu, Ermeni devrimcilerin Bulgaristan gibi bağımsız olabilmek için tedhiş ve düşmanla işbirliği yaptıklarını söyleyenler var. Türkiye inkârı bırakınca, bunlar artacak. Çünkü diaspora bu inkârdan besleniyor.

1915 Ermeni tehciri ve sonrasında gelişen olayların bugün yeniden gündeme gelmesinden kim ne fayda umuyor olabilir?

Jenosit, ancak bir uluslararası mahkemede tescil edilirse jenosittir ve ayrıca her türlü sorumluluk kişiseldir. Türkiye 1915 kırımından dolayı tazminata mahkûm olamaz. Ama adamın elinde dedesinin geçerli tapusu varsa, tabii ki çatır çatır ödeyeceksin bedelini. Zaten şu durumda durmadan daha büyük fiyat ödüyoruz. Toprak ise, söyledim, Ermeniler de söylüyor, olacak iş değil.

Kürt sorunu tartışılırken gündeme getirdiğiniz ‘iç-selfdeterminasyon’ kavramından Ermeni sorununun çözüm sürecinde de yararlanmak olası mıdır?

İç self-determinasyon, malum, demokrasi demektir. AB üyeliği sürecinde demokrasiyi, yani herkesin hakkını vermeyi öğreneceğiz; AB’ye bazılarının karşıtlığı bu yüzden zaten.

Sorunun çözümü ise tektir: Önce, Ermenistan’la diplomatik ve ticari ilişki kurmak sayesinde diasporayı ehlileştireceksin. Sonra Ermenistan’la karşılıklı oturup bir paket-çözüm inşa edeceksin: Ben İttihatçıların yaptığı kırım için samimi üzülüyorum, tapusu olan gelsin, bedelini vereceğim; sen de bu işi burada resmen ve fiilen bitireceksin. Bu barış ikimize de lazım çünkü. Aslında, TC’nin Ermenilerden özür dilemesi falan gerekmez; o yapmadı ki. Ama Türkiyelilerden dilemesi gerekir. Bunca yıldır saklayıp halkı aldattığı ve memleketin başına bunca belayı getirdiği için.

——————————————————————————–

‘1915’ten geriye kayıp bellekler kaldı’

Tarihte nesnellik diye bir şey olmadığını söyleyen araştırmacı yazar Masis Kürkçügil’e göre Ermeniler ve Türkler birbirinin belleğini yenileyebilir. Kürkçügil, yaşanmış acıların tekrar etmemesi için de evrensel düzeyde ders çıkarılmasından yana.

1915 yılındaki tehcir politikasının amacı neydi, ittihatçılar hedeflerine ulaşabildi mi?

Birinci Dünya Savaşı tıpkı kendisini sürdüren İkinci Dünya Savaşı gibi bir emperyalist paylaşım savaşıydı. Ne Almanya ne Rusya ne Osmanlı bir savunma savaşına girmemiş, her biri kendine göre bir genişleme politikası gütmüştür. Ulus-devletler çağında ‘yayılma’ aynı zamanda kendi içinde bir arınma-temizleme, türdeşleşmeyi de gerekli kılar. İttihatçılar kısa sürececek bir savaştan pay almayı hedeflemişken savaş onların sandığının aksine uzun ve büyük kayıplar pahasına gerçekleşmiştir. Siper savaşının yıpratıcılığından bihaber Enver Paşa ve şürekâsı Sarıkamış’ta Turan hülyası uğruna koskoca orduyu donmaya terk ettiğinde, aslında savaş zaten kaybedilmişti. İsmet Paşa açıkça Almanların savaşı kaybettiği belliyken savaşa girildiğini; savaşa girmenin savunulacak bir yanı olmadığını belirtir, bu kanısını Mustafa Kemal’in de paylaştığını ekler.

Tehcir politikasının amacı bellidir; akla hayale gelmeyecek yollardan çoluk çocuğun, yaşlıların hedefe ulaşmaları ancak mucize olabilirdi ve zaten ancak mucizeye mazhar olanlar kurtuldular. Bir kurmayın o şartlar dahilinde insan sürülerinin sağ ve salim hedefe ulaşamayacağını bilmemesi mümkün değil. Teşkilat-ı Mahsusa’yı bir kenara koysak bile, serserilerin, çapulcuların, hava şartlarının, hastalıkların doğuracağı sonuçlardan bihaber olmaya sığınarak bu meselenin açıklanması kargaları bile güldürür.

Talat Paşa, kendi tahminine göre 1.5 milyon dolayında olan Ermenilerin 900 bin küsurunun tehcire tabi tutulduğunu defterine ayrıntılarıyla yazmış. Resmi ve devletlu rakamlar bunun en az yarısının, hatta üçte ikisinin öldüğünü belirtiyor. Bu rakam Sarıkamış’ta, Çanakkale’de, Kanal’da, Galiçya’da, Milli Mücadele’de, Kore’de savaşta ölenlerden daha fazla! Karşılıklı çatışmada değil bir devletin kendi tebaasına karşı yaptığı bir harekâtta ölenlerden söz ediyoruz.

İttihatçı liderler tehcirin sonuçlarından kendileri istifade etme imkânı bulamamışsa da amaçlarına ulaşmışlardır. Temizlik-arınma kamilen denebilecek kadar iyi düzenlenmiştir. Talat Paşa’nın gidişatı en ücra köşeye kadar izlediği küçük defterindeki kayıtlardan anlaşılmış bulunuyor. 1 milyona yakın insanın muhbir, işbirlikçi olduğuna, ihtilal hazırlığı yaptığına inanılıyorsa her birinin eline bir kürdan verilse koskoca bir ordu oluşturabilecekleri unutulmamalıdır. Açıkçası savunmasız bir insan topluluğunun imhası söz konusu. Bu imhaya hukuki bir terim bulmaktan önce onların anısına saygı duymanın sağlanması gerek.

Ermeni katliamının doğurduğu sonuçların ortaya çıkardığı bütünlüklü resmin günümüze dek uzanan etkileri ne oldu?

Halkların birbirine düşman olduğu safsatadan ibarettir. Ne diye Türk halkı Enver,’in, Talat’ın veya Bahattin Şakir’in yaptıklarından sorumlu olsun? Türk halkı oturup hep birlikte şöyle bir savaşa girelim, arada da temizlik imandan gelir diye Arap aydınlarını asalım, Ermenileri asmayalım da besleyelim mi falan diye bir karar almış değil. Meclis kararı yok, Sadrazam Sait Halim Paşa’nın birçok şeyden haberi yok, yoksul halkın sesini duyan mı var?

Osmanlı ilelebet payidar olacak değildi. Ya kendi halklarını tatmin edecek bir yurttaşlık zemininde yeniden yapılanacaktı veya o halkları halledecekti. 1908’in açtığı umudun kısa sürede gerçekleşmeyeceği ortaya çıktı. Ermeni devrimci federasyonu (Taşnaklar) uzun süre İttihatçıların kardeş partisi olarak onlarla işbirliği içinde oldular. Ancak Dünya Savaşı’ndan önce o topraklarda birlikte yaşama imkânını sağlayacak bir eşit yurttaşlık bilinci ve iradesi oluşmadı. Bu günler, Rosa Luxembourg’un ‘Ya sosyalizm ya barbarlık’ dediği günlerdir. Tarih kapıyı çalmıştır. Birinci Dünya Savaşı’ndan insanlık büyük bir yenilgiyle çıkmıştır ve bu yenilginin en ağır kısmını da en alttakiler yaşamıştır. Savaşa devletsiz-ordusuz girip de maddi ve kültürel varlığının büyük bir kısımını yitiren, bu kadar ağır kayıp veren tek değilse ender halklardan biri Ermeni halkı olmuştur.

Geriye kayıp bellekler kalmıştır. Belki de iki halkın birbirinin belleğini yenileyerek, yaşanmış acıların bütün insanlık için tekrar etmemesi için, evrensel bir ders çıkarması gerekmektedir. Kendi tarihini, yaşayan basit insanların gündelik hayatlarından hareketle bilmekten aciz olanlar, yalnızca egemenlerin prizmalarından süzdükleriyle kendilerine eşit, adil ve özgür bir gelecek inşa edemezler. Milli tarih nihayetinde öncelikle kendi halkını olmayan bir şeye ikna etme, kandırmacadan başka bir şey değildir. Sarıkamış’ta emperyal bir heves uğruna donarak ölüme terk edilen neferin trajedisiyle ‘askeri kırdıran’ ve kaçan Enver Paşa’nın ne diye ortak bir hikâyesi olsun ki! Herhangi bir milli tarih zihniyetiyle insanlığın yaşamış olduğu irili ufaklı felaketlerin hiçbirini anlamak mümkün değildir.

Uluslararası hukuk açısından Ermeni katliamının bugün Türkiye’ye yükümlülükleri neler olabilir?

Uluslararası hukuk hem bir ihtiyaç hem de oldukça sorunlu. Şu uluslararası hukuk öncelikle yaşadığımız günlerdeki insanlık felaketlerinde bir yaptırım gücüne sahip olmalı ki inandırıcılık kazansın! Ne Filistin’de ne Irak’ta ne de diyelim ki Haiti’de bu uluslararası hukukun gölgesi fark edilmedi.

‘Yükümlülükler’ deyince akla genellikle maddiyat gelmekte. Oysa tarihsel ve insani bir meseleyi mülkiyet temelinde çözmek mümkün değildir ve kazara çözülür gibi gözükse de ahlaken oldukça tehlikelidir: parayı verebilen düdüğü çalar. İnsanlar tasarladıkları geleceğe göre geçmişi değerlendirirler.

Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası ve hatta ABD’nin önünde el pençe divan duranlar gün gelir bu konuda da rahatlıkla fikir değiştirebilirler. Bu onların meselesi. Tarihi kitleler yaptığına göre, insanların yaşananın bilincine varabilmelerini sağlamak gerekir ki bu da devletin bir yükümlülüğü değildir, siyasetin, bir özgürlük mücadelesinin bir parçasıdır.

Ermeni ve Türkiye’nin resmi tezleri taban tabana zıt. Böylesi ihtilaflı durumlarda nasıl bir yöntem gerekli?

Bu ihtilaflar vakti zamanında kimin haklı olduğu üzerinden değil bir daha bu tür olayların olmamasının koşullarının yaratılmasıyla giderilebilir. Yoksa Yahudi soykırımı için Willy Brantd’ın özür dilemesi ne Filistin meselesini çözdü ne de örneğin Balkanlar’daki olayları veya Ruanda’yı. Tarihi gerçeklerin nesnelliğe yaklaşması ise hiç mümkün değil. Nesnellik yoktur tarihte. Üstelik tarih akademik bir alan olarak takdim edilse de tarihi yapan insanlardır ve sonuçta bu siyasal bir eylemdir. Laboratuvarda, masa başında çözülecek bir sorun yok. Sömürenin sömürülenin, yönetenin, yönetilenin olmadığı, her türlü baskı ve zorbalığın maddi temelinin kaldırıldığı bir dünyada katilamlara, kırımlara, soykırımlara son verebilirsiniz. Yoksa ‘medeniyetin’ vazgeçilmez bir unsurudur türdeşleştirme. Bakın ABD bütün dünyayı türdeşleştirmeye çalışıyor.

——————————————————————————–

‘Ailem Türkleri hiç kötülemedi’

Kristin Dellaloğlu

Türk okulunda ilkokula başladım. Daha sonra Ermeni okuluna geçiş yapmak istedim ama kabul edilmedim. Kanun varmış, Türk okulundan Ermeni okuluna geçiş yapılamıyormuş. Ama biz yılmadık. Milli Eğitim’le görüştük ve sonunda kararlı olduğumuzu görünce onlar da diretmekten vazgeçti. Ailem Malatya’dan göçmüş. Evde hiçbir zaman Türklerin kötülendiğini duymadım. Türk arkadaşlarım da var. Haç da takıyorum ve herhangi bir baskı yapıldığına tanık olmadım. Ben ayrımcılık yapmadığım için herhangi bir ayrımcılıkla karşılaşmıyorum. Ermenilerin yaşadıkları sorunlara ilişkin tartışmaların yaşanması hem iyi hem de kötü sonuçlar doğuruyor. Konuşulmayınca sorunların üzeri örtülüyor. Konuşulunca da yeni yeni sorunlar doğuyor. ‘Türklüğü tahrik ettin’ diyorlar. Ama konuşulmazsa bu sorunlar nasıl çözülecek ki? İçimden geçen, Ermeni meselesinin artık halledilip kapatılması. Geçmişte yaşanmış, olmuş bitmiş bir şey. Yeni nesil geliyor ve bu yeni neslin artık yeni bir ufka sahip olması lazım. Geçmişten gelen tazminat gibi haklarımız varsa onlar da verilmeli.

YARIN: Türkkaya Ataöv, Ayhan Aktar

Yorumlar kapatıldı.