İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Gündüz Aktan: Kıbrıs’ın vakıfları – Radikal

ASAM’ın bir grup Kıbrıslı uzmanla başlattığı
vakıf çalışması kısa zamanda ilginç bazı sonuçlar verdi. Aslında bu gelişmede
ASAM’ın rolü, konunun uzmanlarını ve zaten mevcut bilgi birikimini yan yana
getirmekten ibaret oldu. Sn. Denktaş’ın, her konuda olduğu gibi, bu konudaki
rehberliği de çabuk sonuç alınmasını sağladı.

Hikâyeyi biliyoruz: AİHM, 22.12.2005 günü kapalı Maraş bölgesindeki mülkünü
kullanamadığı için bayan Aresti lehine tazminata karar verdi.

Ancak tazminat miktarını tayin etmeyi KKTC’de kurulacak emlak komisyonuna
bıraktı.

Beş gün sonra yani 27.12.2005 günü Gazimağusa Kaza Mahkemesi kapalı Maraş
bölgesi içindeki 1472 adet tapu senedinde yer alan taşınmazın Abdullah Paşa
Vakfı’na ait olduğunu hükme bağladı. Aynı mahkeme aynı yerdeki Lala Mustafa Paşa
Vakfı’nın mallarını da 28.1.2002’de Vakıflar idaresi’ne iade etmişti. Böylece
bir gün müzakerelerde istediğimizi alırsak, geri verebiliriz diye etrafını
dikenli telle çevirdiğimiz kapalı Maraş bölgesinin yüzde 90’ından fazlasının
devredilemez ve satılamaz vakıf malı olduğu ortaya çıktı.

Tahmin edileceği gibi, Aresti’nin kendi mülkü diye tazminat davası açtığı mülkün
de vakıflardan birine yani Abdullah Paşa Vakfı’na ait olduğu kesinleşti.

Aslında bu husus AİHM’de dava görülürken mahkemeye bildirilmiş, ancak verilen
süre içinde kanıtlar sunulmadığı gerekçesiyle göz önüne alınmamıştı. Tabii
AİHM’nin istediği kanıtın ne olduğu ve neden sunulamadığı bilinmiyor. Ama bu tür
davalarda kanıt tapu kayıtlarıdır ve bu KKTC makamlarının elindedir.

Bu durum ortaya birkaç önemli sorun çıkarıyor.

Aresti mahkemesi kesin karara bağlandığına göre, davanın yeniden açılması mümkün
mü? Bence mümkün olmalı. Zira dava konusu mülke ilişkin mülkiyet hakkının
Aresti’ye ait olmadığı; kendisinin olmayan bir mülk için de tazminat alamayacağı
aşikâr.

AİHM, Aresti kararı vesilesiyle KKTC’de bir emlak komisyonu kurulmasına ve
Rumların şikâyetleri için bunun bir yargı mercii olmasına karar vermişti.
Kuzeyde şikâyet konusu mülklerin güneyde kalan Türk mülkleriyle takası gibi,
Türk tarafı lehine içerdiği hükümlerin, bu davanın yeniden açılması halinde
kaybedilmesinden çekiniliyor. Ama emlak komisyonu kurulmasıyla Aresti davası
arasında bir ilişki yok.

Öte yandan bir kez bir Rum’a vakıf mülkü üzerinde mülkiyet hakkı tanınırsa,
zaten yağma edilmiş olan Türk vakıflarının kurtarılması ihtimali tümüyle ortadan
kalkmış olur. Oysa adanın çok önemli bir bölümünü kaplayan vakıf mallarının
tekrar kazanılması, haksız kullanım nedeniyle maddi ve manevi tazminat davaları
açılması, Rumların emlak davalarını durdurmanın tek yolu. Kıbrıs’ta öyle vakıf
malları var ki, mahkemeyle kazanılmış olduğu halde, EOKA’nın tehditleriyle
mahkeme kararı uygulanamadığından Rumların elinde kalmış. Türk tarafı bu vakıf
mallarını kaderine terk edebilir mi? Unutmayalım Rumlar kilise vakıfları
konusunu hep canlı tutuyorlar ve her an AİHM’ye götürebilirler.

Kaldı ki ortada mahkeme kararıyla asli sahibine geri dönen bir vakıf mülkü var.
Bu durumda, sahibi olmadığı bir malı tasarruf edemediği için bir Rum’a tazminat
ödenmesi hukuken mümkün değil. Sayıştay’ın bu ödemeyi yapacak Türk makamlarını
ibra etmesi düşünülemez. Bırakınız siyasi sorumluluğu, hatta vebali, ne
Türkiye’de ne de KKTC’de böyle bir hukuk ihlali yapılamaz. İnsanlar, vakıf
malını düşmana, üstüne üstlük tazminat da ödeyerek, vermekle suçlanırlar.

Hem neden yapılsın ki? Emlak komisyonundan amaç, tazminat miktarını azaltmak,
tazminat ve iade yerine takas yapmak, bunların hiçbiri olmazsa da, zaman
kazanmaktı. Oysa vakıf mallarını geri almaya çalışırsak, aynı amaçlara çok daha
başarılı biçimde ulaşabiliriz.

Muazzam değeri olan İstanbul’daki azınlık vakıflarını er veya geç sahiplerine
iade edeceğiz. Bu, sadece bir Kopenhag Siyasi Kıstası değil. AİHM’ye gidecek
olsalar, zaten kazanacakları haklarını önceden kabul etmek akıl gereği. Biz de
hiç olmazsa Kıbrıs ve Yunanistan’daki vakıflarımızı kurtaralım.

Yorumlar kapatıldı.