İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Güçlünün haklı olma şansı daha yüksektir

Ayşe Günaysu

Evet, güçlünün haklı olma şansı daha yüksektir. Çünkü güç, ikna edicidir. Gücün ikna kabiliyeti sözcüklerden çok daha yüksektir. Bütün insanlık tarihi bunu doğrular.

Şu son karikatür krizi üzerine insanlarımızın şiddet kullanan inançlılar karşısında ne kadar alttan aldığını gördükçe gücün haklı olma şansının daha yüksek olduğu gerçeğini daha çok hatırlar oldum.

Bu toplum milli hislerin rencide edilmemesi gerektiğini söyleyerek linç girişimlerine nasıl hoşgörü gösterdiyse, dini inancın incitilmemesi gerektiği noktasından yola çıkıp, binaları ateşe veren kitlelere, ölüm fermanı yayınlayan devlet adamlarına hoşgörü gösteriyor. Başbakandan köşe yazarına, insan hakları kuruluşlarına kadar herkes kitlesel şiddeti net bir şekilde reddetmek yerine, onu gerekçelendiriyor. Oysa burası “Yahudilerin hepsi katil, namussuz, ahlaksız değildir… Amma dünyanın en büyük katilleri, en şedit namussuzları, en iğrenç fanatikleri Yahudilerin içinden çıkmaktadır” sözlerinin (Vakit, 26/3/1004) ya da devletin resmi ağızlarından telaffuz edilen “Ermeni dölü” lafının aşağılanma sayılmadığı ama her fırsatta “Türklüğü tahkir ve tezyif etme” davalarının açıldığı bir ülke. Çünkü bazılarının aşağılanması serbest.

Karikatür krizinde de herkes Müslümanların incinen dini hislerine büyük bir anlayış gösterme halinde. Ne de olsa burası galeyana gelmiş dini inançlarla insanların ateşe veridiği, domuz bağlarıyla bağlanıp işkence evlerinde katledildiği, güpegündez sokak ortasında satırlarla doğrandığı, oruç tutmadığı için öldürüldüğü ülke. Korku dağları bekliyor.

Gücün ikna ediciliği sadece korkudan kaynaklanmıyor. İnsanlar güce saygı da duyuyorlar. Giderek seviyorlar. Aslında en kötüsü bu. Korku isyan duygusuyla yenilebilir ama güce duyulan ve gerçekte aşağılayıcı bir şey olan saygı ve sevgi korkudan çok daha etkili ve kitleseldir.

Bazen güce, konjonktür gibi başka faktörler de yardımcı olur. Otoriter, totaliter, militer laik sistem sayesinde düştüğü mağdur konumundan çok iyi yararlanan İslami kesim Türkiye’nin sol, muhalif kesimlerinin yanı sıra Kürt ulusal hareketinin hatırı sayılır desteğini yanında buldu. Muhalifler de birçok konuda olduğu gibi zor, karmaşık meseleleri mümkün olduğu kadar düzleştirerek, kendi bağımsız ölçütlerinin yol göstericiliğinde, mesela türbanlılara eğitim hakkı gibi her bir özgül durumu ayrı değerlendirmek yerine, Kemalist militarist milliyetçiliğin karşısında konumlanmış İslami kesimi toptan müttefiki yaptı. Oysa güç yalnızca topta tüfekte değil. Güç aynı zamanda çoğunlukta. Güç yalnızca yukarıdan aşağıya inmez, aşağıdan yukarı da yükselir. Bu memleketin tarihi boyunca radikalizme ve şiddete her zaman açık olan Müslüman kitlelerin sahip olduğu ürkütücü güç, en az militarist Kemalist Türk milliyetçiliğinin silaha dayalı gücü kadar demokrasiye yabancıdır. Elbette İslami kesimde insan haklarına ve demokrasiye gerçekten inananlar var, ama kitleleri yönlendirecek güçte olanlar, onlar değiller. Belirleyici olan şu ki, bu memlekette hiçbir zaman gerçek anlamda kitleselleşememiş faşistler ne zaman, nerede kanlı bir kitlesel güce ulaştılarsa bunu, İslami motifleri kullanarak başarabildiler. 1895-96 Ermeni katliamlarında da, 1915 Ermeni soykırımında da bu böyleydi, camiye bomba konuldu yalanı ile yüzün üzerinde insanın baltalarla, satırlarla doğrandığı Kahramanmaraş katliamında da, ondan önce Kanlı Pazar’da da, daha sonra Sivas’ta insanların yakılmasında da hep böyle oldu.

Türkiye’de muhalifler bütün bunları unutup, İslami kesimin uğradığı insan hakları ihlallerinden yola çıkarak İslam’la omuz omuza verdi. İHD Genel Merkezi’nin karikatür krizi sonucunda patlak veren şiddet olayları üzerine Mazlum-Der’le ortak yayınlandığı basın açıklamasında dini duyguların rencide edilmesinin kınanmasına, şiddetin kınanmasına ayrıldığından aşağı yukarı üç kat daha fazla yer ayrıldı. Aynı günlerde Nuray Mert “Türkiye dini hassasiyetlerin kolaylıkla şiddete dönüştüğü ülkelerden biri değil” diye yazabiliyordu. Nuray Mert’in gözünde Türkiye’nin dini hassasiyetlerin kolaylıkla şiddete dönüştüğü bir ülke olması için, Sivas’ta 36 kişinin her yıl yakılması, Hizbullah’ın işkence evlerinin bütün Türkiye’ye yayılması ve hiç bitmemesi, Kahramanmaraş olaylarının şöyle iki-üç yılda bir yeniden yaşanması, sinagogların yılda birkaç kez bombalanması gerekiyor. Ölçülerin bu kadar şaştığı, şiddet karşısında çıtanın bu kadar düştüğü, standartların yerlerde süründüğü bir yerde sağduyu, akıl, izan, henüz çok ama çok uzağımızda.

Yorumlar kapatıldı.