İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

ERMENİ ÇOBANLARININ MAVİ TANRISI

Tilda Haveriyan

Ermeni çobanlarının tanrısının mavi olduğunu biliyor muydunuz?

Yağmur yağmasa, sular çoğalmasa koyunlar susuzluktan kırılır. Tarlalar kurur.

Köylüler ve çobanlar dünyanın bütün kara parçalarında yağmur duasına çıkar.

Ermeni çobanlar da.

Ama Ermeni çobanlarının tanrısı mavidir.

Nedense bir tek Ermeni çobanlarının tanrısı mavidir.

“Mavi tanrım, masmavı tanrım …. ” diye yalvarırlar.

Sadece yalvarmakla kalmazlar, en has koyunlarını da adak olarak adarlar.

Yağmur yağar, sular çoğalır. Ama, çoban bu koyuna kolay kolay kıyamaz. Tanrı için olsa bile. Bu defa, has koyunun sürüye bağışlaması içini tanrıya yalvarır.

Tanrı gazaba gelir. Adağından vazgeçen çobanı ve sürüsünü taşa çevirir.

Bu masalı Ermeni yazar Hamasdeğ “Güvercinim Harput’ta kaldı” kıtabından anlatır.

Bir adam neden Amerika’da oturup, Harput’un küçük bir köyü ile ilgili öyküler yazar. Ya da yıllardır ayak basmadığı Diyarbakır’ın Gavur Mahallesini sayfalar boyu anlatır.

Hagop Mıntzuri, bademcik ameliyatı olmak için geldiği İstanbul’dan bir daha köyüne dönemez, Birinci Dünya Savaşı patlamıştır. Askere alınır. Kendine sözcüklerden bir köy kurar. Yoları, tarlaları ve insanları ile eksiksiz bir köy.

Savaş ve techir, yüzbinlerle birlikte bu adamları da atar, gurbet ellere.

Bir daha dönemyeceklerini duyumsarlar.

Duyumsadıkları başka birşey terk ettiklerinin, bıraktıkları gibi kalmayacağıdır. Ne insanları kalacaktır, ne evleri, ne kiliseleri, ne de tarlarları.

Öyle de olur.

Köylerinin isimleri bile kalmamıştır.

Tarlaraları ve ineklerinin artık başka sahipleri vardır.

….

Bir tek şey kalmıştır yapabilecekleri.

Köylerini, yazıda yeniden kurmak.

İnsanlarını yazıda yeniden yaşatamak.

Belki budur, onlara sonsuz yaşamı başedecek olan.

Ve buna girişirler.

Hamasdeğ, Amerika’ya yerleşir. Orada kendine bir yaşam kurar. Ama kalemine takılan Harput’tur. Harput’u ve köyünü anlatır, bıkıp usanmadan. Mıgırdiç Margosyan, ana dilini öğrenmek için İstanbul’a gönderilir. Bir daha Diyarbakır’a dönmez. O hüzünlü şehiri anlatır. Diyarbakır’ı. Öykülerinin büyük bölümü, “Bizim oralarda, Diyarbakır’da….” diye başlar. Gerçeğe o kadar bağlıdır ki, ne mekanların, ne öykü kahramanlarının adını değiştirir.

Baska şeylerin yanında bu bir sürgün edebiyatıdır da.

Dönememenin gerginliği, isteseler bile gidememenin hüznü ve kahri bu öyküleri yazdırmıştır belki.

Ermeni halkı da, artık haritada silinmiş olan köylerini ve kütüklerde karalanmış isimleri tarihe mal etmek için yazıya sığınırlar belki.

Ve geçmişi anlatırken, bazen tanrının rengi maviye dönüşür.

Not: Fotoğraf Matthew Karanian (2002) ” Armenian Shepherd (Ermeni Çoban)”.





Yorumlar kapatıldı.