İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Özkök´e açılan dava



Altan Öymen



Beş gazetecinin duruşmasının basındaki ve televizyonlardaki yankıları, sadece ‘Pamuk’ ve ‘Ermeni’ kelimeleriyle mi ilgili?.. Yoksa, duruşmaları gösteri fırsatı olarak kullanan grupların çıkardığı olaylarla mı?.. – Basın davaları ‘mesleğin gerçeği’ mi?..



Değerli gazeteci arkadaşım Ertuğrul Özkök’ün Hürriyet’teki yazılarını ilgiyle okurum. Basına yeni bir hava getirmiştir. Çok akıcı bir üslubu var. Seçtiği konular da ilginç. İnsanı bazen düşündürüyor, bazen eğlendiriyor.

Bazen de şaşırtıyor. O da bir ‘haslet.’ Okurlar yazarlardan zaman zaman sürpriz de beklerler. Dünkü yazısı en azından- bende o etkiyi bıraktı.

Konusu, beş gazeteci arkadaşımın salı günkü duruşmasıydı. O duruşmayı izleyenlerin çok olmasıydı. Duruşmanın haberlerine televizyonlarda ve gazetelerde ayrılan yerin geniş olmasıydı.

Özkök, bunu, başka basın davalarına gösterilen ilginin az olmasıyla karşılaştırıyordu. Örnek olarak da, kendisi ile Oktay Ekşi’nin aynı mahkemedeki bir dâvasını gösteriyordu. Ve bir sonuca varıyordu.

Bunu yazısından aynen alayım ki, kendi düşüncemi söyleyebileyim. Şöyle yazıyordu:

“Bundan bir hafta önce, tam tarihi ile 30 Ocak Pazartesi günü aynı kapıdan iki başka gazeteci daha içeri girmişti.

Bunlardan biri Basın Konseyi Başkanı ve Hürriyet Gazetesi başyazarı Oktay Ekşi’ydi.

2 yıl önce basında 50’nci yılını kutladığımız, bugüne kadar ismine toz kondurmamış dürüst bir gazeteci.

Yanındaki ikinci kişi ise bendim.

Hürriyet Gazetesi genel yayın yönetmeni ve köşe yazarı.

Kapıda Milliyet’in, kendisi de ifade verecek olan muhabirinden başka kimse yoktu.

Ne bir kamera, ne bir foto muhabiri…

Tabii ne de bir AB temsilcisi veya sivil toplum örgütü mensubu.

Sessizce binaya girdik.

Sessizce çıkıp işyerimize döndük. (…)

Biz de öteki beş arkadaşımızla aynı iddiadan dolayı oradaydık.

Yani yargı kararlarını eleştirmek.

Nedense hiçbir sivil toplum örgütü, hiçbir AB mensubu bizim davamızla ilgilenmemişti?

Öteki arkadaşlarımız çok önemli gazetecilerdi de biz hiç tanınmayan insanlar mıydık?

Bu sorunun cevabı çok basit.

Bizimle ilgili iddia, ne Ermeni ne de Orhan Pamuk konusuyla ilgiliydi.”

* * *

Özkök, kendisi ve Ekşi’yle ilgili olarak açılan davanın, Adnan Hocacı diye bilinen bir grubun üyelerinin şikâyetiyle açıldığını belirttikten sonra şöyle devam ediyor:

“Kısaca biz de yargı kararını eleştirmekle suçlanıyorduk.

Ama görüyorsunuz.

Yazınıza Ermeni veya Orhan Pamuk kelimeleri girmediği zaman, bazı kişilerin ve kurumların arama motoru çalışmıyor.

Diyeceksiniz ki, ‘Sen en büyük gazetenin genel yayın yönetmenisin. Niye kendi gazetende bunu mesele yapmadın?’

Yapmadım, çünkü her yıl birçok defa bu gibi iddialarla savcı ve hâkimlerin önüne çıkıyorum.

Bunlar mesleğimizin gerçekleri.

Öyleyse niye kinayeli konuşuyor, şikâyet ediyorsun?

Tek bir şeyi söylemek için.

Basın özgürlüğü konusu sadece Kürt, Ermeni ve Orhan Pamuk meselesinden ibaret değildir.”

* * *

Ertuğrul Özkök’ün görüşlerinin sonuncusu elbette doğru. Basın hürriyeti, sadece bazı kişilerin veya grupların meselelerinden ibaret değildir.

Tabii, şu görüşü de doğru:

Basın mensuplarına karşı açılan ve açılmakta olan birçok dava var. Bunların çoğu da, basına haber olarak bile yansımıyor.

Bu doğru. Ama bunun nedeni acaba, sadece o davaların “Orhan Pamuk veya Ermeni meselesiyle ilgili olmaması” mı?

Özkök, işte burada bence büyük bir yanlış yapıyor.

Bunun başka bir nedenini, zaten kendisi yazıyor:

Kendisiyle ilgili davalara bile, “Bunlar mesleğimizin gerçekleri” diye bakıyormuş.

Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve köşe yazarı olarak kendisine ve Hürriyet başyazarı Oktay Ekşi’ye açılan davaları da önemsememiş. Mesele yapmamış.

Bence, bu da yanlış. Onları mesele yapması gerekirdi.

Çünkü, “Mesele yapmadım” dediği şey, o mesele yapmasa bile, önemli bir meseledir. Sadece onun ve Ekşi’nin kişisel meselesi değil, tüm Türk basınının çok genel bir meselesidir.

Herkes görüyor: Ortada Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci ve 288’inci maddelerinin bazı uygulamaları var. Doğrudan doğruya ülkemizdeki basın özgürlüğünü tehdit ediyorlar.

Bunlar “Mesleğin gerçekleridir” diye doğal karşılanırsa ve, bunların sanığı olan gazetecilerin gazetelerine bile gereği gibi yansımazsa, o gerçekler, zaman içinde daha da beter birer ‘gerçek’ haline gelir.

* * *

Evet, gazeteciler hakkında birçok dava var ama, bunlardan bazıları dışında büyük kısmına ilgi gösterilmesinin nedenleri çeşitli.

Biri, Özkök’ün de yazdığı gibi, bu konudaki haberlere gazete yöneticilerinin ilgi göstermemesi…

Öteki nedenlerin bir kısmı da, bunun sonucu olarak ortaya çıkıyor: Gazete yönetmenleri basın davalarına ilgi göstermeyince, muhabirler de, foto muhabirleri de onların şefleri de ilgi göstermiyorlar.

Tabii, niçin göstersinler, haberlerini yazsalar, fotoğraflasalar bile, bunlar yayımlanmayacaksa?..

Ayrıca, Özkök’ün sözünü ettiği kişiler ve sivil toplum örgütleri izlemek isteseler de, gazeteler yazmayınca, nereden öğrenecekler o davaların ‘var’ olduğunu ve görülmekte olduğunu?..

Geçen salı günü, benim izlediğim ‘gazeteciler duruşması’nın öncesinde bazı basın duruşmaları daha varmış. Onları da pek az kişi izlemiş. Bilseydim, adliyeye giderken biraz erken davranıp, o duruşmaları da izlerdim. Ama nereden bileceğim? Benim okuduğum beş gazeteden hiçbirisinde, o sabahı bir yana bırakalım, daha önceki günlerde ve haftalarda oradaki diğer sanıklarla ilgili açılmış davalara dair küçücük bir haber bile görememiştim.

* * *

Kısacası: Basın mensupları hakkında açılan davaların çoğuna, basının içinden de yeterli ilgi gösterilmiyor. Bu bir gerçek. Peki, daha önceki Orhan Pamuk davası ile salı günkü beş gazeteci davasına, gazeteler, televizyonlar niçin ilgi gösterdi?

Ertuğrul Özkök, bunu ‘Orhan Pamuk’ ve ‘Ermeni’ kelimeleriyle ilişkilendiriyor. Dava konusu yazılar içinde o iki kelime yoksa, “Bazı kişilerin ve kurumların arama motorları çalışmıyor”muş. Yani, onlar, o yazılarla ancak, ‘Orhan Pamuk’ ve ‘Ermeni’ kelimelerini içeriyorsa ilgileniyorlarmış.

Evet, bu, bazı kişiler için elbette doğru olabilir. Türkiye’de de, Avrupa’da da, Orhan Pamuk’a veya Ermeni konusuna özel ilgi duyanlar vardır. Davayı izlemeleri, o özel ilgileri yüzünden olabilir.

Ama, Orhan Pamuk davasının da, ‘beş gazeteci’ davasının da, Türk gazetelerine ve televizyonlarına geniş ölçüde yansıması, o kişilerin o davayı izlemeleri yüzünden midir? Yoksa onların o davayı izlemelerini bahane edip olay çıkarmak isteyenler yüzünden mi?

Orhan Pamuk davası sırasında Şişli Adliyesi’nin ve etrafının televizyonlara yansıyan manzaraları unutulabilecek gibi midir?

Davayı izlemek isteyenlere tokatlarla, tekmelerle saldırılmıştır. Sanığın arabasına taşlı sopalı saldırılar yapılmıştır. Bina etrafında toplanıp elleriyle ‘bozkurt’ işareti yapan kalabalığın taşıdığı pankartlar ve attığı sloganlarla, etrafa hakaretler yağdırılmıştır.

Orhan Pamuk davasının basına ve televizyonlara normal boyutlarından çok daha geniş yayınlarla yansımasının nedeni, asıl o olaylar değil midir?

* * *

Salı günkü Bağcılar Adliyesi’ndeki ‘gazeteciler duruşması’nın nedeni de aynı değil midir?

Son iki günkü yazılarımızda ayrıntılarıyla anlatmaya çalıştık. Şişli Adliyesi’ndeki davanın ‘şikâyetçi’si olan avukatlar grubu, Bağcılar’daki davanın da ‘şikâyetçisi’ydi. Şişli davasının duruşmasında elleriyle ‘bozkurt’ işareti yapan gruplar da, Bağcılar Adliyesi etrafında pankart taşıyıp slogan atıyordu.

O yüzdendir ki, çevik kuvvet ekibi, adliye etrafında ve içinde yoğun önlemler almıştı.

İyi ki de almıştı: Yoksa, aynı zorbalık eğilimleri dışarıdaki pankartlarda da görülüyordu, mahkeme salonunda hâkim kararına meydan okuma gösterilerinde de…

Olan bitenler, gazetelere, televizyonlara, elbette geniş olarak yansıyacaktı. Bunda yadırganacak bir şey yok:

Bir kere, tüm gazeteler için ‘haber değeri’ taşıyan bir olay var. Beş gazeteci yazar için ‘mahkemeye hakaret’ davası açıp, mahkemeyi ‘müstemleke mahkemesi’ne benzeten bir avukatlar grubu var. Hâkimin kararını dinlemedikleri gibi, kararın uygulanması davetini yapan güvenlik güçlerine direniyorlar. Olaylar çıkıyor.

Dışarıda da, dava edilen yazarları vatan hainliğiyle suçlayan pankartlar var. Çevik kuvvet önlem almasa, orada da olay çıkacak. Şişli davasında olduğu gibi…

Üstelik, bu davanın, haber değerinin yanında, basın açısından daha da büyük bir önemi var. Çünkü çıkarılan ve çıkarılmak istenen olayların hedefi belli: Basın özgürlüğüne Ceza Kanunu uygulamalarının üstüne ‘fiili bir tehdit’ daha getirmek istiyorlar: “Bizim istemediğimiz şeyleri yazarsanız, sizi vatan haini ilan ederiz” tehdidi. “Başınıza işler açarız” tehdidi…

Bunu sadece ‘Ali Kemal’ adını kullandıkları pankartlara yazmıyorlar. Mahkemeye sundukları müdahale talebinde de açıkça yazıyorlar. Dün bu sütunlarda bir bölümünü yayımladım. Okurken görüyorsunuz, şikâyet ettikleri gazeteci ve yazarları sadece yargı önüne çıkarmakla yetinmiyorlar. Onları, ’emperyalist güçlerden destek almak’la, ‘Türk milletinin bekasıyla oynamak’la, ‘mütareke dönemi aydını’ gibi davranmakla, ‘milleti zayıflatmak ve çökertmek’le suçlayarak, zaten bir ‘yargısız infaz’ muamelesine uğratmış bulunuyorlar.

Bütün bunların ‘haber değeri’ yok mu? Sadece ‘haber değeri’ açısından değil, ‘basın özgürlüğü’ açısından da düşündürücü değil mi bunlar?

Ve bunlarla, sadece bugün yargılanan gazeteci arkadaşlarımızın ve onların gazetelerinin değil, tüm basınımızın daha yakından ilgilenmesi gerekmez mi?.. Başta, ülkemizin en büyük gazetesinin genel yayın yönetmeni değerli arkadaşımız Ertuğrul Özkök olmak üzere?..

Yorumlar kapatıldı.