İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hıristiyanlara mescit ibadeti

Hz. Peygamber, Necran’dan ziyaretine gelen Hıristiyanlara mescitte ibadet etmeleri izni verdi, Müslümanları koruyan Hıristiyan Habeşistan Kralı Necaşi öldüğünde de cenaze namazı kıldırdı

AVNİ ÖZGÜREL

İslam öncesi Arabistan Yarımadası inanç denizi halindeydi. En yaygın inanç putperestlikti. Bahreyn, Oman, Necran, Yemen taraflarında Mecusilik, Hıristiyanlık, Musevilik yaygındı, hatta Necran’da nüfusun çoğunluğu Hıristiyan’dı. Ama Mekke ve çevresinde neredeyse bunların hiçbirinin inanlısı yoktu.

Putperestlik denince tek bir puttan söz etmiyoruz tabii. Mekke çevresinde bir kabilenin putu kadın görünümünde, bir kabileninki arslan şeklindeydi. Yemenliler de at şeklinde bir put seçmişlerdi. Mekke putları Lat, Uzza ve Menat adını taşıyordu.

Putperestlik

‘Allah’, ‘Rab’ kelimeleri vardı dillerinde ama hepsinin bunu söylerken kastettiği ilah farklıydı. Hz. Musa ve Hz. İsa’ya putlara olduğu kadar itibar yoktu. Araplar, “Çarmıha gerilmiş bir adama neden inanalım ki. Peygamberse kurtulması gerekirdi” diyorlardı.

Buna karşılık eski Babil dininin kalıntısı olan ve yıldız tapımına dayalı Sabiilik yaygındı mesela. Bu inanç yetiştirdiği âlimler açısından dikkat çekicidir. İslamiyet’in güç kazandığı dönemde de Sabiiler rahatsız edilmediler. Ve Kur’an’da üç ayette Hıristiyan ve Musevilerle birlikte Mandeenler denilerek ‘ehl-i kitab’ olarak zikredildiler. Musevilik de Yahudilere mahsus bir din olmakla birlikte Teyma, Hayber, Yesrib, Fedek taraflarındaki kabileler içinde yaygındı. Yemen’de hükümet bir ara Museviliği devletin resmi dini kabul etmişti.

Marcianus devri

Hıristiyanlık inancı ise Arabistan’a Bizans İmparatoru Marcianus zamanında onun Hz. İsa’nın vekili olduğuna inananlarca teşkil edilen Melkit mezhebi üzerinden geldi. Ve yarımadanın Yemen’e yakın bölgelerinde taraftar buldu. Kuzeyde de Dumet-ül Cendel ve Hire halkından Hıristiyan olanların sayısı çoktu.

Mekke ile Yemen arasında bir yerleşim yeri olan Necran’a köle olarak gelen Phemion adındaki bir kişinin Hıristiyan inancını yaydığı kabul ediliyor. Ancak Hz. Muhammed peygamberlik görevine başladığında Mekke’de bile az sayıda da olsa Hıristiyan bulunduğuna şüphe yok. Nitekim Hz. Muhammed’in eşi Hz. Hatice’nin amcasının oğlu Varaka Hıristiyan’dı. Üstelik bu dinin kutsal metinlerine vakıf olmaktan öte Hz. Muhammed ilk vahyi aldığında tereddüde düştüğünde onu dinleyip peygamberliğinden kuşku duymaması gerektiğini söyleyen kişiydi.

Şikâyet için gelmişlerdi

Hıristiyan oldukları için Müslümanların hâkim olduğu bölgelerde rahatsız edildiklerini, bu durumu ortadan kaldırmak için en yetkili kişiyle, yani Hz. Muhammed’le görüşmeleri gerektiğini düşünen Necranlılar aralarında heyet oluşturup Medine’ye gönderdiler.

Altmış kişilik heyet Medine’ye ulaştığında vakit ikindiydi. Ve Hıristiyanlar görüşmeden önce inançlarına uygun şekilde ibadet etmek istediler. Bunun üzerine Hz. Muhammed onlara evinin bitişiğindeki ilk ve tek mescidi işaret etti, orada ibadet edebileceklerini bildirdi. O dönemin Hıristiyanları günümüzdeki gibi klasik kilise düzeni olmadan ibadet edemez değillerdi. Hatta secdeyi de içeren, günümüzde Süryanilerin benimsediği tarzda, yani namazı andırır şekilde ibadet ediyorlardı.

Hadislerde onların mescide girdikleri ve ‘Doğuya dönerek’ ibadetlerini yaptıkları kaydediliyor. Ve sonrasında Hz. Muhammed’in onlara Kur’an’da Al-i İmran suresine de yansıyan, “Resulüm de ki, ey ehl-i kitab, sizinle aramıza müşterek olan bir söze gelin. Allah’tan başkasını mabud tanımayalım; O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilahlaştırmasın…” söylemi. Nihayetinde de “Bismillahirrahmanirrahim, Bu Allah’ın elçisi Peygamber Muhammed’in Necran yazısıdır…” diye başlayan, Hıristiyanların can ve mallarıyla ibadethanelerine, din adamlarına Müslümanlarca zarar verilmeyeceği taahhüdünü içeren anlaşma…

“Necranlıların canları, dinleri, vatanları, malları, burada bulunanları ve bulunmayanları, aşiretleri ve onlara bağlı olanlar Allah’ın himayesi ve Paygamber Muhammed’in emanı altındadır. Şu an içinde bulundukları hallerine müdahale edilmeyecek, dinlerinden ve haklarından hiçbir şey değişmeyecektir.

Ne bir piskopos bu görevinden, ne bir rahip rahipliğinden, ne de bir kilise bakıcısı bu görevinden alınacaktır. Ellerinde bulunan az ya da çok her şey kendilerinindir. Artık ne geçmişten dolayı töhmet ne kan davası vardır. Onlar savaş için çağrılmayacak, mahsullerinden de onda bir vergi alınmayacaktır.

Yurtlarını başkalarının askerleri çiğnemeyecektir. Kim hakkını isterse zulmetmeden, zulme de uğramadan insaf ile hükmedilecektir. Bundan sonra kim faiz alırsa benim emanımdan (korumamdan) çıkmış demektir. Onlardan hiç kimse diğerinin yerine cezalandırılamaz. Necranlılar üzerlerine aldıkları yükümlülükleri yerine getirip iyi hal üzere devam ettikleri sürece bu sayfada yazılı olan hususlar Allah’ın emri gelinceye kadar Allah’ın himayesi ve Resulullah Peygamber Muhammed’in emanı altındadır…”

Necran heyetinin Mekke’ye geldiğinde hayli şatafatlı göründüğü, hepsinin ipekli kumaşlardan kıyafetler, takılar kullandıkları, Hz. Muhammed’in heyeti bu zenginlik tablosundan sıyrılmaları şartıyla huzuruna kabul ettiği, aralarındaki müzakerenin ‘Hz. İsa’nın kimliği’ noktasında düğümlendiği v.s. İslam tarihlerinde uzun uzadıya anlatılır.

Habeş kralına saygı

İslam’ın ilk yıllarında Müslümanların Mekke halkından eziyet gördüğü biliniyor. Baskılardan yılan cemaatin can emniyetlerini nasıl sağlayabilecekleri konusundaki sorusuna Hz. Muhammed’in cevabı da: “Ehl-i kitap bir hükümdarı olan Habeşistan’a gidin…”

İslam tarihindeki izinli bu ilk göç sayesinde pek çok Müslüman’ın hayatı kurtuldu. Habeş Kralı Necaşi, Hıristiyan’dı. Ama ülkesine gelen ve tanıyıp sohbet ettiği Müslümanların doğru insanlar olduklarına inandığı için onları Mekke baskısına rağmen himaye etmiş, Habeşli tüccarların Mekke kabilelerinin hâkim olduğu coğrafyadan gelmelerine mani olunacağı tehdidine rağmen onları düşmanlarına teslim etmemişti. Kendisine yönelik sempati dolayısıyla Müslüman olduğuna inanılan Necaşi’ye Hz. Muhammed’in yaklaşımı da diğer hükümdarlardan çok farklıdır.

İslam’ın güçlü olduğu dönemde çeşitli krallara onları İslam’a davet için mektup yazan Hz. Muhammed, Necaşi’ye gönderdiği mektuba selam söyleyerek başlar… Ve İslam’a davetinin ilk cümlesinde Hz. İsa’yı, ‘Allah’ın iffetli, temiz, pak ve bakire Meryem’e ika ettiği kelime’ ve ‘Ruhullah’ olarak tanımlar. Hz. Muhammed’in bu belge kadar önemli bir tavrı da Necaşi’nin ölüm haberi üzerine tepkisidir. Kaynaklarda onun bir gün mescide gelip Müslümanlara, “Kalkın” dediği ve “Kardeşimiz Necaşi’nin cenaze namazını kılacağız” uyarısıyla duaya davet ettiği bilgisi var.

Çerçeve

Diyarbakır Ziya Gökalp’i anar mı?

Doğumunun 130’ncu senesini idrak edeceğiz martta Ziya Gökalp’in… Ekimde de vefatının 72. senesini. Hep gönlümden geçti, her vesileyle de Diyarbakırlılara önerdim:

Gökalp ‘Türk Milliyetçiliği’ fikrinin öncülerinden elbette ama Türk-Kürt kardeşliğinin de sembol isimlerinden. Benzer bir bayrak adam Süleyman Nazif’tir. İkisi de Diyarbakırlı, ikisinin de aile geçmişinde Kürtlük var. Gökalp Sempozyumu yapılabilir pekâlâ. Onun Kürtlerle ilgili değerlendirmeleri dahil tartışılabilir.

Keza İstanbul işgal edildiğinde gazetesi onun yazısının başlığı olan ‘Kara Gün’ manşetiyle çıkan Süleyman Nazif’i. Ortak değerlerimiz bunlar bizim. Birlikte onları anmayacaksak neyi anacağız?

Çerçeve

Eski ‘Radikal’

Radikal’in ‘elden ayrıksı’ bir gazete olduğuna şüphe yok. Bu haliyle çoğu zaman yadırgandığını biliyorum. Son bir ayda Radikal’i aşırı solda olmaktan tutun, sağa kaymış, Alevilerin sesi haline gelmiş, marjinal bulduklarını söyleyen, biri diğerini tekzip eden hayli mail aldım. Ama bu tarzın ilk örneği değil Radikal.

Ali Raşit ve Filip Efendi tarafından yayımlanan Terakki, haftada altı gün yayımlanan ilk gazete olmanın yanı sıra bizde ilk ‘kararlı muhalif ses’ti. Hükümete yönelik aşırı tenkitlerinden dolayı 1870 ve 1874’te iki defa kapatıldı Terakki. Ebüzziya Tevfik, Ayetullah Bey, Recaizade Mahmut Ekrem gibi imzalar vardı Terakki’de.

Mizahi Letaif-i Asar ve kadınlar için ve Hanımlara Mahsus adlı haftalık ilaveler veriyordu. Terakki’nin mahiyeti hakkında fikir vermek için aklıma gelen son bir notu da kaydedeyim. Ülkemizde Karl Marx’ın makalesini yayımlayan ilk gazeteydi o… Son kapanışının ardından Hakayık-ül Vekai (Hadiselerin Hakikati) adıyla yayın hayatına devam etmeye çalıştı, ama bu defa eski iddialı tutumunu sürdüremedi.

Yorumlar kapatıldı.