İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Düşünce diktatörü!

Hasan Cemal

Yıllardan beri dün ilk kez mahkemeye çıktım.

Yargılandım.

Neden mi?

Üniversite çatısı altında bir konferansın yapılmasını savunduğum için. Böyle bir konferansın yasaklanmasına karşı çıktığım için.

Bu yasağın akademik özgürlüğe, üniversite fikrine, hukuka ve demokrasiye aykırı olduğuna inandığım için.

Ve bu eleştirilerimi sert bir dille bu köşede iki kez yazdığım için 3 yıla kadar hapis cezasıyla yargıç önüne çıktım dün…

Ve içim acıyarak, hüzünle şu tespiti yaptım:

Hem davanın genel havası, hem duruşma salonunun içinde ve dışında yaşananlar, hem de sıkı polis çemberinde mahkemeye giriş ve çıkışlarımız, bütün bunlar, Türkiye’de hukuk ve demokrasi mücadelesinin ne kadar zorlu olduğunu, ne kadar sabır ve kararlılık gerektirdiğini, zaman istediğini bir kez daha gösterdi.

Duruşma salonunun içinde ve dışında farklılıklardan nefret edenleri izledim. Attıkları sloganları dinledim.

Kimler miydi onlar?

Düşünce diktatörleri!

Onları izlerken, Stefan Zweig’ın Montaigne’i anlattığı bir yazısını hatırladım.

Şöyle der:

“Yanlış olan ve suç sayılması gereken tek şey vardır: Çeşitlilik içerisindeki dünyayı öğretilerin ve sistemlerin kıskacı arasına sokmaya kalkışmak… Yanlış olan, başka insanların özgür yargılarından, gerçekte istediklerinden uzaklaştırmak, aslında içlerinde bulunmayan birşeyi onlara zorla kabul ettirmeye kalkışmaktır. Böyleleri, özgürlük karşısında saygı nedir bilmeyenlerdir. Ve Montaigne, ‘yeniliklerini’ tek ve tartışılmaz doğru niteliğiyle dünyaya kabul ettirmek isteyen, yüzbinlerce insanın kanı pahasına haklı çıkmaya önem veren düşünce diktatörlerinden nefret ettiği kadar hiç kimseden nefret etmez.”

Düşünce diktatörleri sahneden kolay çekilmiyor.

N’apalım öyle.

Hukuk ve demokrasi zaman istiyor.

Dün ben sıramı savdım.

Yarın sıra bir başka meslektaşımda, Hrant Dink’te. Yarın o yargılanacak, ifade özgürlüğünü savunacak.

Sözü ona bırakıyorum.

* * *

Sevgili Hasan Cemal;

14.12.2002 tarihinde Urfa Mazlum-Der Şube Başkanlığı’nın paneline konuşmacı olarak davet edilmiştim. Panelin başlığı “Küresel Güvenlik, Terör ve İnsan Hakları, Çok Kültürlülük, Azınlıklar ve İnsan Hakları”ydı.

Konuşmamı yaptıktan sonra dinleyicilerin sorularına geçildi.

Bana yöneltilen sorulardan biri de, “Ermeni okullarında Türküm, doğruyum, çalışkanım…” andının söylenip söylenmediği ve söyleniyorsa bu durumda ne hissettiğimdi.

Şöyle dedim:

“Çalışkanım, doğruyum yanını çok seviyorum, bağıra bağıra söylüyorum, ‘Türküm’ bölümünü de ‘Türkiyeli’yim diye söyleyerek algılamaya çalışıyorum. Ben Türk değil Türkiyeliyim, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyım ve Ermeniyim.”

Bu noktada bir başka bir örnek vererek ulusal marşımızın “kahraman ırkıma bir gül” mısraına da değindim ve buradaki ırk vurgulamasından duyduğum rahatsızlığı dile getirerek şöyle dedim:

“Çocukluğumdan beri sizlerle İstiklal Marşı söylüyorum. Ancak son zamanlarda bir mısra var ki oraya geldiğimde tıkanıyorum. Ben susuyorum, sizler söylüyorsunuz, ben sonrasına katılıyorum ‘Kahraman ırkıma bir gül’…

Şimdi “ırk” “benim atam”, “kahraman”. Yani şimdi ulusal marşta yurttaşlık kavramını, ulusal bütünlüğü hâlâ mı ırkla, kahraman bir ırkla mı sağlamaya çalışıyoruz?

Orada susuyorum işte.

Mesela ‘çalışkan halkıma bir gül’ olsa ben hepinizden daha gür söylerim ama öyle değil.

Sevgili Hasan, işte bu sözlerim nedeniyle, Adalet Bakanlığı’nın onay verdiği yazılı izinle Türklüğü tahkir ve tezyiften yargılanıyorum. Üç yıla kadar hapis cezası isteniyor hakkımda.

Talimatla gönderdiğim savunmada şu hususa da dikkat çektim:

“Irk kelimesine yer vererek aslında ulusal marşta bütünleşmiyor, alenen bölücülük ve ırkçılık yapıyoruz. Bölücülük yapıyoruz, çünkü bu ülkede hepimiz aynı ırktan değiliz.

Türk’ü var, Rum’u var, Kürd’ü var, Ermeni’si var.

Aynı mısrayı aynı anda söyleyerek aslında hepimiz kendi ırkımıza gönderme yapmış oluyoruz. Bundan daha açık ırkçılık ve bölücülük olur mu?

Ne dersin Hasan, yanlış mı düşünüyorum?.

Hrant Dink.”

Siz ne diyorsunuz?

Yorumlar kapatıldı.