İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bu adamlar…

Etyen Mahçupyan

Medyanın kendisini bir siyasi aktör olarak ‘projelendirdiği’ dönemlerde gazeteler de bu programın taşıyıcıları haline geliyorlar. Örneğin Radikal gazetesindeki son değişiklikler doğrusu tam zamanında yapıldı. AB üyeliği destekçiliği ve insan hakları duyarlılığı açısından belirli bir tutarlılık izleyen bu gazetenin köşe yazarı boşluğunun Hasan Celal Güzel ve Avni Özgürel gibi söz konusu duyarlılığı paylaştıkları pek de belli olmayan isimlerle doldurulması, belki de bir ‘dizayn’ın parçasıydı. Nitekim her iki yazarın da Kürt meselesindeki demokrat ‘yanılgıları’ ayıklamak üzere işe soyunmaları, Güzel’in ilk yazı gününde gazetenin artık duayeni olarak görmemiz gereken Gündüz Aktan’ın Ermeni meselesi tartışmalarına ilişkin isim vererek nokta atışı yapması pek de tesadüfe benzemiyordu…

Ama bu gözlem tek başına genelleme yapmaya müsait değil… Bunun yanına Milliyet’in ardarda gelen AKP’yi yıpratmayı hedefleyen ancak haber niteliği açısından epeyce zavallı kaçan manşetlerini de koymakta yarar var. Nihayet Aşkın davasının ‘merkez’ medya tarafından nasıl kullanıldığını, içki ruhsatı konusundaki AB düzenlemesinin nasıl ‘içki yasağı’ haline getirildiğini de unutmamak lazım. Belli ki medyanın ‘merkez’ bölümü artık kendisini AKP’siz bir müstakbel koalisyon döneminin pembe hayallerine kaptırmış, bu stratejinin mimarı olmaya soyunmuş durumda. Söz konusu ‘proje’nin en önemli ayağı ise muhakkak ki AKP’nin İslami duyarlılık sahibi kesim dışından aldığı oyun önünün kesilmesi… Taktik ise iki türlü: Bir taraftan gazetecilik adı altında yürütülen manipülatif bir yorumculuğun ‘haber’ olarak sunulmasına ve laik kuşkuların yeniden üretilmesi; öte yandan AKP ile seküler kesimin demokrat aydınları arasındaki güven bağının kopartılmasına çalışılmakta.

Bu güven bağının kopartılması için ise şöyle bir yol izleniyor: Demokrat aydınların toplumla bağlarının zayıf olduğu, oysa AKP’nin halka muhtaç olduğu işlenirken; söz konusu aydınların bir anlamda ‘gayrı meşru’ oldukları ima edilmekte… Örneğin Ertuğrul Özkök demokrat aydınları isim vermeden ele almayı tercih ettiği 3 Ocak yazısında, bazı demokratların kendisi gibi olanlardan ‘bu adamlar’ diye söz etmesini eleştiriyor. Ona göre bu tavır bir ‘aydın terörü’, bir ‘azınlık istibdadı’… Özkök’ün Orhan Pamuk üzerinden şiddet siyaseti yapan düzeysizliğin parçası olarak görülmekten rahatsız olması umut verici olsa da; kendi pozisyon ve stratejisinin ‘bu adamlar’ınkinden nasıl farklılaştığı pek belli değil. Çünkü bugün medya organize bir tetikçilik sendromunun cazibesine kapılmış gözüküyor ve bu durumda ‘bu adamlar’ı birbirinden ayırmak iyice zorlaşıyor.

Örneğin Özkök’ün yazısının hemen ardından Avni Özgürel’in 4 Ocak’taki yine isim zikretmeyi tercih etmeyen yazısı nasıl yorumlanmalı? Aydınlara ‘kafirler’ diye hitap etmeyi, Orhan Pamuk ve Yücel Aşkın davalarını aynı kefeye koyarak aydın analizi yapmayı ve nihayette toplumu bu aydınların yüzüne tükürmeye davet etmeyi kendi anlayışına uygun bulan yazısında, Özgürel aydınların “halk arasına çıktıklarında ne olduğunun” Pamuk davasında görüldüğünü söylüyor… Yani oradaki düzeysizliği halkla bütünleştirirken aynı zamanda onaylıyor da… Belki de o sırada mahkemenin önünde bulunanlarla kendi arasında bir duygusal bağ buluyor…

Medyanın kendisini özneleştirip siyaset oluşturma kibrine kapıldığı dönemlerde, yazarların omurgalı bir tavır sergilemeleri zorlaşmakla kalmaz; her yazar kendi reflekslerini istemese de açığa vurur. Bu kritik bir ikilemdir… Hem yaptığınızın farkında olduğunuz için kendinizi ‘bu adamlar’dan ayırmak istersiniz; hem de yaptıklarınızı temizleme uğraşı içinde ‘bu adamlar’dan biri haline gelirsiniz…

Yorumlar kapatıldı.