İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Neo-kemalizme doğru gerilerken

Yelda Özcan

Son bir ayım ev aramakla geçti, ev alma komşu al hesabı, bulduğum evlere bakmaya gittiğimde çevrede biraz dolanıyordum. Eğer başörtülülerin çok olduğu bir yer ise evin içine bakmadan döndüğüm oldu. Berlin’de de bu kadınların varlığı, o çevrede ne tür Türk erkekleri bulunduğunun işareti. 12 Eylül sonrası Fatih’te yedi yıl yaşadığım karabasanın Berlin’in orta yerinde bana hatırlatılmasını istemedim.

1960’larda, 70’lerde Türkiye’den gelen kadınlar, kızlar danslara giderlermiş. Almanya’da da Türkiye’deki gibi gelişme göstermiş bizimkiler: geriye doğru. Aradan geçen 40 yıldan sonra bugün hala yüzme bilmeyen kadınlar biziz, diğer İslam ülkelerinden gelenlerle birlikte. Üç tarafı denizlerle çevrili olsa da, okyanuslara kıyısı olsa da, İslamın hükmettiği ülkelerden gelenler, babasının, kocasının denize girmesine izin vermediği kadınlar.

Türkiye’de kılık kıyafet devrimi mayası, ‘hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ mayasının tuttuğu kadar tuttu. Yalan ve inkar üzerine oturtulan yapıda, her 10 yılda bir darbe korkusuyla yaşandı: TC 82 yaşındayken, bu zamanın 1/3i darbe yönetimi altında geçmişti. Ve yıllarca süren sıkıyönetimler. Ardından Kürtlere, gizlenmişlere, sindirilmişlere OHAL. 17 yıl boyunca, ta ki EU baskısıyla kalkana kadar. Biliyorum kulağa hiç hoş gelmeyecek ama, böyle baskılar için baskıcılara teşekkür edesim geliyor hep.

Her sıkıyönetimle, her darbeyle, olağanüstü halle cehalet taçlandırıldı. Evren’in attığı nutuklarda onlar zararsızlar; okumuşlar ve okumaya hevesliler ise düzeni tehdit eden unsurlar olarak ilan edildi. Vatandaşın iyisi, dininde imanında olan müslümanlar oldu. Müslüman olmayanlar hep ‘gavur’du, ama giderek nüfus kağıdında Islam yazılması yetmemeye başladı, müslüman kökenli olduğunu göstermen de gerekti, her cuntada daha fazla. Kocam ve ben de bir komşu ihbarına kurban gitmemek için öyle ulu orta kitap okumazdık, gazete, dergilerimizi de kalabalık meydanlardaki bayilerden alırdık, hacı bakkala günlük gazete sipariş edemezdik. Bu neo-kemalizm, kitap okumayı zararlı bulan bir kemalizm. Kenan Evren’in vaazları incelenecek olursa, islamcıların toplumdaki etkilerini, iktidardaki paylarını nasıl cuntacılar sayesinde edindiklerini, enazından güçlenip, yayılmalarını onlara borçlu olduklarını görebiliriz

Türkiye çoğunluğunun duraklama ve gerileme devrini aile bazında gözlemlemek, hatırlamak hem acıklı hem komik. Sülalemi, Çetin Altan’ın kitaplarındaki gibi özetleyebilirim.

Çocuklarının her sabah Türküm, doğruyum çalışkanım diye yırtınmasından herhangi bir rahatsızlık duymayan bu ailelerde erkekler devletten maaşlı; banka memuru, devlet kurumu işçisi, öğretmen, astsubay, subay. Kadın ‘ev hanımı’; herhangi bir zanaatı, babadan kalma marifeti olmayan bu aile reislerinin eşleri. 1980’in ikinci yarısına kadar Batılı tarzda giyinen, meslek sahibi numune Cumhuriyet kadınlarına imrenerek, kendi durumlarına hayıflanarak bakan, Burda dergisinden kızlarına mini etekler, şortlar diken, onların okuyup kocalarından bağımsız olmalarını temenni eden, azıcık da dili uzun kadınlar. Çalışması kocasının iznine bağlı, çalıştığında da aldığı ücreti aile bütçesine önemsiz bir katkı sayılan kadınlar.

Çocuklar kız erkek ayırmadan okula gönderilir. Kızlar kendi tutkuları, hırsları kadar okur, oğlanlar ise ittire kaktıra okutulur.

Erkeklerimiz neo kemalizme doğru gericiler, beterleşirken, kadınlarımız da boş durmadı tabii. Akrabalardan islama fazlaca takıp, kafayı bozan kadınlar oldu; biri 80’lerde Diyarbakır’da, biri de 90’larda İstanbul’da. İslama sarmış erkekler kendine ticarette, ekonomik hayatta, kadınlar ise akıl hastanelerinde yer edindi. Koca bir ülke zorunlu din dersleri, kuran kursları, imam hatip okulları ağıyla sarıldıktan sonra bizim terelelli teyzelerin orjinallikleri kalmadı. Onlar mı iyileşti, biz mi kanıksadık, artık haklarında konuşmuyoruz. Tıpkı çocuk yaştakilerin hacca, umreye gitmesinin artık normal sayılması gibi. Eskiden hacca, artık zamanı gelen yaşlılar giderdi, Mekke’de ya da yolda ölmeleri de fazla üzüntüye sebep olmazdı -cennete vize almış olduğundan.

Dedem hacca gitmeden 1982’de Diyarbakır’da vefat etti. Fötr şapkasını ölene dek taktı. Onu öyle severek taşıyordu ki, modası geçtiğinde de onda şık duruyordu. Bayram namazına camiye giderdi, zaten bayram namazına sadece dedeler giderdi –enazından bizde. Şimdi askerlik çağı gelmiş ve geçmiş bütün erkekler orda boy gösteriyor.

Çarşaflıların kızları ve gelinleri mantolu-başörtülü olurlardı. Oysa bugün mantolu-başörtülü babaannemin kızları ondan daha sıkı sarıyorlar kafalarına örtüyü. Küçükleri büyük çocuklara emanet edip, Silvan’dan İstanbul’a kendisini ziyarete gelen ablasını tiyatroya götüren halam bile başörtüye büründü.

Birilerinin kapanması başka birilerinin toplumda açıkta bırakılmasını sağladığı için, böyle bir süreçte Müslüman olmayanların, hatta Alevilerin halini düşünün bir…

Yorumlar kapatıldı.