İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Madem soruldu açıklamaya çalışayım

Kürşat Bümin

Geçen hafta yayımladığım bir yazıma (yazıda Fransa’da 19 tarihçinin yayınladığı “Tarih için özgürlük” başlıklı bildiriden söz ediliyordu) ilişkin Taner Akçam’dan bir mektup aldım. Akçam, söz konusu yazının bir yerine sıkıştırdığım “bildirinin Gayssot Yasası’nı da kapsıyor olmasının benim için bir problem oluşturduğunu söylemeliyim” şeklindeki notu önemli buluyor ve konuya devam etmemi istiyordu: “Bu tartışma için çok açıcı ve önemli olacak. Çünkü, yaşanmış bazı tarihi hakikatlerin inkar edilmesinin tümüyle serbest bırakılması mümkün mü? Bu konuda bir sınır var mı?”

Fransa’da yürürlükte olan “Gayssot Yasası”nın neyi yasakladığı malûm: Yahudilere uygulanan soykırımın inkârını.

“Tarih için özgürlük” bildirisinin kaldırılmasını talep ettiği 4 yasa içinde “Gayssot Yasası”nın da yer alıyor olması kafamı bayağı kurcaladığı için parantez içine o notu düşmeyi uygun bulmuştum.. Ayrıca bu tereddütümü önceden bazı meslektaşlarımla yazışmalarımızda da vurgulamıştım. Hatta bu çerçevede “Ha bu konuda da, yani Yahudi soykırımını inkârı konusunda da özgür olmayalım, çok mu şey kaybederiz?” diye sorduğumu da hatırlıyorum.

Mesele tabii ki son derece nazik. Bir tarafta “ifade özgürlüğü”nün sınırlandırılması gibi sevimsiz bir talep, öte yanda ise milyonlarca insanın hayatına mal olmuş bir soykırım hakkında ileri geri konuşma “özgürlüğü”nün tanınması. Ne yapmalı? Akçam’ın sorduğu gibi böyle bir “inkârı” da tümüyle serbest mi bırakmalı? İsteyen istediğini yazıp çizsin, isteyen de istediği yorumu benimsesin mi? Sizi bilmem ama benim soruna ilişkin tereddütüm hâlâ devam etmekte.

Dikkat ederseniz Amerika’nın yerlilerinden başlayarak yirminci yüzyıla ulaşan diğer soykırım ve katliamlardan değil, sadece Yahudi soykırımından söz ediyoruz. Çünkü bu olay (önceden birkaç kere yazdığım gibi) gerçekleştiği zaman ve mekan itibariyle bir “özel”lik, hatta “biricik”lik (unique) arzediyor. Yani özetle: Bu soykırım zamanının bilim, teknoloji, edebiyat, plastik sanatlar ve felsefede en “ileri”, en “uygar” kabul edilen bir ülkesinde (Almanya) gerçekleşmiştir. Hannah Arendt’in sözünü ettiği “eski tip cinayetler”den söz etmiyoruz.

Akçam’ın sorusuna cevap vermeye niyetleniyordum ki, “Fransız Juaizmi”nin aylık dergisi Arche’nin yayın müdürü Meir Waintrater’in “Tarih için özgürlük” bildirisini eleştiren bir yazısı ile karşılaştım. Yazar -tahmin ettiğiniz gibi- tarihçilerin “Gayssot Yasası”nın kaldırılması yönündeki taleplerini bir “yanılgı” olarak değerlendiriyordu. Yasa’nın doğrudan naziler tarafından işlenen insanlığa karşı suçun inkarını cezalandırdığını hatırlatan yazar şu tespiti yapıyordu: “Yasa inkârcılığı soykırımın kurbanlarına karşı bir hakaret olduğu için değil, ırkçı nefrete kışkırtma olduğu için cezalandırıyor.” Yani söz konusu yasa Yahudilerin inkârcılık karşısındaki hassasiyetlerini korumaktan çok önce inkârcılık yoluyla yeni ırkçı uygulamaların teşvik edilmesini önlemeye çalışıyordu. Waintrater, tezini şöyle bir örnek üzerinden geliştirmeye de çalışıyordu:

Diyelim ki adamın biri yayın ve konferanslarında bazı ırkların genetik olarak aşağı seviyeden olduğunu iddia ediyor. Hakkında dava açılınca da, böyle bir niyetinin olmadığını, hatta tam tersine aşağı ırklara yönelik büyük bir sempatisinin bulunduğunu belirtiyor. Ayrıca “özgür bir devlet”te “biyolojik hakikatin” ne parlamento ne yargı tarafından tayin edilemeyeceğini ileri sürüyor. Waintrater, burada, “Tarih için özgürlük” bildirisini imzalayan tarihçilere soruyor: Bu “ırkçı biyolog”u “araştırma özgürlüğü adına” savunacak bilim adamları çıkacak mıdır?

Bilmem anlatabildim mi? Aslına bakacak olursanız ben de kendi payıma henüz kesin kararımı vermiş değilim. Ama içinden sıyrılamadığım bu tereddütü tabii de karşılıyorum. Haksız mıyım? Siz söyleyin: Bu dünyada “özgürlükler meselesi”nden daha çetin bir konu var mı?

Yorumlar kapatıldı.