İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yılbaşı kimliği

Etyen Mahçupyan

Kimlik meselelerinin tartışılmadan yok sayıldığı Türkiye’de, konunun nihayet kaçınılmaz olarak gündeme gelmesi birçok kişi tarafından ‘nifak’ olarak algılanmakta. Sanki Batılılar sırf kafamızı bulandırmak, karşıklık çıkarmak ve nihayett e bizi bölmek üzere bir tartışma başlatmış gibi algılanabiliyor. Oysa kimlik tartışması bugün esas olarak Batı toplumlarının gündeminde ve sorun moderniteye geçişin tarihin üstü kapatılarak yapılmış olmasında. Bunun anlamı yeniden modernlik öncesinin kimliklerine dönmeyi ima etmiyor, ama kimliksel farklılıklar yokmuşcasına davranmanın da iyice abes olduğu meydanda. Çünkü bugün bütün dünyada ve hemen her toplumda devlet otoritesine itiraz eden, adalet talepleri yükselten kimlikler mevcut. Bunlar siyasi ayrılıkçılığın taşıyıcısı olarak ortaya çıkmadılar… Ama eğer sesleri dinlenmeyecekse, ayrılıkçılığa doğru ilerlemeleri şaşırtıcı olmamalı. Hele devletlerin hala kendilerine ‘ulus-devlet’ dediği ve toplumu homojenleştirme gayretinden ödün vermek istemediği bir ortamda. Diğer bir deyişle bir devletin kendisini belirli bir kimlikle özdeşleştirdiği, buna karşılık toplumun bir bölümünün farklı bir kimliği benimsediği durumlarda, ayrılıkçılığın pratik açıdan önlenebilmesi ya sistematik aşırı şiddetle mümkün ya da demokrasi ile… Seçim bizlerin ve bu nedenle yeni bir yıla girerken kendimize biçtiğimiz resmi kimlik üzerinde biraz daha durmakta yarar var.

Anayasamızın 66. maddesi şöyle demekte: “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür”. İlk bakışta gayet eşitlikçi bir yaklaşım. Vatandaşlar arasında ayrım yapmayan, herkese aynı imkanı veren, dahası kimliği vatandaşlık bağıyla irtibatlı kılan bir anlayış… Ne var ki bu tür eşitlikçilik demokrat bir zihniyeti değil, otoriter bir anlayışı ima etmekte. Çünkü vatandaşlar arasında var gözüken eşitlik devlet tahakkümünü besleyecek biçimde tanımlanmakla kalmıyor, vatandaşı da devletin kimliğine mahkum ediyor. Anayasa kimin Türk olduğunu tanımlamak üzere onu devletle ilintili kılarken, devleti de ‘Türk devleti’ olarak adlandırmakta beis görmüyor. Oysa eğer Türklük vatandaşların kimliğini betimleyen bir nitelik ise, devletin ontolojik olarak nasıl olup da daha önceden Türk olabildiği açık bir soru olarak karşımızda. Bunun anlamı hiçbir vatandaşı olmasa bile bu devletin ‘Türk devleti’ olduğu, yani belirgin bir kültürel kimliği sahiplendiğidir. Dolayısıyla da Türklük bireylere ait bir kimlikten ziyade, devletin kendisine ve emri altındaki makbul toplumsal kesimlere biçtiği bir gömlektir.

İşin aslı, bu durum zaten tarihsel olarak da yaşanmış gerçekliğe tekabül etmekte. Cumhuriyet’le birlikte Türklüğü önce üstlenen ve bunu topluma benimsetmek üzere gayret gösteren devletti. Diğer bir deyişle vatandaşlar henüz Türk olmadan ortada bir Türk devleti vardı… Bundan sonrası otoriter zihniyetin ürettiği tahakkümcü bir yapının toplumu Türklük üzerinden vatandaşlaştırması sürecidir. Kısacası Türkiye’de insanlar vatandaşlık yoluyla Türk olmadılar, Türklüğü içselleştirdikleri oranda vatandaş sayıldılar…

Günümüzdeki Kürt meselesinin arka planı, vatandaş olma uğruna kendi kimliklerinden feragat eden insanların hikayelerinden ve bunun ürettiği ortak bilinçaltından beslenmekte. Maalesef Anayasa’ya madde koyarak insanlara kimlik vermek mümkün değil… Günümüzde ise hukuktan olası tüm kimliksel farklılıkları kuşatacak bir vatandaşlık tanımı üretmesi beklenmekte. Aksi halde demokratlık içinde çözemediğiniz sorunun sorumluluğunu ‘öteki’ kimliğe atarken, kendinizi de şiddetin eşiğinde bulur ve toplum olarak hastalanırsınız. Bu nüansları yılın başında hatırlamak, sağlıklı bir yıl temennilerini daha anlamlı kılabilir belki…

1 Ocak 2006, Pazar

Yorumlar kapatıldı.