İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Demokratik tepki!

Altan Öymen

Denis Mac Shane’i, kendi politikacılık dönemimden tanıyorum. İngiliz İşçi Partisi’nin önemli isimlerindendi. CHP’deki Genel Başkanlık görevim sırasında partimizin bir il başkanları seminerine davet etmiştik. Öteki ülkelerden gelenler gibi, kendi partisindeki parti içi demokrasiyi anlatmıştı. Hepimizin üzerinde olumlu bir etki bırakmıştı. Sonradan Blair kabinesinde bakanlık da yaptı.

Mac Shane’i son defa televizyonda, Orhan Pamuk davasının çıkışında gördüm. Uzatılan mikrofonlara konuşuyordu. Sesi heyecanlıydı.

İçeride olup bitenleri anlatıyordu. Kendisinin de hakarete ve darbeye uğradığını söylüyordu.

Ülkesine döndükten sonra The Observer’da bir yazısı çıkmış. Bir özet tercümesi dünkü Radikal’de vardı. Mac Shane, Orhan Pamuk’u ‘solcu liberal’ bir yazar olarak niteliyordu. Pamuk için en önemli şeyin roman yazmak olduğunu, ancak bunu yaparken tehlikeli bir alana girdiğini kaydediyor ve şöyle diyordu:

“Pamuk için Türk tarihinin tabu alanlarına girmek riskliydi. Fakat dinci köktencilerin ve ultra-milliyetçilerin ateşlediği sansürün karanlık perdesini yırtmak yazarlara düşer.”

İngiliz politikacı-yazara göre, Türkiye’de o konuya girmek isteyenlerin karşısındaki engelin adı oydu. “Dinci köktencilerin ve ultra milliyetçilerin ateşlediği sansür…”

* * *

Bu tanımlamayı beğenmeyebiliriz. Abartmalı bulabiliriz. “Türkiye’de sansür yok… Herkesin istediği görüşü açıklama özgürlüğü vardır” diyebiliriz. Belli görüşlere gösterilen tepkileri de “Herkesin beğenmediği görüşe tepki gösterme hakkı vardır ” diye normal bir ‘demokratik hak’ sayabiliriz.

Ama, Pamuk davasında mahkeme içinde ve dışında olan biteni, acaba o kategoriye sokmak mümkün müdür? “Demokratik haklar” kategorisine?

Mac Shane, duruşma sırasında gördüklerini de özetlemiş. Diyor ki:

“Pamuk davasının görüldüğü mahkeme salonunda nefret kelimesi ‘Avrupa’ydı. Milliyetçiler milletvekillerine bağırıp çağırdı ve ben de yüzüme milliyetçi bir avukatın yumruğunu yedim.

Yargıç başını önündeki kâğıtlara gömdü ve Pamuk’un yüzüne hiç bakmadı. Milliyetçi avukatlardan bir çetenin mahkemeye göz dağı vermesine göz yumdu ve davanın düşürülmesi talebini de reddetti. Bunun yerine topu Adalet Bakanı’na attı.

* * *

Evet, durumun ne, “AB’li politikacılar içişlerimize karışıyor” diye haklı gösterilebilecek yanı var, ne de ‘demokratik tepki’yle izah edilecek yanı…

AB’li politikacıların ve komisyon üyelerinin içişlerimizi izlemesi, yaptığımız anlaşmaların, kabul ettiğimiz kuralların gereği… Gerçi bunlardan bazıları (Karma Komisyon Eş Başkanı Joost Lagendijk gibi) zaman zaman ölçüyü kaçırıyor. Ama onlara da Türk politikacıları, verdikleri demeçlerle hadlerini hatırlatıyor.

‘Avrupa Birliği rayı’nda kalmayı çıkarlarımızın gereği olarak gördüğümüz sürece, bu iş böyle devam edip gidecek… Onlardan ölçüyü kaçıranlar olacak… Bizimkilerden cevabını alacak… Daha önce aday olan diğer ülkelerde olduğu gibi…

Mac Shane’in yazdığı olaylara gelince… Sadece onun değil, yüzlerce yabancı gazetecinin, yazarın yazdığı olaylara… Onları mazur gösterebilmek için hangi neden geçerli olabilir?

Gerçi saldırganlar televizyonlara “Sabrımızı taşırdılar. Duygularımızı kabarttılar” gibi laflar söylediler. Ama bunların, demokratik hukuk devleti mantığıyla bağdaştırılabilmesi mümkün mü?

* * *

Bu konuda hükümetin yanlışları meydandadır. Ne hukuki alanda üzerine düşeni yapabilmiş, ne de mahkeme bölgesini güvenlik altına alabilmiştir. Mahkeme binasının içindeki ve dışındaki zorbalıkları açıkça kınama konusunda ise, sadece hükümetin değil, öteki partilerin de sorumluluklarının gereğini yerine getirmeleri gerekiyor.

Televizyonlara yansıyan görüntülerde, olayları sahiplenenler arasında, eliyle ‘bozkurt’ işareti yapanlar vardır.

Bu, uzun zamandan beri MHP’lilerin kullandığı bir işaret olarak biliniyor. MHP’nin Genel Başkanı sayın Devlet Bahçeli buna ne diyor? Partisinin bu gibi zorbalıkların karşısında olduğunu vurgulayan bir açıklama yaptı mı?

Evvelden yapardı. Ama bu defa basında göremedim. Acaba dikkatimden mi kaçtı, kabahat bende mi? Yoksa ‘medya’da mı?

Basında diğer siyasi partilerin çoğunun, saldırıları kınayan açıklamaları yayımlandı. Ama onların da bir kısmının vurgulamaları, yeterince güçlü olmadı. Oysa bu konuda demokratik partiler arasında daha geniş bir ‘konsensüs’ ün oluşmasında ve hepsinin, zorbalığa karşı çok açık ve kesin bir tavır içine girmelerinde sayılamayacak kadar fayda var.

Heykeller ve İlhan Başgöz

Prof. İlhan Başgöz’ü gençliğinden beri tanırım. Uzun yıllar Amerika’da üniversitede hocalık yaptı. Uzmanlık alanı, Türk folkloru ve halk edebiyatıdır. Pazar günkü yazımı internetten okumuş. (Van Üniversitesi’ndeki heykellerin ‘haç’a benzetildiğini anlatan yazımı…) Bir mesaj göndermiş. Diyor ki: “Durumu iyi özetlemişsin ama ben senin yerinde olsaydım heykellerin fotoğraflarını da çeker ve yayınlardım. ”

Belli ki, internette yazının sadece metnini görmüş. Oysa, yazıyla birlikte ‘suçlanan’ heykellerle ilgili beş fotoğraf da yayınlamıştım. Üstelik bunlar, Adem Altan gibi çok usta bir foto muhabirimizin çektiği fotoğraflardı…

* * *

İlhan Başgöz’ün konuyla ilgisinin bir başka nedeni daha var:

Van’daki soruşturma sırasında verilen ihbarlı- ifadelerden birinde kendisine de bir sataşma varmış. Ona da bakmamı istiyor. Baktım. Bir üniversite mensubunun ifadesi şöyle:

“(…) Bilimsel Konferanslarda Rektör Yücel Aşkın’ın getirdiği şahısları bizim tenkit etmemiz mümkün değildi. Çünkü bu şekilde bir eleştirimiz karşısında Rektör Yücel Aşkın bize karşı adeta bir kızgınlık gösterisiyle baskı kurmaya çalışıyordu. Buna örnek İlhan Başgöz’ün vermiş olduğu bir konferanstır. Konusu Yunus Emre’ydi. Ancak konferansta anlatılan husus Yunus Emre’nin cinsel arzuları ve cinsel yaşamıyla ilgiliydi. Konferansa katılan bizler çok şaşırdık. Tepkilerimizi rektörden çekindiğimiz için dile getiremedik. ”

İlhan Başgöz’ün buna karşı söylediği şu:

“Tümden yalan. 700 yıl evvel yaşamış bir adamın cinsel duygularını ben nereden bileceğim? Üstelik ben Yunus için bildiklerimin hepsini Yunus Emre adlı kitabımda yayınladım.

Bu yalanın peşini bırakmayacağım.”

Yorumlar kapatıldı.