İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Pamuk Prens ve Zehirli Elma

Deniz Ülke Arıboğan

Gündemimiz yine şenlendi, müjdeler olsun! Orhan Pamuk’un yargılanma süreci başlatılamadan infazcılar işbaşına geçti. Yumruklar, yumurtalar, pankartlar havalarda uçuştu. Filozof Foucault söylemişti zaten! “Kitleler, açık seçik entelektüellerden daha iyi bilmekte ve bunu güçlü bir biçimde ifade etmektedir”. Cam çerçeve kalmamacasına. Zehirli elmayı da kendimiz yedik bu arada.

Dünya basını ise bütün olanları, sanki tüm Türkiye’nin tutumu böyleymiş gibi keyifle manşete taşıdı. Vatanseverlerimiz!, vatan sevgilerini böyle sıcak bir biçimde sergileme konusunda ısrar ettikleri müddetçe, gündemin kaynamaya, dünya basınını da eğlenmeye devam edeceğinden şüphemiz yok. Zira Avrupa Birliği’nin resmi kurumsal tepkisi de, uluslararası basın organlarının hareketliliği de beklenen bir gelişmeydi zaten. Şaşırmak gereksiz. Öyleyse bu sıradan durumu analiz etmekte bir beis görmüyoruz..

1- Orhan Pamuk, böyle bir çıkışı nasıl ve neden yapmıştı? Nobel ödülüne olan sevgisi onun bu tutumunu açıklar mı? Bu tür açıklamalarda bulunan tüm yazarların Nobel ödülü alması mümkün mü? Ödül alma kriteri soykırım uygulandığını ya da Kürtlerin öldürüldüğünü söylemek mi? Öyleyse Fransızlar, Amerikalılar, İtalyanlar bu ödüle nasıl aday olacak? Yazık değil mi bu insanlara!

2- Madem her şey hesaplıydı, Orhan Pamuk ödülü niye alamadı? Ödülü almasının önündeki engellerden birisi de, adının bu tür söylentiler nedeniyle fazlaca politikleşmesi değil miydi? Bazı jüri üyeleri sırf bu nedenle ona karşı olumsuz tutum almadılar mı? Bu sözleri sarf etmeyip, politik bir şahsiyet yerine, bir sanatçı olarak kalsa kendisi için çok daha uygun bir zemin oluşmaz mıydı? Pamuk, edebiyat mı, yoksa barış ödülüne mi aday olmuştu? Doğrusu ben hatırlayamıyorum artık!

3- Dünya çapında bir sanatçının “doğru ya da yanlış” düşüncelerini açıklamış olması, kendisinden bu denli nefret edilmesine uygun bir neden mi? Demokratik sistemlerde, düşünceleri ifade hürriyeti var mıdır, yok mudur? Bu özgürlüğün sınırları nerede biter? Eleştiri, gelişmenin önünü açar mı, yoksa bir engel midir? Fransız aydınlanmasının en önemli düşünürlerinden olan Voltaire’in kendisini eleştiren meslektaşına karşı söylediği; “söylediklerinin bir kelimesine bile katılmıyor olsam da, senin bu düşüncelerini ifade edebilme özgürlüğünü, kanımın son damlasına kadar savunacağım” ifadesi, niçin “neredeyse kutsal” kabul edilen bir manifestodur? Beğenmediğimiz düşünceyi susturmak mı, çürütmek mi daha doğru bir stratejidir? Düşünceyi dövebilir misiniz, hapse atabilir misiniz, idam edebilir misiniz? Düşünceleri kutsal hale getirenler bizzat muhalifleri değil midir?

Yine Foucault’tan bir öğüt “dövüşülen şey iğrenç bile olsa, militan olmak için asık suratlı olmak gerekmez”. Dövüşmenin metotları vardır, yenilenin bile canını yakmadan üstelik!

4- Düşünce özgürlüğünü eksiksizce tesis etmede kanun maddelerinde yapılacak değişiklikler ne kadar kolaylaştırıcı olabilir ki? Zihniyeti değiştirmedikten sonra 301’i değiştirseniz ne olur, bıraksanız ne olur? Bu memlekette bütün siyasiler, sanatçılar, entelektüeller, profesörler sıradan ayrılmaları halinde başına geleceklerin neler olabileceği hakkında tarihsel deneyimlere sahip değiller mi? Herkes sussun o zaman! Bir, iki, üç tıp!

Son olarak düşündüğünüzün aksine, Orhan Pamuk’un bir röportajı sırasında söylemiş bulunduğu “o sözleri” kesinlikle benimsemiyorum ve yanlış buluyorum. Tarih bilgisi yeterli olmayan insanların, tarih konusundaki bu tür konuşmalarını tarihçilere havale ediyorum. Nasılsa gerekli cevabı göreceklerdir.

Sayın Pamuk’un dilediği sözleri söylemekte özgür olduğunu, ancak bu konuların artık, sanatçı duyarlılığıyla algılanabilirliği ya da aktarılabilirliği aştığını da söylemek gerekiyor. Fazlasıyla siyasallaşmış bulunan bu konuların, Türkiye’ye karşı çok güçlü bir politik silah haline dönüştürüldüğünü ve kendisinin “entelektüel saflığının” istismar edildiğini kendisi de görmeli. Zira “cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşeli”.

Yorumlar kapatıldı.