İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bu görüntüler itibar getirmez

Semih İdiz

Demokratik bir imtiyaz olan protesto hakkını bazıları uygar ölçülerde kullanamıyorlar. Orhan Pamuk konusunda kendileri gibi düşünen Mehmet Ağar bile, “Gösteriler daha medeni yapılabilirdi” diyor. Ancak, bir şeyi “medeni” bir şekilde yapabilmek için önce “medeni” olmak gerekiyor.

Pamuk’un arabasına saldıranları izliyorum. Bir “kendinden geçmişlik” söz konusu. Aklı gölgeleyen kin ve nefret öyle bir “cerahat birikintisi” yaratmış ki, yakalasalar adamı oracıkta tekme tokat öldürecekler ve ancak öyle rahatlayacaklar.

Tek tesellimiz yumurta!

Pamuk, “Türklüğü küçük düşürmekle” suçlanırken, bazıları için “Türklüğü yüceltmenin” yolu galiba dünyaya bu ilkelliği sergilemekten geçiyor. İşin içine adeta ulusal sporumuz haline gelmiş olan “linç” olayını da sokabilmiş olsalardı, “Türklük” herhalde daha da yüceltilmiş, “ulusal onur” ise iyicene kurtarılmış olacaktı.

Uygar Türklerin özlemini çektikleri Türkiye kesinlikle bu değil. Buradaki tek tesellimiz, başkalarını zorbalıkla susturmaya çalışanların dün sıktıkları kurşunları bugün yumurtayla ikame etmiş olmalardır.

Fırsat kaçırıldı

Burada “Türklüğü” asıl kimlerin küçük düşürdüğü dünya açısından gün gibi ortada. Kuşku duyanlar Tokyo’dan Buenos Aires’e, Londra’dan Yeni Delhi’ye kadar Orhan Pamuk davasıyla ilgili olarak yazılıp çizilenlere bakabilirler.

İşin pratik yanına gelince, hükümetin bu işi hem “asayiş” açısından, hem de “hukuk” açısından yüzüne gözüne bulaştırdığı apaçık ortada. Taha Akyol, önceki günkü yazısında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın zamanında Orhan Pamuk’u sorguladığını ve takipsizlik kararı verdiğini hatırlatarak, bu dosyayı “sessiz” ve “basit bir adli işlemle” çözme fırsatı varken, bunun nasıl kaçırıldığına işaret ediyordu.

Hukuk fiyaskoları

Hal böyle olunca akla çeşitli sorular geliyor. Bu soruların önemli bölümü de AB bağlantılı yasal reformlara gösterilen dirençle ilgili. Örneğin, “Sorun gerçekten sadece Başbakan Erdoğan’ın şikâyet ettiği ‘bürokratik oligarşi”de mi? Hükümetin gerçekten burada yapabileceği hiçbir şey yok mu?” Bu sorunun önümüzdeki dönemde hem içeride, hem de dışarıda çok sorulacağı kesin.

Tarama sürecini tamamlamak ve üyelik müzakerelerini başlatmak üzere olduğumuz bir sırada peş peşe gelen bu “hukuk fiyaskoları,” Türk-AB ilişkilerinde “Kopenhag Kriterleri” dönemine dönülmekte olduğunu gösteriyor. Oysa bu aşamada bunu geride bırakmış ve AB müktesebatı ile uyum çalışmalarımızda yol alıyor olmamız gerekiyordu.

Atalet ve direnç seziliyor

Bu durumda gözler, haliyle, istese yasal eksiklikleri hızlı bir şekilde giderecek Meclis gücüne sahip olan hükümete dönüyor. Ancak orada da, ifade özgürlüğü ve benzeri konularda bir kararlılık görülmüyor. Sadece “atalet” ve “direnç” seziliyor. Yoksa, Şişli Adliyesi önündeki görüntülere kesinlikle izin verilmezdi.

İster bürokraside, isterse hükümette olsunlar, bazılarının buradaki hesabının ne olduğunu bilmiyoruz. Fakat bu görüntülerin Türkiye’ye zerre kadar itibar getirmediği kesin.

Yorumlar kapatıldı.