İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bizimkisi çifte hayal kırıklığı!..

Süheyl Batum

Cuma günü televizyonlarda, Avrupa Birliği’nden gelen temsilcileri, Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Camiel Eurlings’i ve Joost Lagendijk’i izledim.

Orhan Pamuk davası nedeniyle, hayal kırıklığına uğradıklarını söylüyorlardı.

Sadece onlar mı?

Doğrusunu söylemek gerekir ki, Cuma günü hepimiz hayal kırıklığına uğradık.

“Türkiye’nin hâlâ aynı şeyleri tartışmaktan bıkmadığını, insan haklarını doğru dürüst yorumlayamadığını, düzgün bir hukuk devleti anlayışına bir türlü ulaşamadığını, öfkesini hâlâ linç ederek göstermeye çalışan insanları olduğunu” gördük. Üstüne üstlük, “Türkiye’de adaletin nasıl binalarda ve hangi zorlu koşullarda dağıtıldığını” maalesef tüm dünyaya gösterdik. Ve açıklıkla söylemek gerekir ki, hepimiz büyük bir hayal kırıklığı yaşadık.

İki önemli dava

Oysa ne kadar basitti iş. Neler umuyorduk? Arka arkaya iki önemli dava vardı Türkiye’nin gündeminde. Biri Orhan Pamuk davası, diğeri de Yücel Aşkın davasıydı. Her iki dava da, tamamen “insan haklarının nasıl uygulandığına” ve “hukuk devletinin ne şekilde gerçekleşeceğine” ilişkindi. Nitekim, Orhan Pamuk davası, Türkiye’de hep tartıştığımız “düşünce özgürlüğüne”, “bu özgürlüğün sınırlarına” ilişkindi. Ve “Toplumun büyük çoğunluğuna aykırı gelen, onları rahatsız eden, huzursuz eden düşüncelerin açıklanabilmesi de düşünce özgürlüğü kapsamına girer”. İşte böyle diyecekti Adalet Bakanlığı ve “yargılama izni vermeyecekti”. Ya da savcı böyle söyleyecekti. Ama olmadı.

İkinci davadaki konu da, en az “düşünce özgürlüğü” kadar önemli, onun kadar yaşamsal haklara ilişkindi. Üstelik İnsan Hakları Sözleşmesinde güvence altına alınmış olan “kişi özgürlüğü”, “kişi güvenliği” ve “adil yargılanma hakkına”. Üstelik orada hasta, sağlığı bozulmuş, kaçma tehlikesi kesinlikle olmayan bir kişi söz konusu idi. Ve bırakın tutukluluğu, bu suçtan neredeyse yargılanan bile yoktu. Ama olmadı, iki dava da buralara geldi. Maalesef ikisini de yüzümüze gözümüze bulaştırdık. Ne büyük bir hayal kırıklığı.

Değişen bir şey yok

Ancak, cuma günü yaşananlar bizi özellikle bir konuda daha hayal kırıklığına uğrattı. Hem de Eurlings’inkinden çok daha büyük bir hayal kırıklığına. Çünkü daha önce görmediğimiz, belki de görmek istemediğimiz bir şeyi çok açık gördük. Bir zamandan beri, “hukuk devleti anlayışının ve insan haklarının, Avrupa Birliği eliyle gelebileceğini zannediyorduk. Onlar söyleyecekti, biz yapacaktık. Onlar böyle yapacaksınız diyecekti, biz onların dediğini yapacaktık. Böylece hukuk devletini gerçekleştirecektik. İnsan haklarını güvence altına alacaktık”. Doğrusu böyle zannediyorduk. Gerçi 1839 Tanzimat Fermanı’nı da, 1856 Islahat Fermanı’nı da, 1876 Anayasası’nı da, Avrupalı olalım diye, insan hakları sorunumuz hiç kalmasın diye yapmış, fakat ne Avrupalı olabilmiş, ne de Osmanlı’nın parçalanmasını engelleyebilmiştik.

Ama “bu kez herhalde farklıdır” diye düşünüyorduk. “Bu kez istedikleri bizim gerçek anlamda bir hukuk devleti olmamız, insan haklarını tamamıyla korumamız” diye düşünüyorduk. “Avrupalılar da artık gelişti, insan hakları deyince, kim olursa olsun, hangi etnik kökenden olursa olsun, tüm insanların haklarını anlıyorlar” zannediyorduk. Ama cuma gününün öncesinde de, cuma günü de bize bir kez daha gösterdiler ki; Olli Rehn de gösterdi ki, Camiel Eurlings de, Joost Lagendijk de gösterdi ki, hiçbir şey değişmemiş. 1839’da, 1856’da, 1876’da ne ise, yine aynısı geçerliymiş. “Maalesef, hiçbir ülkenin sadece dış dinamiklerle hukuk devletini ya da insan haklarını gerçekleştirmesi mümkün değilmiş”. Hele insan hakları deyince, sadece kendi uygun gördükleri hakları anlayan ya da insan haklarını kendi uygun gördükleri kişilerin haklarından ibaret zanneden Eurlings’lerin, Rehn’lerin, Lagendijk’lerin yardımcı olmaları hiç mümkün değilmiş. Bir de baktık ki, meğer “insan haklarını, hukuk devletini ithal edeceğimizi” zannettiğimiz Avrupa Birliği, düşünce özgürlüğünü korunması gerekli, kişi güvenliğini veya adil yargılanma hakkını ise önemli olmayan haklar sanıyormuş. Bundan büyük hayal kırıklığı olur mu!

Biz başarmalıyız

Evet artık ısmarlama formüllerin geçerli olmadığı ortaya çıktı. Ismarlama formülleri ortaya atan Eurlings’lerin, Rehn’lerin, bu işi zerre kadar anlamadığı ortaya çıktı. Ama şimdi hepimizin büyük bir sorumluluğu var. İktidar, muhalefet, üniversiteler, hatta tüm yurttaşlar olarak “hukuk devleti ya da insan hakları sorunlarına” çözümler üretmemiz gerekiyor. Hem de derhal. Yapamaz mıyız diyorsunuz? Yapmalıyız, başarmalıyız.

Yorumlar kapatıldı.