İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Belgeleme merakı

Ermeni sorunu konusundaki ‘derin’ bilgileriyle tarihçilik alanını da stratejik oyun bahçesine çevirerek gereksizleştiren ya da araçsallaştıranlar, bu sorun üzerine oluşturdukları şiddetli kanaatleriyle kamuoyu oluşturmaya, kolektif bilgi ve bilinç alanını tahakkümleri altına almaya çalışıyorlar

OKTAY ÖZEL

Gerçeklik duygusundan giderek uzaklaşıyoruz galiba. Gazete haberlerine göre, Sivil Toplum Kuruluşları Birliği Platformu’nun İstanbul’da İTÜ’de düzenleyeceği bir başka “Ermeni konferansı” için Platform sözcüsü Sayın Prof. Aysel Ekşi yine gazetenin müstehzi başlığına bakılacak olursa ülkede “soykırım var!” diyen akademisyen aramış ve bulamamış (Radikal, 5 Aralık 2005). Ama haberin içeriğine bakıldığında, Ekşi aslında “soykırım tezini savunan” bazı Ermeni ve Türk tarihçiler bulmuş, onlara davet götürmüş, ancak bu davet anılan tarihçilerce çeşitli gerekçelerle kabul görmemiş. Bunun üzerine hazırladığı konferansın maalesef “eksik” başlayacağını belirtip şöyle devam etmiş: “Aslında gelmeyeceklerini biliyordum. Bunu belgelemek istedim!”

Soykırımcılar!

Sayın Ekşi’nin andığı tarihçiler içinde Selim Deringil, Mete Tunçay, Halil Berktay ve Oktay Özel isimleri geçiyor. Bir de “filolog” olduğu iddiasıyla, İlber Ortaylı’nın bu konuda fikir beyan etmesini adeta yasakladığı Murat Belge tabii. Bilgi Üniversitesi’nde yapılan toplantıya katılan tarihçiler arasında soykırım tezine belki de en mesafeli yaklaşanları da içeren bu isimler Aysel hanımın gözünde bir kalemde “soykırım tezini savunan” tarihçiler haline gelmiş.

Diğerlerini bilemem elbette, ama sayın Ekşi’nin bir süre önce bana telefonla ulaştığı doğrudur. Görüşmemizde tam da bu amaçla, yani “soykırım tezini savunmak üzere” anılan konferansa davet etti! Niyetinin bir gerçek arayışı olmadığı daha baştan açıktı ve bunu saklamama dürüstlüğünü gösterdi. İçten “yurtsever duygularla” hareket ettiğini ve bu ülkenin gelecek kuşaklarının alnına bir leke sürülmesinden kaygılandığını belirtti. Bu yöndeki samimi duruşu üzerine, kendisiyle yarım saatten fazla bir telefon görüşmesi yaptık. Duygularını anladığımı belirttim, ancak böyle bir konferansa benim adıma birilerinin belirlediği bir konumdan, yani “soykırım tezinin savunucusu” sıfatıyla davet edilmiş olmaktan memnuniyetsizliğimi dile getirdim. Kaldı ki kendimi böyle bir konumda görmediğimi, meselenin bu terminoloji üzerinden bu tarzda tartışılmasını doğru bulmadığımı, aşırı siyasallaşmış mevcut koşullarda ve bilgiler ışığında böyle siyah-beyaz bir tartışma yürütmenin abes olduğunu, önce bu mesele etrafında “doğru tarihçilik” yapılması gerektiği yolundaki bilinen fikirlerimi dile getirdim.

Ayrıca, oldukça problemli bir milliyetçi Ermeni tarihyazımı karşısına eşit derecede problemli bir tepkisel tutumla çıkmanın siyaset açısından bir anlamı ve getirisi olabileceğini, ama bunun tarihçi tutumu olamıyacağını ısrarla anlatmaya çalıştım. Ve, her ne kadar doğrudan Ermeni sorunu konusunda çalışan bir tarihçi olmasam da (sahi Türkiye’de müstakilen bu konunun uzmanı tarihçi var mı?), bu tür toplantılarda, üstelik Ümit Özdağ, Şükrü Elekdağ ve Gündüz Aktan gibi kendilerini tam da problemli olduğunu söylediğim böyle bir çizgide siyasetçi/polemikçi/stratejist kimlikleriyle konumlandırmış isimlerle aynı panelde girişilecek bir “soykırım” sözde tartışmasının tarafı olamayacağımı açıkça ve yine samimiyetle dile getirdim (ki özellikle bu isimlerin olduğu panele davet edilmiştim). Bunu hangi temelde ve nasıl gerekçelendirdiğim konusunda daha ayrıntılı bilgi edinmek isterse, Kebikeç (Sayı 11 ve 19) ile Toplumsal Tarih (Sayı 143) dergilerinde değişik vesilelerle kaleme aldığım düşüncelerimi okuyabileceğini bildirdim. Ardından, bu yazılarla birlikte Bilgi Üniversitesi’nde sunduğum bildirinin de bir nüshasını kendisine yolladım.

Tarihçilik orta malı

Bütün bunları niçin yazıyorum? Her şeyden önce tarihçilik alanının ve mesleğinin bu derece “orta malı” bir konuma düşürülmüş olmasından rahatsızlık duyuyorum. Özellikle bu gibi “milli dava” statüsüne sokulan konularda tarihçilerin mesleklerini hakkıyla icra etmelerinin imkansız hale getirilmesine tepki duyuyorum. Üstelik bunu yapmaya çalışanların da olmadık suçlamalarla hakaretlere maruz kalmalarını, aşağılanmalarını çok çirkin buluyor, bu tutumun sadece bunu yapanları küçük düşürdüğüne inanıyorum. Böyle bir tutumu medya, “kültür” ve siyaset dünyamızın bazı kamusal şahsiyetlerinin pervasızca ortaya koymaları bile yeterince vahimken, isimlerinin önünde akademik unvanlar da bulunan Aysel Ekşi gibi tarihçilikle ciddi bir okuma ilişkisi bile olduğundan artık şüphe duyduğum isimlerin aynı şeyi aynı vurdumduymazlıkla yapmaları karşısında artık söyleyecek söz bulamıyorum.

Benzer kulvardan Türkiye’de egemen standart söylemin dışında değerlendirmeler yapan tarihçileri değişik açılardan eleştiren bazı meslektaşlarımız (en etkin resmi kurumların başında olanlar bile) bugüne kadar isimleri anılan bizlerin tarihçiliğinin ve isminin önüne veya ardına “Ermeni soykırım tezinin savunucusu” gibi bir ekleme yapmaya kalkışmadılar. Ama onların yapmadığını, tıp profesörü sayın Aysel Ekşi bir çırpıda ve kolayca yapıverdi! Hepimiz bu meselede bir anda bir “tez” hem de “en sevimsiz”inden bir tez sahibi oluverdik!

Bilgi Üniversitesi’ndeki konferans tam da bu tür kolaycı tezler üzerinden iş gören Ermeni ve Türk milliyetçi tarihçiliğinin kurduğu cendereyi kırmayı hedefleyen, bu tarz tarihçiliği şiddetle eleştiren, bütün olumsuz koşullara rağmen değişik boyutlardan gerçek arayışını hedefleyen bir duruşun sesiydi. Ve tabii ki önceliği kendi ülkemizdeki tarihçiliğin problemli yaklaşımına vermişti. Bu da yeterince anlaşılamamış görünüyor maalesef. Toplantıya katılan tarihçilerden bir kısmının aynı zamanda belli temellendirmelerle 1915’te olanların bir “soykırım” olarak nitelendirilebileceği konusundaki fikirleri dolayısıyla, bütün konferans kamuoyuna “soykırımcıların” konferansı olarak gösterildi. Üstelik, bilim adamlarının, tarihçilerin çalışmaları sonucu pekala ulaşabilecekleri böyle bir sonucun veya kanaatin bile kendi içindeki meşruiyeti gözardı edilerek. Ben şahsen bu tarz zorlamaların tarihçilik mesleğini ciddi ölçüde yaraladığını düşünüyorum.

Karşı-konferanslar dizisi

Bilgi Üniversitesi’ndeki konferansa bir tepki olarak bütün yurt sathında değişik kurumların ve üniversitelerin düzenleme yarışına girdiği “karşı-konferanslar” dizisi bağlamında işin bir ucundan tutma ihtiyacı duyan Aysel hanım, o halde, bu çıkışıyla gerçekte “neyi belgelemiş oldu?”

Bu soruya verilebilecek bir dizi cevabın sonunda aynı kapıya çıkacağından korkarım: Bu konu etrafında Türkiye’de yaşananlar ve yaşayanlar bizleri gerçek duygusundan tehlikeli bir şekilde uzaklaştırıyor. Bu uzaklaşma, etik ve insani kaygılardan arındırılmış, akıl ve izan duygusuna yer bırakmayan bir kitlesel ruh halinin oluşmasına da katkıda bulunuyor adeta. Ermeni sorunu konusundaki “derin” bilgi ve görüşleriyle tarihçilik alanını da bir çırpıda “stratejik oyun bahçesi”ne çevirerek gereksizleştiren ya da araçsallaştıran kimi medya şahsiyetleri, stratejistler ve emekli diplomatlar bu sorun üzerine oluşturdukları “şiddetli” kanaatleriyle kamuoyu oluşturmaya, kolektif bilgi ve bilinç alanını tahakkümleri altına sokmaya çalışıyorlar.

Bunu görmekte zorlandığı anlaşılan Prof. Aysel Ekşi, bu tutum ve sözleriyle kendisini ve bizleri gerçeklik alanından koparıp fantezi dünyasına uçururken, bir yandan da böyle bir tahakküm çabasının “gönüllü” aracı haline gelişini belgelemiş oluyor. Gayet insani bulduğum kaygılarını gerçeklikle ilişkisini koparmadan gidermenin yollarını aramak yerine, kendi iradesiyle gidip bu fantezi dünyanın sunacağı sahte huzura demir atıyor. Yani kolayı seçiyor.

Bence Aysel Ekşi, bu çıkışıyla başka hiçbir şeyi değil, sadece bunu, bu çaresizlik haleti ruhiyesinin bir bilim insanını bile nerelere sürükleyebileceğini belgelemiş oldu.

OKTAY ÖZEL: Tarihçi, Bilkent Üni.

Yorumlar kapatıldı.