İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bütünleşmemiş Kimlikler Coğrafyası

TESEV’in düzenlediği “Türkiye’de Azınlık Hakları Sorunu: Vatandaşlık ve Demokrasi Eksenli Bir Yaklaşım” konulu uluslararası konferans, çıkılan demokratikleşme yolunda kat edilecek daha pek çok adım olduğunu gösterdi.

——————————————————————————–

BİA Haber Merkezi

12/12/2005 Talin SUCİYAN

——————————————————————————–

BİA (İstanbul) – Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) düzenlediği “Türkiye’de Azınlık Hakları Sorunu: Vatandaşlık ve Demokrasi Eksenli Bir Yaklaşım” konulu uluslararası konferans, demokratikleşme yolunda atılacak adımlarn kararlı adımlarla ilerlendiğinin yeni bir göstergesi oldu.

9-10 Aralık’ta, The Marmara Oteli’nde gerçekleşen konferansın Baskın Oran, Rıdvan Akar, Roni Marguiles, Dilek Güven, Herkül Millas, Mihail Vasiliyadis, Hırant Dink ve Etyan Mahçupyan’ın söz aldıkları ilk gününde konuşulan konuları belirleyen soru başlıkları şunlardı:

Varlık Vergisi ırkçı bir uygulama mıdır? 6-7 Eylül Pogromu sermaye transferi midir yoksa karşısındakini ezmeyi yok etmeyi mi amaçlar? 1915’ten bu yana gayrimüslimleri hedef alan uygulamalar gerek dolaysız gerekse hukuki saldırı olarak, Türkiye’yi nasıl etkilemiştir?İstanbul’daki kozmopolit hayatın sona ermesine hangi olay sebep olmuştur? Yahudiler ‘mutlu azınlık’ mıdır? ‘Kıbrıs Rum’u diye bir şey var mıdır? Sürekli haddini bilmesi gereken haksız farklı kimdir?Osmanlı kendini ne zaman ‘Türk’ olarak nitelendirdi? Gayrimüslim okullarında Andımız söylenir mi?

Oran: Mülkiyet Hak ihlallerinin iki dönemi var

Ankara Üniversitesi’nden Prof. Baskın Oran “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Mülkiyet Politikaları ve Gayrimüslimler ve 1936 Beyannamesi” başlıklı konuşmasında gayrimüslimlere yönelik mülkiyet haklarının ihlalini iki dönemde incelenmesi gerektiğini söyledi.

Oran, birinci dönemde, 1915 sonrasında devletin bireysel ve kolektif mülkiyete doğrudan saldırısı yoluyla; ikinci dönemde yani 1971 sonrasında ise, devletin bu defa hukuki saldırılarla gayrimüslim azınlığın mallarına el koymasının ve sermaye transferinin söz konusu olduğunu söyledi.

Sermaye transferinin kronolojisi:

Oran, sermaye transferinin kronolojisini şöyle sıraladı:

*1915 Ermeni Tehciri,

*1923 Zorunlu Mübadele,

*1927 Bozcaada ve İmroz’da Lozan Antlaşmasının uygulanmaması sonucu halkın göçü ve mallarına el konması,

*1934 Trakya Olaylarıyla Musevilerin evlerini ve işyerlerini bırakıp kaçmaları sonucu mallarına el koyulması,

*.1942 Varlık Vergisi,

*1955 6-7 Eylül Pogromu (Pogrom: Çoğunluğun azınlığa devlet desteğiyle saldırması)

*1964 Türkiye’de yaşayan ve Yunan Pasaportu taşıyanların bir gecede ülkeyi terk etmek zorunda kalmaları sonucu kalan mallarına el konulması,

AB uyum süreci ve azınlık mallarının iadesi

Oran konuşmasını “1971 sonrasında ise 1936 Beyannamesi çerçevesinde azınlık vakıflarının, 1936 yılından sonra edindikleri mülklerin, devlet tarafından hukuki yollarla, dava açılarak el konulması süreci başladı” diyerek sürdürdü.

Ancak, Oran’ın sözünü ettiği süreci durduracak ve geri çevirecek Vakıflar kanunu henüz çıkmadı. Gayrimüslim vakıfların şu anda Hazinede olduğunu belirttiği mülk sayısı iki bin 570 iken, Hazine bu sayıyı 900 olarak veriyor.

AB uyum paketleri kapsamında çıkması beklenen Vakıflar kanunun, şu anda Hazinede olan malların sahiplerine geri verilmesine ilişkin olması bekleniyor. Ancak, Hazinenin üçüncü şahıslara sattığı malları geri vermesi gerektiğini hiç gündeme getirilmiyor. Bu malların sayısı ise belirsiz.

Sol siyasetin hatası: Komprador ve milli burjuvazi

Baskın Oran, tüm bu aşamalı sermaye transferleri yüzünden Türkiye’nin sanayi devrimini 50 yıl gecikmeli olarak yaşadığını söyledi.

Oran ayrıca, tarihsel süreçte Türkiye’deki sol siyasetin çok büyük bir hatası olduğunu söyledi:

Oran, burjuvaziyi komprador ve milli burjuvazi olarak ikiye ayırmanın yapılabilecek en büyük teorik hata olduğunu, “öyle bir hata yaptık ki, ölsek daha iyiydi” sözleriyle ifade etti.

Burjuvazinin tek kuralı olduğunu belirten Oran, onun da karın maksimizasyonu olduğunu söyledi.

6-7 Eylül Olayları

“Bugün Malınıza, Yarın Canınıza”: Etnik ve Ekonomik Homojenleştirme, 6-7 Eylül 1955 Olayları” başlıklı tebliğ Bochum Üniversitesi’nden Dr. Dilek Güven’e aitti.

Güven, 6-7 Eylül’ün İttihat ve Terakki’nin yüzyılın başından beri devam eden Türkleştirme politikalarının bir parçası olarak görülmesi gerektiğini söyledi. Ve bu olaylarla gayrimüslim azınlığın “gönüllü” olarak gitmelerinin amaçlandığını ifade etti.

6-7 Eylül Olaylarıyla gayrimüslim vatandaşların vatandaş olmadıklarını anladıklarını belirten Dilek Güven, İstanbul’daki kozmopolit yaşamın da bu olaylar sonucu sona erdiğini söyledi.

Akar: Etnik temelli ekonomik soykırım: Varlık Vergisi

Rıdvan Akar, Varlık Vergisi’nin bir ekonomik soykırım olduğunu ifade etti.

Varlık Vergisi uygulamasında, Müslüman emekçilerden vergi alınmaması gerektiği kabul edilmiş; ancak, 23 bin 100 kişi olan gayrimüslim emekçilerden verginin alınmasına hükmedilmişti.

Akar, Varlık Vergisi uygulamasının sınıf temelli değil, etnik temelli olduğunu, kimi araştırmacılar tarafından da ırkçı bir uygulama olarak nitelendirildiğini söyledi.

1942’deki 20 kura askerliğin uygulandığı dönemden hemen sonra, gayrimüslimlerin fişlenmeleri süreci başladı.

Bu süreç, kazançlarının çok üzerindeki vergileri ödeyemeyen gayrimüslimlerin Aşkale’de yol çalışmasına götürülüp, mecburi hizmete tabii tutulmalarıyla sonuçlanmıştı. Mecburi hizmet sırasında 21 kişi hayatını kaybetmişti.

Margulies: Duyarlı çevrelerde ırkçı tavırlar içinde

“Yahudilik, Irkçılık ve Göç” başlıklı konuşmasında Yazar Roni Margulies, bugün bile kendini duyarlı kabul eden çevrelerin ırkçı tavırlar içinde olduğunu söyledi.

Buna örnek olarak Radikal gazetesinin Donald Rumsfeld’i, Yahudi Rumsfeld olarak yazdığını, bu durumu kınayan Rıfat Bali’ye Radikal gazetesinden verilen cevabın da “ne yani siz bize ırkçı mı demek istiyorsunuz” tonunda olduğunu, kendi üstlerine dahi alınmamayı tercih ettiklerini ifade etti.

Yahudiler mutlu azınlık değildir

Margulies, 1914’de Osmanlı İmparatorluğunda 147 bin Yahudi yaşadığını ,bugün bu sayının 20 bin civarında olduğunu söyledi.

Margulies, “bu düşüşte her ne kadar İsrail devletinin kurulmasının payı varsa da, yeterli neden değildir” diyerek, sadece bu nüfus azalmasının bile Yahudilerin iddia edildiği gibi ‘mutlu azınlık’ durumda olmadıklarının ortaya koyduğunu belirtti.

Yahudiler 1942’den sonra mülk satın almadı

Roni Margulies babasının İstanbul’da varlıklı bir hayat sürdüğünü ama, mülksüz öldüğünü aktardı. Kazandığı parayı İsviçre bankalarında muhafaza ettiğini ve Türkiye’de tek bir mülk satın almadığını söyledi.

Babasının kuşağının 1942’den sonra Türkiye’de mülk satın almadığını, çünkü devletin uygun gördüğü her an mallarını ellerinden alacağından korktuklarını, her an gitmeye hazır yaşadıklarını anlattı.

“Kıbrıs Rumları” diye bir şey yoktur

Apoyevmatini Gazetesi’nden Mihail Vasiliadis basının tavrına değinerek, özellikle Kıbrıs sorunun İstanbul’da yaşayan ve bugün artık iki bin kişi kalan nüfusuyla Rumları hedef gösteren bir olay olarak yansıtıldığını söyledi.

Dünyanın hiçbir yerinde Kıbrıs’ta yaşayanlara “Rum” denmezken, -ki çoğunlukla Kıbrıslı Yunanlılar kendilerini Kıbrıslı anlamına gelen bir kelime ile tanımlarlar.

Örneğin İngilizce Cypriot – ve Kıbrıs’ta yaşayanların Rum (Bizans İmparatorluğu’nun İstanbul’a miras bıraktığı halk) olmakla ilgisi yokken, o halkı kötülemek amacıyla Kıbrıs Rumları teriminin kullanıldığını söyledi.

“Dink: Azalma; bazen mülkün, bazen insanın azalmasıdır”

“İnsanı Azaltmanın Diğer bir Yolu: Mülkü Azaltmak” başlıklı konuşmasında Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, ‘azalma’yı insan ve mülk yönünden değerlendirdi.

Dink “Azalma, bazen insanın azalması bazen de mülkün azalması anlamına gelir. Bu ikisi arasında doğrudan bağ vardır. Birinin olmadığı yerde, diğeri devletin müdahalesine açık hale gelir” dedi.

Dink, devletin “sen farklısın, haksız bir farklısın, haddini bil yoksa ben bildiririm” dediği, bir sürecin yaşandığını söyledi.

“Ermeni Tabusu” kitabının beratı: Türkiye’de Ermeni kalmadı!

“Ermeni Tabusu” kitabının beraat kararının ibret verici olduğunu söyleyen Hrant Dink, kararın “Türkiye’de kışkırtılacak sayıda Ermeni kalmamıştır” şeklinde verildiğini, buradan da azalmanın ne demek olduğunun anlaşıldığını ifade etti.

Azınlıkların uzun bir dönem boyunca güvenlik konsepti içinde değerlendirildiğini ve tehdit unsuru olarak görüldüğünü söyledi.

Dink, son dönemde ise “yeter artık azalmasınlar, antikamızı kaybedeceğiz” mantığıyla “azaldıkça varlar” dedirten bir yaklaşım içinde ve daha çok Batıya yönelik bir çok kültürlülük kanıtı olarak sunulduğu belirtti. Hrant Dink “müzelik halklara dönüştük” dedi.

Millas: Transfer mi Ezmek mi?

Atina Üniversitesi’nden Herkül Millas, 6-7 Eylül Olaylarını bir sermaye transferi olarak değil, karşıdakini yok etmeye, ezmeye yönelik olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.

Millas, önceliğin kırıp dökmeye, yok etmeye verildiğinin altını çizerek,” bu nedenle bu olaylar para transferini değil, karşıdakini yok etmeyi amaçlıyor” dedi.

Guguklu saat metaforu

Herkül Millas, alt-üst kimlik tartışmalarına katılarak, bu kimlikleri bir üst kimlik çadırı ve onun altında dolaşan renkli şemsiyeler olarak değil de; bir guguklu saat metaforuyla anlatmayı daha doğru bulduğunu söyledi.

Millas, “Bir kişinin yirmi çeşit kimliği vardır belki. Bu kimlikler değiş
erek ara ara çıkar. Aynen bir guguklu saatte olduğu gibi. Bazen bir kimlik çıkar dışarı, bazen diğeri” dedi.

Mahçupyan: Geleceğe Dönük bir Bakış

Etyen Mahçupyan ise konuşmasında bu metafora şöyle bir yorum ekledi. “Eğer saate toplum dersek; ve bu saat bozuksa, ya da bu saate sürekli müdahale varsa; ve bu yüzden de hep aynı kimlik çıkıyor ve diğer kimliklere hiç yer bırakmıyorsa, o zaman ne olacak?’

Etyen Mahçupyan TESEV adına yaptığı, “Vatandaşlık ve Mülkiyet: Geleceğe Dönük Bir Bakış” başlıklı konuşmasında, üç aşamalı bir sürecin gerçekleşmesi beklediğini söyledi.

Mahçupyan, çok kültürlülüğün yarattığı ‘biz birlikte nasıl yaşayacağız’ sorusu ortaya çıktığına işaret ederek, bu sorunu aşma yollarını önerdi:

“Kimlikler içinde devletler eliyle pozitif ayrımcılık yoluyla bir rehabilitasyonun sağlanacak. Daha sonra da mülkiyetin toplumsallaşmasına geçilerek, daha çok ortak alanlara sahip olunacak, çoklu karar mekanizmaları tarafından yönetilecek bir siyasal akım gelişecek” dedi.

Entegre edilmemiş, olmamış kimlikler coğrafyası

“200 yıldır hiçbir kimliğin entegre edilmediği, entegre olmamış yan yana yaşayan kimlikler coğrafyası burası” diyen Mahçupyan, böyle bir ortamda bahsedilen aşamaların Türkiye’de çok daha zor olacağını söyleyerek, “negatif ayrımcılığı pozitife çevirdikten sonra Türk vatandaşlığı ve Türk kimliği tartışılacak” dedi.

Konferans ikinci günde, “Osmanlı kendini ne zaman ‘Türk’ olarak nitelendirdi?”, “gayrimüslim okullarında Andımız söylenir mi?”, “Kürtler sözde vatandaş mı?” gibi daha pek çok soruyu daha cevaplayan tebliğlerle devam etti.(TS/AD)

Yorumlar kapatıldı.