İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

NEDEN BU “VATANDAŞLIK” TARTIŞMALARI ?

Raffi A. Hermonn

P a r i s

“Üst” ve “Alt” kimlik tartışmasına “bir de şu gözle bakalım” diyerek, bir tanıklık sunarak, yeni bir boyutla katkıda bulunmaya çalışalım.

Toplumsal yâni “genel”i ilgilendiren, çapraşık gibi sorunları, mümkün olduğunca geniş kitlelere anlatabilmek için, bireysel yâni “özel”den yola çıkan tecrübe, gözlemleri aktarmanın, yararlı olduğu bilinir.

Bu anlamda, hepimizin ülkesi, yurdu, üstelik tarihin derinliklerinden bugüne dek, ortak yaşama ve yaşatma mekânımız Türkiye’yi ilgilendiren, “Anayasal Vatandaşlık” diye özetleyeceğimiz “genel”i ilgilendiren tartışmaya, “Hıristiyan veya değil, Ermeni kimliğini” taşıyanlardan biri olarak, “özel”den doğan, yaşanmışlıklarla harmanlaşmış, bir bakış açısıyla katılmak istiyoruz.

“ÜST” VE “ALT KİMLİKLER” YERİNE, “GENEL” VE “ÖZEL KİMLİKLER”

Manzumelerimizi arzetmeden, kimlik tarifinde “Üst” ve “Alt” yerine “Genel” ve
“Özel” sıfatlandırmaları yeğlediğimizi ve bunu genele önermek istediğimizi, söyleyelim.

“Üst” ve “Alt” sıfatlandırmada, bir hiyerarşiye gittiğimizi ve bunun her dikey çizilen şemalarda olduğu gibi, burada da, birinin (kimliğin) diğeri (kimlik) üzerine, olası bir “tahakkümü”nü çağrıştıracağından endişe etmekteyiz.

“Genel” – “Özel” diye yapılacak sıfatlandırmada ise, hiyerarşiye gitmeyeceğimizi ve bunun her yatay çizilen şemalarda olduğu gibi, birinin (kimliğin) diğeriyle (kimlikle) eşitlikçi ve bir demokratik ilişki içerisinde olma izlenimini doğuracağını hissetmekteyiz.

Kısacası, Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı, her anlam ve alanda sadakât, saygı duyulması gereken “Genel Kimliği” temsil ederken, dinî, ırkî, etnik, v.s. insanın sadece kendisini ilgilendiren nitelikleri de “Özel Kimliği” temsil edeceğini, anlamaktayız.

“Özel Kimliği” taşıyan tüm niteliklerin inkâr edilmemesi, bu kimliğin korunması

için gereken tüm vecibelerin yasaklanmaması, tersine desteklenmesi… kuşkusuz “Genel

Kimliğe” karşı duyulan saygı, sadakât ve kabulün ne önüne ve ne de üstüne geçebilmeli.

Olsa olsa, yanında, yanıbaşında yer alabilir.

Bu durumu : “Özel’ime dokunma, ki dört elle, sen, Genel’ime sarılayım !” diye özetleyebiliriz.

TÜRKİYE’DE TEPKİSEL OLARAK, FARKLILIĞIMIZIN KABULÜ VAR !

Türkiye’de, yazılı tarihe göre, abartısız 25 bin yıldan beri var olan Ermenilerin
bir uzantısı ve belki de bundan o kadar da bilinçi olmadan, bir birey olarak doğmuş ve
yaşayan Ermeniler, sırf gayrımüslimlere uygulanan “Yirmi sınıf askerlik” nedeniyle 30, “Varlık Vergisi faciası” nedeniyle 40, “6-7 Eylül Olayları” nedeniyle 50’li ve genelin başına gelen, “12 Mart askeri darbesi” nedeniyle 70 ve “12 Eylül cuntası” nedeniyle 80’li yıllarda, yurtdışına çıkan Ermeniler, Diyaspora gerçeği ile burun buruna geldiler.

Belirli bir zaman sonra şu gerçekle karşılaşıldı : Özellikle, Hıristiyan kökenlilerin ezici çoğunlukta olan ülkelere göç eden Ermeniler, bu ülkelerde (Türkiye ile kıyasla) çok az oranda “öteki” addedildiler ama ne ilgiçtir ki (yine Türkiye ile kıyasla) daha hızlı ve daha kolay eridiler, aynı zamanda.

Bu durum, şu değerlendirmeyi doğurtuyor, bazılarının düşün rahminde :

“Daha ne istiyorsunuz, bakın Diyaspora’nızda dil, kültür, gelenek, göreneklerinizi unutuyormuşsunuz; Türkiye’de ise, basın, okul, kilise v.s. ile kimliğinizi koruyorsunuz. Demek ki, o beğenmediğiniz Türkiye’nin politikalarına bir de teşekkür borçlusunuz.”

Halbuki, burada gözardı edilen iki nokta var.

Birincisi “başka” bir dine mensup çoğunluğun içinde yaşayanların, ister istemez, bir tür savunma mekanizmasıyla, kendi kimliklerini korumaya yönelmeleri söz konusu.

Zaten bu yüzden, Türkiye’de dinî aidiyetleri neredeyse, kâğıt üzerinde kalmış bazı insanlarımız, Avrupa’da eğer sarılacak başka bir kimlik unsuru bulamazlarsa, birden “praktikan” Müslümanlara dönüşebilmektedirler.

Halbuki Müslüman ülkelere giden vatandaşlarımız, bazan Türkçeyi bile unutup Arapça konuşmaya başlayabilmektedirler.

Ermenilerimiz ise “Nasıl olsa Hıristiyan ülkeye geldik ve artık bizi dışlayan değil, tersine kucaklayan bir toplumdayız” deyip, hepten eridikleri gün gibi aşikârdır.

İkincisi, Türkiye’de gayrımüslimlerin – özel durumlar hariç- kesinlikle Ankara’dan izin almadan devlet memuru olamamaları; hele hele muvazzaf asker, polis, savcı, hâkim, kaymakam, vali, diplomat hatta ve hatta Türkçe öğretmeni v.s.bile, herhangi bir izinle dahi, tayin edilememeleri; çarşı, pazar, basın, sokak, radyo, televizyon, tiyatro piyesi, sinema filmi, edebiyat, okul kitaplarında, her yerde, kanıksanmış, mel’un “gâvur” sıfatı ile, mahkemelerin kendilerine “Yabancı uyruklu (!) Türk vatandaşı” deyip, Danıştay’ın da onaylayarak, resmen açık bir ırkçılık da yaşamaları; evet… bu insanların kendilerini (müsaadenizle !) “farklı” hissetmelerine neden olmuştur.

Siz, vatandaşlarınızın bir kesimine, diğerlerinden “farklı” olduklarını hissetmeleri
için, sabahtan akşama, özel bir hırsla çaba sarfetseniz, biraz onuru olan bu insanların her biri “Madem, bana her an farklı olduğumu, senden olmadığımı, vurguluyorsun, al işte… ben de her şeyimle senden olmadığımı, senden farklı olduğumu hem kabul eder hem de bunu, bir övünme aracı olarak kullanırım !” demez mi ?

Bu olumsuzluklara karşı cevaben, kimliklerine hepten sarılan Türkiye Ermenileri, sonuçta tabii, batı ülkelerde yaşayan soydaşlarına kıyasla, kimliklerini koruyacaklardır.

Ama, kimliği böyle korumak sağlıklı değildir; bu gönüllü kimlik koruması değil, sırf tepkisel olarak, savunma mekanizmalarının mecburen işletildiği bir “koruma”dır. Tıpkı, Hıristiyan ülkelerde, kimliklerini bir tepki olarak, savunma mekanizmalarını mecburen işletme sonucu, koruyan Müslüman kökenli Türkiye vatandaşlarımız gibi.

Oysa, Avrupa’nın, demokrasi ve İnsan Hakları gelişmiş olduğu ülkelerde, tartışma platformlarında ve hoşumuza gitmeyen kürsülerde, anlatılmak istenen “Marifetin, bir toplumda azınlık durumuında yaşıyor olanların, hedef olduğu baskılara karşı savunmak için değil, gönüllü olarak kimliğini koruyabilmelerindedir.”

Türkiye Hükümetleri ve devletin de, azınlık durumunda olan insanlarını, “öteki” diye ikinci sınıf vatandaş olarak görerek değil, farklılıklarını bile bile, onları saygıyla kabul ederek, onları zenginlik addetmesi gerektiği gibi.

Dolayısıyla, Sünni-Müslüman-Türk kökenli, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları
dışındakilerin, keyflerinden değil, reel bazda yaşanmışlıklar sonucu, kimlik ayırımına gittikleri anlaşılmalıdır. Bu saatten sonra da, “Özel Kimliği” taşıyan tüm niteliklerin inkâr edilmemesi, bunların korunması için gereken tüm vecibelerin yasaklanmaması, tersine desteklenmesi… gerekir.

Hiç kuşkusuz, bunu söyledikten sonra, “Genel Kimlik’e karşı saygı ve sadakât duyulmasının, olmazsa olmaz şartı olduğunu” da, hemen eklemeliyiz. Zaten, birincisi olduğu takdirde, ikincisinin kendiliğinden olacağı da, inanın gün gibi aşikârdır.

Yorumlar kapatıldı.