İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Başka bir açıdan çoğunluk ve azınlık konusu

Aydın Menderes

LOZAN, Türkiye’deki çoğunluk ve azınlıkları mensup oldukları dinlere göre belirliyordu. Müslümanlar’ın tamamı çoğunluk, gayrimüslimler ise azınlıktı. Lozan, Osmanlı İmparatorluğu’nun bünyesinde nice zamandır devam edegelen azınlık tartışmalarına noktayı koymuştu. Lozan Türkiye’deki azınlık konusunun hukuki çerçevesini çizmiştir. Bu tartışılamaz. Türkiye AB’ye üye olmak için azınlıkların yeniden tanımlanması gibi bir şartı ve bunun müzakeresini asla kabul edemez. Bunu yapmak demek Lozan’dan geriye dönmek demektir. Bu da Türkiye’nin bölünmesidir.

Cumhuriyet’in Kuruluşu

TÜRKİYE’DE bazı kişiler ve çevreler, Türkiye Cumhuriyeti’nin belli bir çoğunluğa dayandığı, O’nun tercihlerini yansıttığını ve koruduğunu ileri sürerek, Türkiye’deki bütün Müslümanlar’ı çoğunluk saymanın; bu kapsamın içine giren muhtelif farklı etnik toplulukların ve inançların dışlanmalarına ve dolayısıyla mağduriyetlerine sebeb olduğunu ileri sürmektedirler.

Bu bütünüyle yanlıştır. Türkiye Cumhuriyeti herhangi bir -ister azınlık, ister çoğunluk- toplumsal grup, kategori veya topluluk tarafından kurulmamıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra da herhangi bir toplumsal gruba dayanmamıştır. Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk İnkîlapları asla azınlık, çoğunluk, sınıf, ırk, mezhep, ideoloji gibi kavramlarla açıklanamaz. Bu devlet aşağıdan yukarıya doğru değil, yukarıdan aşağıya doğru kurulmuştur. Meşruiyetini tam bağımsızlıktan, milli egemenlikten, vatan ve milletin bölünmez bütünlüğünden almıştır. Yapılacakların hepsinin bu üçü için gerçekleşmesinin sözkonusu olduğunu ileri sürerek bunlara bütün toplum tarafından uyulmasını istemiştir. Cumhuriyetin kurulmasında en büyük rol oynayanlar en başta Kemal Atatürk olmak üzere, hiçbirisi, hiçbir toplumsal sınıf, etnik veya inanç topluluğu temsilcisi olarak hareket etmemişlerdir. Hiçbirisini kayırmamış, hiç birisine dayanmamıştır.

Cumhuriyet birçok siyasal kavramı yeniden tanımlamış, kendi kuruluşunu milat olarak kabul etmiş, kendi ideolojisini kendisi kurmuştur. Cumhuriyetin gücü buradadır. Güçsüzlüğü varsa; o da buradadır. Cumhuriyetin böyle kurulmuş olması onların kişisel tercihi değildir. O günün iç ve dış şartları muvacehesinde Türkiye’de ancak bu şekilde bir bağımsız devlet kurulabilir ya da Anadolu dağılır gider, işgaller ve iç çatışmalar bu topraklarda yaşayan insanları yok olmaya mahkûm ederdi.

Sünni Türkler

SÜNNİ Türkler’in, Türkiye’nin nüfusunda büyük bir çoğunluğu teşkil ettiği doğrudur. Ancak Türkiye’de bir Sünni Türk egemenliği ve baskısı yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Sünni Türkleri korumamış ve kollamamıştır. Diyanet İşleri Teşkilatı Sünniliği sahiplenip Aleviliği dışlamak için kurulmamıştır. Diyanet İşleri Teşkilatı bütünüyle Müslümanlığı denetlemek ve kontrol etmek için kurulmuştur. Diyanet İşleri Başkanlığı başından beri Sünniler için bir lütuf ve nimet olmamıştır. Laik bir devlet olan Türkiye’de Diyanet İşleri Başkanlığı’nın var olması dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de bazı dini hizmetleri, kamunun yerine getirmesi gerekli hizmetler olduğundan kaynaklanmıştır. Böyle bir teşkilatın olmaması halinde bütün vatandaşlar cenazelerini kaldıracak dini görevli bulmakta giderilemez zorluklarla karşı karşıya gelirlerdi. Bu ve benzerlerinin yerine getirilmesi kamunun mükellefiyetindedir. DİB’de bunun için vardır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kullandığı Türk kavramına gelince; ne etnik bir içeriğe, ne de böyle bir vurguya sahiptir. Kemal Atatürk “Türkler, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranlardır” demişti. Cumhuriyet, Türk kelimesini yeniden tanımlamış ve Türklüğü kendi kuruluşuyla başlatmıştır. Ne Sünni Türkler, ne de tek başına Türkler veya Sünniler devlet tarafından kayrılmamıştır. Tam tersine, bunlar Cumhuriyet’in bazı uygulamalarının mağduru olmuşlardır. Bunun içindir ki Sünni Türkleri Türkiye’de egemen bir çoğunluk olarak gösterip, azınlıkları temellendirmek ve meşrulaştırmaya çalışmak asla iyi niyetle telif edilemez. Haksız, yersiz ve mesnetsizdir. Bunun içindir ki alt kimlik-üst kimlik tartışmaları da lüzumsuz ve gereksizdir.

Devletin görevi

TÜRKİYE Cumhuriyeti Devleti’ne gelince; sadece bağımsızlığımızı, milletin egemenliğini ve vatanın bütünlüğünü korumaya gayret etmiştir. Bu O’nun hem mevcudiyet sebebi, hem de değişmez görevidir. Bağımsız devletleri kuran millettir. Bağımsızlığı, milletin ve vatanın bütünlüğünü savunacak ve muhafaza edecek olan ise devlettir. Millet yoksa milli egemenlik de yok demektir. Demokrasi de anlamını yitirir. Devletin bu temel görevini gözardı etmek toplumu büyük bir kargaşaya sürükler. AB’ye üyelik için de dahil, bu ülke hiçbir sebebten dolayı böyle bir macerayı göze almamalıdır.

Yorumlar kapatıldı.