İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yeniden ikircilik

Gündüz Aktan

28-29 Kasım’da Brüksel’de yapılan Karma İstişare Komitesi’nin (KİK)10. yıl toplantısına katıldım. Rhen ve Lagendjk’ın bir süredir söylediklerini tekrarlayan konuşmaları mealen şöyle özetlenebilir: Türkiye’de reformlar sadece yavaşlamadı, Orhan Pamuk, Hirant Dink, Eğitim-Sen davalarından ve İstanbul’daki Ermeni konferansının başına gelenlerden, ifade özgürlüğü ihlallerinin artık sistematikleştiği;

sıfır hoşgörü ilkesine rağmen işkencenin sürdüğü; kadınlar gününde görüldüğü gibi polis şiddetinin devam ettiği anlaşılıyor. Bu şartlarda teknik müzakereler başlasa bile siyasi nedenlerle müzakereler askıya alınabilir.

Türk tarafından gelen ayrımcılık ve terörizme ilişkin bazı serzenişlere karşı, Türkiye’nin ‘özel bir vaka’ (case) olduğunu; diğer ülkelerden çok daha sıkı izleneceğini; Danimarka’nın Roj TV konusundaki tutumunda Sn. Erdoğan’ı kusurlu bulduklarını, terörizm konusunda AB’de yapılan tartışmanın sonuçlanmadığını, gelişmeleri endişeyle izledikleri Güneydoğu’da mutlaka bir şeyler yapmamız gerektiğini belirttiler. Bu arada Hırıstiyan azınlıklara iyi davranılması ve kadın haklarının geliştirilmesine de kısaca değindiler.

Konuşma tonları sert hatta tehditkârdı.

Bunun bir nedeni aynı gün başlayan teknik müzakereler öncesinde işin siyasi yönünün önemini vurgulamak olabilir.

Ancak Turkiye’nin eksiklerini abartmaları, terörizme ilişkin hassasiyetlerimizi geçiştirmeleri ve müzakereleri askıya alma tehditleri ölçüsüzdü. ‘Özel vaka’ terimini ayrımcı yaklaşımlarını meşrulaştırmak için kullandıkları açıktı.

Bu tavırları Türkiye’ye karşı tarihi önyargılarla yaklaşan insanların tipik ikircilik özelliğini taşıyor.

3 Ekim’de Türkiye’ye fazla yaklaştıkları duygusuyla şimdi uzaklaşıyorlar. İleride ‘fazla uzaklaştıklarını düşünüp’ yeniden yaklaşmaya başlayacaklar.

Bunun psikolojık nedenlerini bilmediklerinden, akla yatkın bazı olayları vesile edecekler. Ama bu ikircilik hem onlarda, hem bizde büyük belirsizlik ve karşılıklı güvensizliğe yol açıyormuş, ne gam.

Kuşkusuz ifade özgürlüğüne ilişkin uygulamaların düzelmesi gerekiyor.

Ama AB yetkilileri, bu uygulamaları eleştirirken, tutumlarının politik etkilerini de göz önüne almalılar. İfade özgürlüğünün kısıtlanmasına ilişkin konuların çoğu, AB kaynaklı Ermeni soykırımı iddialarını kabul eden Türklerin söz ve yazılarıyla ilgili.

Yani AB, bu Türkleri, Türkiye karşıtı AB’nin gürüşlerini savundukları için koruyormuş görüntüsü veriyor. Avrupa’da birçok yerde Türklerin Ermeni iddialarını reddetmeleri inkârcılık diye yasaklanırken, AB’nin bu tutumu en azından çelişkili oluyor. Öte yandan AB mahkeme kararlarını dahi bekleyecek sabra sahip görünmüyor. Rasmussen’in Roj TV’yi salona alması diplomatik bir nezaketsizlikti. Başbakan katılmamakla iyi etti. Danimarka basını ziyaretten birkaç gün önce Sn. Erdoğan’a ders verilmesi yolunda yazılar yazmıştı. Derslerini aldılar.

Aynı basının Müslümanların kutsallarına saygısız davranması da ifade özgürlüğüne sokuluyor ve AB yetkililerince savunuluyor. Kuşkusuz ifade özgürlüğü çok önemli, ama bunun kötü kullanılmaması da önemli. Bir yandan uygarlıklar çatışmasından ve El Kaide terörizminden korkacaklar, öte yandan da her türlü saygısızlığı yapacaklar.

Bir süre ifade özgürlüğünü sadece kendi kutsallarını eleştirmekte kullansalar daha akıllıca olacak.

Bizde Hırıstiyan azınlığın haklarını savunurlarken, örneğin, Yunanistan’da Türk azınlık haklarından söz etmiyorlar. Kadın hakları konusunda Kürtlerdeki çokeşliliğe değinmiyorlar. Yücel Aşkın olayı ise bir türlü gündemlerine girmiyor.

Terörizme ilişkin tutumları bugünün dünyasında ancak utanç verici olarak nitelenebilir. Neymiş, aralarındaki tartışma bitmemişmiş. AB ülkeleri terörizm tanımını yapmadılar mı? BM Güvenlik Konseyi kararlarını kabul etmediler mi? Peki neden bunları uygulamıyorlar? Bu konuda yardımcı olmak istiyorlarsa, PKK terörizmini ve DTP talep ve faaliyetlerini doğru dürüst eleştirsinler. Fransa’daki olayları ve diğer AB ülkelerinde Türklerle Müslümanlara karşı ırkçılığı bu tür toplantılara sürekli getirmeli ve kalıcı bir gündem maddesine dönüştürmeliyiz. Zira bize karşı ıkırcılığın de arkasında bu devasa konu yatıyor.

Toplantıda Kıbrıs’a değinilmedi. Neden basit: Sorun çözümlenmedikçe adım atmayacağımızı AB’ye açıkça söylemişiz. Ermeni iddiaları ve Lozan gibi konularda da aynı kesin tavrı benimsemeliyiz. Başka türlü AB’nin ıkırcılığını aşamayacağız.

Yorumlar kapatıldı.