İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Azınlık kavramında kargaşa

İlter Türkmen

AZINLIK kavramı bizde eskiden beri rahatsızlık yaratır; çünkü Lozan Antlaşması’nın kapsamı içinde bulunan azınlıklar dışındaki toplumlara azınlık dendiği takdirde onlara da tıpatıp aynı hakları tanımak gerekeceğini düşünürüz. Bu görüş doğru değil.

Azınlık kelimesinin aynı zamanda sayısal bir anlamı var. Çoğunluğun karşıtı azınlıktır, bunu da başka türlü ifade etmek zordur. AB süreci, daha çok bu çerçevede meseleyi ele alıyor. Kopenhag kriterlerinde hukukun üstünlüğü, insan hakları ve kurumların istikrarı yanında azınlık haklarına da değinilirken Lozan’ın azınlık tarifinden hareket edildiği söylenemez.

***

Geçen ayın sonunda AB Komisyonu’nun temsilcisi, azınlıklar hakkında ‘Lozan’ı sadece Yahudi, Rum ve Ermenileri kapsayacak şekilde sınırlı olarak yorumlamak yetersiz kalıyor’ deyince kıyamet koptu. Bakanlarımız, temsilciye ateş püskürdüler. Oysa itiraz etmediğimiz son İlerleme Raporu, tamamen aynı şeyi söylüyor:

‘Türk makamları, Lozan Antlaşması çerçevesinde genellikle yalnızca Yahudileri, Ermenileri ve Rumları göz önünde tutuyor. Oysa Türkiye’de, uluslararası ve Avrupa standartlarına göre azınlık vasıflarına sahip olabilecek başka toplumlar mevcut.’

Evet, belki toplum kelimesi bizi tatmin için kondu; fakat bazı toplumların azınlık vasıflarından söz edilince arada pek fark kalmıyor. Kaldı ki toplum kelimesi o kadar masum mu? Uzun yıllar Kıbrıs’ta Türkler azınlık değil toplumdur diye ısrarlarımızı unutmayalım. Cemaat anlamında toplum genellikle daha fazla haklara sahiptir. Belçika’da toplumlara çok geniş haklar verildiğini de gözden kaçırmayalım.

***

Gerek İlerleme Raporu’nun, gerek temsilcinin ifadeleri, gayrimüslimler dışındaki toplumlara Lozan hükümlerinin uygulanmasının öngörüldüğü anlamına kesinlikle gelmez. AB, azınlıklar konusunda genel prensipler bağlamında başka belgeleri temel alıyor. Bu belgelerin özelliği ise kolektif değil; fakat bireysel haklar üzerinde durmasıdır.

AB’nin yaklaşımında ‘milli azınlıkların korunmasına ilişkin Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi’ ve ‘bölgesel veya azınlık dillere ilişkin Avrupa Şartı’hükümlerinin de etkisi yok değil. Gerçi biz bu anlaşmaları imzalamadık. Ancak Kopenhag kriterlerine uyumun bir hukuki değil, esasında politik bir süreç olduğunu unutmamak lazımdır. Politik sürecin hukuki sonuçlar doğurması ayrı bir mesele.

***

Türkiye’de Lozan Antlaşması’nın 39/4 maddesinin gayrimüslimler dışındaki vatandaşlara da her alanda dilediği dili istediği gibi kullanmak hakkını verip vermediği konusu da sık sık tartışılır oldu. Azınlıklara ilişkin olarak Türkiye’ye yöneltilen taleplerde ve araştırmalarda bu maddeye herhangi bir atıf yok.

Yanılmıyorsam bir tek Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (AGİT) Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri bundan birkaç yıl önce 39/4 maddesini ileri sürmüştü. Ondan sonra kimse bundan bahsetmedi. Diğer taraftan AGİT’in 1990 Kopenhag deklarasyonundaki önemli bir hükmü hatırlamakta fayda olabilir. Deklarasyona göre azınlık haklarıyla ilgili yükümlülükler hiçbir suretle bir ülkenin toprak bütünlüğüne karşı faaliyet ve eylemleri haklı gösterecek şekilde yorumlanamaz.

Azınlık konusu kuşkusuz çok dikkatle ele alınmalıdır. Fakat kavramların anlamları zorlanarak veya her sözcüğün altında şeytani bir niyet aranarak pek bir yere varılamaz.

Yorumlar kapatıldı.