İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kürt muhabbeti

Hasan Celal Güzel

Sevgili okuyucularım, Radikal’deki bu ilk pazar sohbetimde, ne yazık ki Şemdinli olayları dolayısıyla gündemin baş köşesine kurulan Kürt kardeşlerimizden bahsetmek istiyorum.

Başlıktaki ‘muhabbet’ kelimesini hem sevgi hem de sohbet anlamında kabul edebilirsiniz. Bu yazım, kardeşin kardeşe yolladığı bir ‘muhabbetnâme’ olacak. Tıpkı şu güzel türküde söylendiği gibi:

“Bir muhabbetnâme yazdım

Göndersem gül yüzlü yâre”

‘Benim Kürtlerim’

‘Benim Kürtlerim’ bir başkadır. Kuzey Irak’taki Amerikan beslemesi haydut kılıklı peşmergelerden de, eli kanlı katil PKK teröristlerinden de tamamen farklıdır. Benim Kürtlerimi anlatırken ‘biz-onlar’ ayırımını yapmak dahi beni rahatsız ediyor. Çünkü, bu topraklardaki bin yıldan fazla devam edegelen tarihimizde biz onlar olmuşuzdur, onlar da biz…

Benim Kürtlerim, Selahaddîni Eyyûbî ile beraberce iftihar ettiğimiz, Mervanoğulları’nın tarihî mirasını birlikte paylaştığımız, İdrîs-i Bitlisî’nin eserlerini ve Şerefhan’ın ‘Şerefnâmesi’ni hep beraber gururla okuduğumuz, bizim kendi öz insanlarımızdır.

Erzurum’da bir lâf vardır: “Soyu Kürde çıkmayan Türk değildir” denir. Bunu, soyu Türke çıkmayan Kürt değildir diye de ifade edebiliriz.

Hangi mozaik?

Geçen hafta değerli devlet adamı Kâmran İnan beyefendi’nin çok ilgi çekici bir açıklaması yayımlandı. İnan, ‘mozaik’ kavramının ilk olarak KGB tarafından kullanıldığını söyledi ve kimlik tartışmalarının Türkiye’ye ihanet olduğunu vurguladı. Ne yazık ki, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğünü savunan bazı siyaset adamları, ‘mozaik’ deyimini kullanarak verdikleri tâvizle T.C. vatandaşlarını bir arada tutabilecekleri yanılgısına saplanmışlardır.

Bizim, yabancı ağzıyla konuşan ve İngilizce, Fransızca düşünen bir kısım aydınımız da, “Canım, hangimiz saf Türküz ki?”, “Anadolu uygarlıkları esastır”, “Türkiye bir mozaiktir” diyerek bu kasıtlı teze çanak tutmaya devam etmektedir.

Halbuki, bir milleti meydana getiren bütün unsurlar Türk-Kürt kaynaşmasını açıkça ortaya koymaktadır.

‘Türkmen Ekrâdı’

Osmanlı arşivlerindeki kayıtlarda ‘Türkmen Ekrâdı’ (Türkmen Kürtleri) ve ‘Türkmen Etrâkı’ (Türkmen Türkleri) tâbirlerine rastlarsınız. Osmanlı, göçebe Türk ve Kürtleri aynı şekilde değerlendirmiştir.

Sultan Alparslan’ın Malazgirt ordusunda Türkler ve Kürtler yanyana savaşmışlardır. ‘Vilâyât-ı Şarkiyye Kongresi’nde Rus-Ermeni emperyalizmine karşı tam dayanışma içinde olan bu iki unsur, meydana getirdikleri ‘Türk milleti’nin bekâsı için Millî Mücadele’de aynı saflarda bulunmuşlardır. Çanakkale’de, Yemen’de, Sakarya’da, Dumlupınar’da ve dünyanın her tarafındaki şehitliklerde Mehmet ile Memo koyun koyuna huzûr içinde yatmaktadır. Sadece onlar mı? Norşin’de, Tillo’da, Menzil’de ve bu mübarek vatan toprağının her yerinde, Seyyidler, Şerifler, Türkler, Araplar ve ‘Benim Kürtlerim’ yeşil sandukalarının içinde nurânî uykularındadır.

I. Dünya Savaşı’nın başlangıcında Rus ve Ermeni saldırıları karşısında, Kürt, Türk ve Araplardan kurulan ‘Hamidiye Süvari Alayları’nın kahramanlıklarını bilir misiniz? II. Abdülhamid tarafından 1890’da teşkil edilen bu alaylar, düzenli birlikler yanında vatan müdafaasında önemli hizmetler ifa etmişlerdir. II. Alay Kumandanı aşiret reisi Sibkanlı Abdülmecit Bey’in, Kılıç Gediği ve Hamur deresinde on altı yerinden yaralı olduğu halde Ruslara büyük kayıplar verdirmesi; gene Hüseyin Paşa, Hamurlu Reis Bey, Tutaklı Kadir ve Pirzenli Halil Beyler’in kahramanlıkları birer efsâne hâlinde yaşatılmaktadır (Prof. Dr. Selçuk Günay).

Hep o eski hikâye

Sorarım sizlere, bir milletin oluşumunda ‘müşterek tarih’ten daha önemli ne olabilir? Sosyolojideki klâsik millet tarifindeki unsurları teker teker değerlendirdiğimizde, dil dışında hiçbir kültür özelliğinin farklı olmadığını görüyoruz. Bana, ana üst kimlik ile etnik alt kimlik arasında bu derece ayniyet olan bir başka millet gösterebilir misiniz?

Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti’nde aslâ azınlık değil, Türkler gibi ‘Türk milleti’ni meydana getiren aslÓ unsurdur. Türkiye’de ‘çokkültürlülük’ iddiası, dış kaynaklı bir safsatadan ibarettir. Her bakımdan aynı kültürü paylaştığımız, büyük bir ihtimalle de aynı kökten geldiğimiz Kürtler, milletimizin ayrılmaz bir parçasıdır. Bizi birbirimize kenetleyen bağlar, sadece aynı ülkede, Türkiye’de yaşamamızdan, yalnızca ‘Türkiyeli’ olmamızdan çok daha sıkı bağlardır. Biz sadece aynı ülkenin vatandaşı değil; aynı inancın, aynı kültürün, aynı tarihin, ‘tasada ve kıvançta beraberliğin’ bir araya getirdiği, tek bir milletin mensuplarıyız. Aramızdaki gönül bağı ve muhabbet, etnik farklılığımızın çok üzerindedir.

Lâkin, Türkiye’yi ve ‘Türk milleti’ni bölmek isteyenler, 18. asrın sonundan itibaren süre gelen ve Berlin Antlaşması’yla iyice su yüzüne çıkan hep o eski hikâyedeki yöntemlere başvurmuşlardır: Din ve ırk farklarını körükleyerek tâvizler alıp vatanı parçalamak… Balkan savaşlarından sonra 1913’te dahi Türkiye’nin yüzölçümü 4 milyon 980 bin kilometrekareyi buluyordu; yani şimdiki yüzölçümümüzün 6 mislinden fazlaydı. Lozan’da Kürtleri ve Alevîleri azınlık statüsüne almak isteyenlerin niyetleri, daha sonra ilk fırsatta Türkiye topraklarını yeniden küçültmeye çalışmaktı.

Ancak, artık verecek toprağımız yoktur.

Hele kendi öz kardeşlerimizden bizi ayırmaya hiç kimse muvaffak olamayacaktır.

* * *

Sohbetimin sonunda Hakkâri’deki, Şemdinli’deki, Yüksekova’daki ve yurdumuzun her yerindeki ‘gardaşlarıma’ seslenmek istiyorum: Geliniz müşterek vatanımızda, bin yıldır olduğu gibi tek millet olarak huzur içinde beraberce yaşayalım.

Bak gardaşım, şunu hiçbir zaman aklından çıkarma: Onlar seni sadece kullanmak istiyorlar. Biz seni seviyoruz. Çünkü sen bizim dünya, âhiret gardaşımızsın.

Yorumlar kapatıldı.