İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ehemmi mühimme tercih etmeyi bilmeliyiz

Mehmet Barlas

Kendimizce çok önemli gördüğümüz, ama aslında gündemin çok öncelikli sorunu “Kimlik Tartışması” yanında gerçekten ikincil konuları oluşturan bazı meselelerin tartışılmasını, bir süre ikinci plana almak zorundayız.

Örneğin “Göztepe Parkı’na cami yapılsın mı” tartışmasının sıcak bir kavgaya dönüşmesi, toplumsal beyin gücünün israf edilmesinden başka bir şey değildir. Baksanıza habere… Göztepe Parkı’nda dün sabah toplanan yaklaşık 500 kişilik grup “Yeşil alanlara cami de okul da istemiyoruz” diyerek protesto gösterisi yaparken, 10 kişilik bir grup da “Cami yapımı engellenemez” diye pankart açıp tekbir getirerek slogan atmaya başlamış. İtiş kakış başlayınca da polis iki grubun arasına girerek kavgaya karışan 5 kişiyi gözaltına almış.

Oysa şu anda tartışılması gereken konu Göztepe Parkı’nın değil, Cumhuriyet’in ilanından bugüne kadar “Ulusal Kimliğimiz”i oluşturan değerler bütününün nasıl koruncağı veya ne şekilde yenilenip zamana uyarlanacağıdır.

Farkında değil misiniz? “Ben Türküm” demenin çağ dışı olduğunu gündeme getiren tartışmalar, artık her evde, her toplulukta gerginlikler ve boşlukta kalmışlık duyguları oluşturarak sürüyor. Yeni bir üst kimlik arayışına dayalı olarak getirilen “Üst kimlik İslam” olabilir” veya “Türkiyelilik neden olmasın” yahut “Anayasal vatandaşlık bir çözümdür” benzeri öneriler, Osmanlı’nın son dönemlerindekine benzer uzlaşmasızlıkları da beraberlerinde getiriyor.

Profesör Dr. Şükrü Hanioğlu, Zaman’daki yorumunda o döneme ilişkin gelişmeleri pek güzel özetlemişti önceki gün.

Örneğin 1908 İhtilali’nin “Hürriyet Kahramanı” Resneli Niyazi Bey bir Arnavut’tu. Örneğin Türkçe iyi yazamadığı için ünlü hâtıratı elden geçirilerek yayınlanmasına rağmen, Arnavut milliyetçileri onu “Türkleşmiş” olarak görüyorlardı. Yani “Osmanlılık” birleştirici olmaktan çıkmıştı. Aynı şekilde beş yıl sadrazamlık yapmasına rağmen, Avlonyalı Ferid Paşa’nın Arnavutluğu da bir anlam ifade etmiyordu Arnavut milliyetçilerine. Bunun gibi 1905 yılı sonlarında İttihat ve Terakki ile “Daşnaktsutyun” arasında bir yakınlaşma sağlamaya çalışan Dr. Bahaeddin Şakir Bey’e yardım etmeye çalışan Diran Kelekyan yalın “Bireysel eşitlik” temelinde ve Kanun-i Esasi’de tanımlanan Osmanlı kimliği çerçevesindeki bir uzlaşmayı Ermeni komitelerinin asla kabul etmeyeceklerini, onların bu alanda “Toplumsal ve ırksal düzeyde eşitlik” talep ettiklerini belirtince, uzlaşmaya varılamamıştı.

“Ermeni ya da Arnavut komiteleri ya da 2’nci Meşrutiyet Dönemi’nin Arap cemiyetleri bakımından bir Arnavut’un sadrâzâm bir Ermeni’nin nâzır olabilmesi, Osmanlılığın herkese açık bulunması herhangi bir anlam taşımamaktaydı. Daha demokratik yapılara geçiş, meselâ 1908 sonrasındaki göreceli basın hürriyeti, seçimlerin ve parlâmentonun varlığı da üst kimlikle milliyetçi kimlikler arasındaki çatışmayı azaltmadığı gibi tersine daha yoğun hale getirmişti.”

Yani “500 yıldır bir arada yaşıyoruz” veya “Kürtler cumhurbaşkanı da başbakan da olabilir” benzeri söylemlerin, bir noktada etkisiz kaldığı dönemleri yine yaşamaktayız.

Bu yeni dönemde bütün beyin ve çözüm üretme gücümüzü bu soruna yoğunlaştırmalıyız. Çok ciddi kriz kaynaklarının fokur fokur kaynadığını görmemek için görme özürlü olmak gerekiyor.

Yorumlar kapatıldı.