İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Heybeliada´da meslek yüksekokulu açılsın

“YÖK Başkanı Teziç, ‘Sizin okulunuz bize bağlı değil, eskiden olduğu gibi Milli Eğitim’e bağlı. Devlet isterse yarın sabah açabilir’ dedi. Ruhban okulu, meslek yüksekokulu olarak açılabilir”

SOHBET ODASI

DERYA SAZAK

DERYA SAZAK: Ruhban okulu 1971’de niye kapatıldı?

BARTHOLOMEOS: Bizimki azınlık meslek okuluydu. Üniversite muadili değildi. Kapatılmamalıydı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bize verdiği diplomada bir not vardı, liseden sonra bir sene mesleki tahsil görmüş sayılır, diye. Bugün istenirse 24 saatte açılabilir. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, ‘Yarın açılabilir’ diyor… YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç patrikhaneye geldi, ‘Sizin okulunuz bize bağlı değil, eskiden olduğu gibi Milli Eğitim’e bağlı, 1951’de onaylanmış yönetmelik çok iyi hazırlanmış’ dedi. Hiçbir hukuki engel yok.

Lise kısmı açık…

Devlet kapatmadı ama öğrenci kalmayınca masraflı olmaya başladı, şu anda fiilen kapalı sayılır. Sonuçta burası din adamı yetiştiren bir okul. Belli bir disiplin gerekiyor. Manastır bir yaşam tarzıdır. Ruhban okulunda sadece akademik seviyede ders verilmiyor, kilisede sabah akşam duamız var, ayinlerimiz oluyor. Benim okuduğum yıllarda akşam duasından sonra tepeden mecburi yürüyüş vardı. Top oynardık. Yatılı okul arkadaşlığı başkadır. Dostluklar bugün de sürüyor. İtalya, Almanya, Belçika metropolitleri benim arkadaşlarım, Avustralya başpiskoposu okulumuzdan mezun.

Siyasi iktidarlar geçmişte söz vermişler.

Özal yaşamış olsaydı okul çoktan açılmış olacaktı.

Atina’da cami açılsın

Başbakan Erdoğan’ın tutumu nasıl? AKP hükümeti de olumlu bakıyor mu?

Başbakan’ı ziyaret ettim. Sayın Erdoğan, Atina’da iken umut verdi. Okul konusunu açtığım zaman, Atina’da cami olmamasını hatırlattı. Binlerce Müslüman var.

Siz ne düşünüyorsunuz cami konusunda?

Atina’da da cami açılmalı, çünkü diplomatlar var, işadamları gidip geliyor, olimpiyatlarda Müslüman sporcular geldi. Maalesef bugüne kadar cami yapılmadı. Ancak bu sorunun İstanbul’daki ruhban okuluyla alakası yok. Biz Türk vatandaşı olarak hakkımızı istiyoruz. Türk-Yunan ilişkileri ve mütekabiliyet bize çok zarar verdi. Batı Trakya’da 120 bin Müslüman Türk var, İstanbul’da 3 bin Rum. Hâlâ mütekabiliyetten bahsediyoruz. Hangi mütekabiliyet?

AB sürecinde Türkiye’nin üyeliğini destekliyorsunuz.

Türkiye’nin AB perspektifini her zaman destekledim. Öncelikle Türkiye için ve Türk milleti için çok hayırlı olacağına inandığım için. İkinci olarak azınlıkların ve patrikhanenin durumu gelişecek, daha rahat olacak. Kısıtlamalar, haksızlıklar olmayacak.

Okul meselesi nerede takılıyor?

Siyasi irade yok bence… Milli Eğitim Bakanı en yetkili şahıstır. İki sene önce Fener’de Kırmızı Mektep’te konuşurken herkesin önünde dedi ki, ‘Ruhban okulunun tekrar açılması önünde hukuki bir engel yoktur.’ Demek ki bir yere takılıyor.

Fakülte değil meslek okulu

Devlet mi?

YÖK Başkanı Teziç, bana ‘Devlet isterse okulunuzu yarın sabah açabilir’ dedi. Biz fakülte peşinde değiliz. Ruhban okulu, meslek yüksekokulu olarak açılabilir.

AB sürecinde Batı’nın dayatmasıyla Türkiye’nin ulusal güvenliğini ilgilendiren konularda ödün verildiği kaygısı var.

Bizim azınlığımız Lozan’la zaten tanınıyor, kilise asırlardan beri mevcuttur. Heybeliada’ya 100 talebe gelse koskoca Türk devleti bunları kontrol edemez mi? Bir yaramazlık yapacak olursa talebeler, tut kulağından sınır dışı et, o kadar kolay. Zaten ikamet izni alınacak emniyetten, açıkken de Milli Eğitim’den müfettişler geliyordu. Devletin denetimi her zaman oldu. Özerklik, imtiyaz istiyormuşuz, yok böyle bir şey. Okulumuzun kapısında TC Milli Eğitim Bakanlığı tabelası duruyor.

Çağlayangil’in anısı

Devlet isteyince neler olmaz ki? 1948’de ABD Başkanı Truman’ın uçağıyla İstanbul’a gönderilen Athenagoras, patrik olmak için zorunlu Türk vatandaşlığına geçirilerek göreve başlatılmış. Nüfus kâğıdını sonradan Dışişleri Bakanı olan İhsan Sabri Çağlayangil İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde Siyasi Daire’nin başkanlığını yaparken Ankara’dan gelen talimatla hazırlatmış. Patriğe Yanya’dan TC vatandaşı kimliği çıkarılmış. Soğuk Savaş yıllarında böyle şeyler normalmiş!

O zaman ABD, Türkiye ve Yunanistan Athenagoras’ın patrikliğinde anlaşmışlar. Şimdi cemaatimiz azaldı, Ankara’ya bir mektup yazdım ve Sen Sinod Meclisimiz adına hükümetten şunu istedik. Benden sonraki patrikler herhangi bir devletten, herhangi bir vatandaşlık statüsünden olabilsin. Seçildikten sonra Türkiye Cumhuriyeti ona vatandaşlık verecek.

Patrik seçiminde TC vatandaşı olma zorunluluğu kalksın, istiyorsunuz.

İskenderiye Patriğinin seçiminde Mısır hükümeti hiçbir sınırlama koymuyor, Uganda, Kenya uyruklu olabiliyor, çünkü İskenderiye Patriği bütün Afrika kıtası için görevlidir.

Ruhban okulunun açılışını görmek ayrılmadan önce bir misyon olmalı.

Onu yarın görmek isterim, şahsi bir prestij meselesi değil, kilisemizin ihtiyacı olduğu için. İstanbul Patrikhanesi, Ortodoks âleminde birinci makamdır ve kendi din adamlarını yetiştirmek, yarınını garanti almak imkânından mahrumdur. Arnavutluk’ta, Finlandiya’da küçük çaplı okullar var ama yetmiyor. 300 milyonluk Ortodoks âleminden söz ediyoruz. Amerika’da 3 milyon kişi var, ABD Başpiskoposu’nu biz tayin ediyoruz.

Bir bardak suda fırtına

Ekümenlik demek bu mu?

Otosefal (bağımsız) kiliselerin dışındaki Ortodokslar İstanbul Patrikhanesi’ne bağlıdır.

Türkiye, kabul etmese de dinen ekümenlik geçerli diyorsunuz.

De facto bir durum, 6. asırdan beri bu unvanı kullanıyor İstanbul Patrikliği. Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde kullanılan bu unvan bugün niye sorun oluyor? O kadar çok şey söyleniyor ki Bartholomeos, ekümenliği istiyor, empoze ediyor diye. Hayır. Hiçbir şey istemiyorum. Çünkü bu zaten mevcuttur.

Lozan’a göre durum nedir?

Lozan tutanaklarında İnönü’den sonraki Türkiye delegesi Rıza Nur, ‘ekümenik patrikhane’ diye konuşuyor, anılarında var. Bunların hepsi yazıldı. Bir bardak suda fırtına koparılıyor. Okulun açılmasına izin istiyoruz. Dünyadaki Ortodoksların merkezi İstanbul Patrikhanesi’nin burada olması bir imtiyaz, Türkiye için bir iftihar meselesi olmalı. Sayın Erdoğan kalkıp İspanya’ya gidiyor. Medeniyetler ittifakı üzerinde konuşuyor.

Okulun kapalı tutulması Türkiye’nin AB üyelik sürecini nasıl etkiler?

Zorlaştırıyor. Görüyorsunuz işte AB temsilcileri iki de bir ‘Okulu açın’ diyor. Çünkü AB kriterlerine uygundur, din özgürlükleriyle bağdaşmaktadır. Amerika da istiyor.

AİHM’ye Büyükada davası

Azınlık mülkleriyle ilgili tartışma var.

Söz verdiler ama yasa henüz çıkmadı. Vakıflar Genel Müdürlüğü yalnız Rumlara karşı değil Ermenilere, Süryanilere, Katoliklere karşı da büyük haksızlıklar yapmış oldu. Bir örnek vereyim: Büyükada Rum Patrikhanesi bizim malımız, gerek padişahtan, gerekse Türkiye Cumhuriyeti’nden tapu senedimiz olmasına rağmen elimizden alınmak istendi. Mecburen AİHM’ye başvurduk ve konu oradadır. İnanıyoruz ki davayı kazanacağız.

Benim memleketim olan Gökçeada’da araziler istimlak edildi devlet aldı. Hazine’ye geçen malların bir kısmı üçüncü kişilere satıldı. Rumlardan alındı başkalarına satıldı. Şimdi Avrupalılar soruyorlar, niye iade etmiyorsunuz? Etmeyecekseniz, tazminat verin.

AB sürecinde Türkiye’nin geleceği ve yeni Avrupa kimliğiyle söyleşiyi noktalayalım. Yeni Papa başta, Türkiye’nin üyeliğini Avrupa’nın tarihi çekirdeğini oluşturan Hıristiyan kültürüne aykırı bulan ciddi bir çoğunluk var. 11 Eylül sonrasında ‘medeniyetler buluşması’ düşüncesi destek bulsa da, AB’nin doğuya doğru genişlemesine karşı çıkan çevrelerin muhalefetine rağmen Türkiye gelecekte tam üye olabilecek mi?

Ben her zaman diyorum ki medeniyetler buluşabilir, kaynaşabilir. Türkiye’nin AB’ye dahil edilmesi karşılıklı bir zenginleştirme olacaktır. Yani AB, Türkiye’nin ve İslamın kültüründen alacağını alacak, Türkiye Avrupa’daki medeniyetten etkilenecek. Barış içinde karşılıklı saygı içinde yaşayacaklar. Bunun olumsuz tarafını göremiyorum.

‘İslami terör’ dememeliyiz

Papa gelecek yıl Türkiye’yi ziyaret edecek… Seçilmeden önce Türkiye karşıtı düşünceler seslendirmişti.

Kardinal olduğu zamanki düşünceleri başkaydı, şimdi daha yumuşak. Türkiye’ye geldiğinde ilk önce Ankara’ya gidecek sonra patrikhanemize gelecek ve eminim ki gerek Cumhurbaşkanı Sezer’le gerek Başbakan Erdoğan’la gayet iyi anlaşacaklar. Vatikan’ın İstanbul’daki temsilcisi çok müspet konuşuyor…

11 Eylül sonrası Madrid’de, bu yıl Londra’da patlayan bombalar Batı’da ‘radikal İslami terör’ sendromunu yeniden canlandırdı. Fransa’da Paris’i yakan olaylarda Kuzey Afrikalı göçmenlerin dışlanmasından kaynaklanan bir sorun olmakla birlikte ‘Avrupa’da İslami yükleşin’ krizi gibi de gösterilmek istendi. Sizin bakış açınız nedir?

Buna İslami terör dememeliyiz. Sayın Erdoğan da bunu tekrarlıyor çünkü terörist kimseler her kesimden çıkabilir, her dinden olabilir. Yani ateist de olabilir çünkü bu bir ideolojidir yani bir dinle ilgi kurmamalıyız. Viyana’da eski İran Cumhurbaşkanı Hatemi, Afganistan lideri Karzai’nin de çağrılı olduğu konferansta söyledim: Terör olaylarının arkasında mutlaka dini görmemeliyiz. Tersten söyleyeyim, milliyetçi ve siyasi amaçlara dini alet etmemeliyiz.

‘Yazları babamla kahvede çalışırdım’

Gökçeada doğumlusunuz. Geçmişin anılarından başlayalım isterseniz…

Gökçeada’da 1940’da doğmuşum, çocukluğum orada geçti. Rahmetli babam kahvecilik ve berberlik yapıyordu. Okulun tatil olduğu yaz aylarında ben de kahvede çalışırdım, ateşi yakıp karşıdaki çeşmeden su getiriyordum. Köyümüzde hemen hemen Türk yoktu. Mübadelenin dışında bırakılmıştı ada, köylerin hepsi Rum’du. İlkokulda Türk hocalarımız vardı. Mecnune Hanım’ı hatırlıyorum, kompozisyonum iyiydi, ama o zamanlarda ruhbanlığa eğilimim vardı. Köyümüzün papazının peşini bırakmıyordum. Şapellere gidip ayine yardımcı oluyordum. Okumayı çok seviyordum, kırlarda gezmeyi de…

İlkokuldan sonra İstanbul’a gönderildim. Zoğrafyan’a, oradan 1954’te Heybeliada Ruhban Okulu’nun lise bölümüne geldim, üç senede bitirdim, ardından dört yıl ilahiyat okudum. 1961’de mezun oldum. 1991’de İstanbul Fener Rum Patriği seçildim.

‘Patriğin idamı ispat edilemiyor’

Lozan’a gelmeden, Tanzimat döneminde Osmanlı’nın Müslüman olmayan azınlıklara tanıdığı haklardan söz edelim. Büyük devletlerin zorlamasıyla reformlar yapılmış, ama imparatorluğun pek de hayrına olmamış.

İstanbul’daki kiliselerimizin çoğu 1800’lerde kuruldu çünkü dönemin padişahları çok daha geniş ufuklu ve çok daha aydın insanlardı. Ve Hıristiyanlara, azınlıklara karşı daha mertçe davranıyorlardı.

‘Parçalanma zarar verdi’

Balkanlar’daki uluslaşma sürecinde özellikle Yunanistan’ın bağımsızlığında kilisenin etkisi yadsınamaz. Cemaatler üzerinden gizli örgütlenmeler, Mora İsyanı’nda patrikhanenin rolü… İstanbul Patriği suçlu bulunmuş. Fener meydanında, patrikhanenin orta kapısında…

Astılar!.. Patrik Grigorios. 1821’de idam edilmiş. Bunlar deniliyor, konuşuluyor fakat ispat edilmiyor. Biz patrikhane olarak Osmanlı Devleti’ndeki parçalanmayı istemiyorduk. Çünkü patrikhanemiz o zaman bütün manevi kuvvetini kaybetti. Yunanistan Kilisesi İstanbul’dan koptu. Patrikhane, 1833’ten 1850’ye kadar 17 sene boyunca Yunan Kilisesi’ni aforoz etmişti. Patrikhaneye karşı bir ihtilal sayıldı bu olay.

Balkanlar’daki uluslaşma hareketleri patrikhanenin aleyhinde oldu. Bulgar, Sırp, Yunan kiliseleri bizden koptu.

Okulun bugünkü durumu

1- 1844-1915 yılları arasında okul yedi sınıflıydı. Bunların dördü lise, üçü Teoloji bölümüne aitti.

1915-1918 yılları arasında 1. Dünya Savaşı nedeniyle İstanbul’un birçok okulunda olduğu gibi eğitim durmuştur.

2- 1918-1923 arasında okul beş yıllık yüksekokul statüsüne yükseltilmiştir.

3- 1923-1951 arasında Cumhuriyet Türkiye’sinin okullarıyla uyum sağlayarak eski yedi yıllık eğitim sistemine dönmüştür.

4- 1951-1971 yılları arasında dönemin İstanbul Rum Patriği Athenagoras’ın çabalarıyla yeniden statü değiştirilmiştir. Liseden sonra dört yıllık eğitim verdiği halde, Milli Eğitim Bakanlığı’nın Talim ve Terbiye Dairesi’nin 25 Eylül 1951 tarih, sayı 2 ve 151. kararıyla onayladığı Öğretim Yönetmenliği’ne göre, sadece rahiplik mesleğine girecek öğrencileri yetiştirmek amacıyla faaliyet göstermekte idi.

Verilen diploma ise, lise eğitiminden sonra mesleki okullardan mezun olanların almış oldukları diplomaya eşitti.

BİTTİ

Yorumlar kapatıldı.