İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Soykırımdan kurtulanlar (2)

Gündüz Aktan

Soykırım filozoflarından biri soruyor: Bir katliamdan kurtulanla, soykırımdan kurtulanın ruhsal durumu arasında fark var mıdır? Sonra cevabını veriyor: Soykırımdan kurtulanlar kendilerini yaşamaya layık görmezler. Çünkü insanlık dışı, aşağılık mahluklar oldukları için yok edilmişlerdir. Muhtemelen kendilerini aşağılık gördükleri için de yeterince savunamamışlardır. Bir katliamdan kurtulanlarsa, yenilginin sonucu büyük maddi ve manevi kayıplara uğramışlardır. Ama hayatlarını yeniden bir düzene sokabilmek için gerekli normal insan olma niteliklerini korumaktadırlar.

Soykırımın işlenmesinde bir grubu ‘yok etme kastı’ temel rol oynuyor. Böylesine korkunç bir kastın insanların kafasına ve ruhuna hâkim olması, bilimin izahta büyük sıkıntı çektiği bir konudur.

Bir grubun diğer bir gruptan insanları öldürmesinin çeşitli nedenleri olabilir. Bağımsızlık mücadelesi yapanla bunu engellemeye çalışan iki taraftan güçlü olanı, diğerini etnik temizlikle katlederek bir toprak parçasından atabilir. İki rakip din veya mezhebin hâkimiyet mücadelesinde de çok sayıda masum insan ölebilir. Bu mücadelelerde stratejik, politik veya dini bir neden olduğu gibi, ortaya çıkan ölümlerde, değişen oranda da olsa, iki tarafın sorumluluğu vardır.

Bu bağlamda sivillerin katledilmesi ‘insanlığa karşı suç’ oluşturur. Bu bir gerekçeli suçtur.

Oysa Nazi Almanyası, Yahudileri Yahudi oldukları için yok etmiştir. Yahudiler Almanlarla herhangi bir stratejik, politik veya dini mücadele içine girmemişlerdir. Aslında ortada iki taraf arasında bir mücadele yoktur. Bu açıdan kurbanlar masumdur. Naziler ve yardımcıları, Almanya’yı ve dünyayı bu ‘aşağılık ırktan’ kurtarmak gerekçesiyle yok etmişlerdir. Dolayısıyla soykırım, bir grubun diğerini, aklın kabul etmeyeceği nedenlerle ya da gerekçesiz yok etmesidir.

Soykırım sözleşmesi 2. maddesine göre soykırım budur. Sözleşmenin soykırım tanımı Yahudi Holokost’unu örnek almıştır. Bunun dışında bir katliamı soykırım olarak kabul etmez. Sosyal bilimler bu tanımın taşıdığı olağanüstü anlamı yani insanlığa karşı suç ile soykırım arasındaki derin anlam farkını anlamaz ve hukukun dışında soykırım çalışması yaparsa, bilimsel ciddiyet dışına çıkmış olur. Sosyal bilimlerin tek yapacağı iş, bir grubu yok etmek gibi aklın almayacağı bir kastın doğmasına yol açan antisemitizmi veya ırkçılığın habis türlerini irdelemektir. Ama kendileri ırkçı kültürün ürünü olanlar, bir tür savunmacı tavırla, soykırım kavramını genişletme eğilimine girmekte, her katliamda soykırım aramaktadırlar.

Irkçılığın temelinde, bir grubu ötekileştirmenin çok ötesinde şeytanlaştırmak gibi, akıl dışı bir özellik bulunmaktadır. Tarihte bu yoğunlukta ırkçı nefret, genelde Müslümanlar, özelde Türkler ve Osmanlılarda görülmemiştir.

Osmanlı’yı yıkan Batı Avrupa ise, hem ortaçağda hem de 19. yüzyılda, antisemitizm, Engizisyon, Katarların yok edilmesi, cadı avı, sömürgecilik, kölelik ve bilimsel ırkçılık gibi vahim ırkçılık örnekleri vermiştir. Kant ve Hegel gibi büyük Aydınlanma filozofları bu ırkçılığa meşruiyet kazandırmıştır.

Batı Avrupa Osmanlı’ya karşı da derin bir ırkçı nefret duymuştur. Bu bağlamda Türkleri her türlü kötülüğün, geriliğin ve barbarlığın kaynağı saymıştır. Bundan esinlenen Balkan Hıristiyanları ve Ermeniler de Türkleri aşağı görmüşlerdir. Bu süreçte katledilen ve sürülen Türklerin kaderiyle kimse ilgilenmemiştir. Dolayısıyla Osmanlı’nın yıkılışı olağan bir siyasi/askeri mücadele sonucundan çok, soykırımsal bir nitelik taşımıştır.

Belki de bu nedenle Kurtuluş Savaşı’nı kazanmamıza ve Cumhuriyet’i kurmuş olmamıza rağmen, soykırımdan kurtulanların ruh haline sahibiz. Sanki ayakta durma gücümüz yok. Tüm kusuru kendimizde görme eğilimindeyiz. Batı’nın eleştirilerine aşırı hassasız ve bunlar istikametinde kendimizi düzeltmeyi ‘kurtuluş’ olarak görüyoruz.

Bugün Ermeni soykırımını savunan Türkler, Fanon’un müstemleke aydınları gibi, Batı’nın ırkçılığını içselleştirip, kendi toplumlarına karşı ırkçılık yapmaktalar.

Yorumlar kapatıldı.