İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hatalarla nereye kadar?

AB, Türkiye sayesinde ‘Kendi ayağına kurşun sıkmak’ deyimini çok daha iyi anladı. Türkiye’nin hataları ülkenin imajına büyük zarar veriyor. Bu duruma da en çok Türkiye karşıtları seviniyor

BAHADIR KALEAĞASI

BRÜKSEL – Türkiye’nin Avrupa’ya son katkısı kavramsal düzeyde. Gastronomisine hizmetler verdiğimiz, müziğinden, edebiyatına ve sanatına etkilerde bulunduğumuz, zaman zaman tarihine yön verdiğimiz Avrupa uygarlığına son yıllarda önemli bir katkımız daha oldu. Siyasal literatüre geçmiş bir deyimin daha iyi anlaşılmasını sağladık: Kendi ayağına kurşun sıkmak.

Aslında iç politikada, mesleki yaşamda, ekonomide ve sosyal ilişkilerde çoğu durumu tanımlamakta yararlı olan bu deyimin, uluslararası yansıması farklı bir analiz gerektiriyor. Ülkeler de tabii ki hata yapar, bazen bindiği dalı keser, göz göre göre tren kaçırır, başını kuma gömer vs. Fakat son zamanlarda Türkiye geçmiş günlerini hatırlatırcasına bir sistematiklik içinde, kendi ayağına kurşun sıkıyor. Avrupa basını böyle tanımlıyor bazı gelişmeleri. Brüksel’deki düşünce kuruluşları da, AB Komisyonu yetkilileri ve Türkiye dostu Avrupa parlamenterleri de.

İşte Alman Süddeutsche Zeitung gazetesinin Türkiye’yle ilgili bir yorumu: “Türklerden başka hiçbir ulus, kendi ayağına tekrar tekrar kurşun sıkmayı beceremez. Gül’ün, Orhan Pamuk davası ile ilgili bu serzenişi çarşamba akşamı Kadıköy’de tekrar akıllara geldi. Yine bazı Türkler, Türklüklerinin aşağılandığı hissine kapıldı. Alınganların tepkisi yine Avrupa’ya olumsuz sinyaller gönderdi. Ve yine pek çok kişi, ertesi gün bile ne yaptığının farkına varmadı.”

Ulusal çıkar

Çağdaş uygarlıklar seviyesinin üzerinde yükseldiği temel direkler belli: laik demokrasi, insanlarının haklarını koruyan bir hukuk devleti, kadın hakları, kalkınan bir ekonomi, daha iyi eğitim ve yaşam koşulları. Daha ileri teknoloji ve korunan bir doğa. Küresel dengelerde siyasal ve ekonomik çıkarları daha iyi koruyabilmek için Avrupa’da birlik sürecinde etkin olmak…

Türkiye diğer Avrupa ülkeleri gibi, bu hedefler doğrultusunda bir ulusal bilinç sahibi görünüyor. Fakat nasıl oluyor da, olağan bir ülkeye göre çok daha örgütlü karşıt gruplarla mücadele eden Türkiye, bu karşıtları sürekli sevindirebiliyor? Neden Türkiye’ye karşıt olmayı bu kadar kolaylaştıran gelişmeler yaşanabiliyor? Ayağımıza kurşun sıkmak isteyenlere neden yardımcı oluyor, ayağımızı uzatıyor ve hatta silahı ellerinden alıyor, onlara zahmet vermeden, kendimiz gereğini yapıyoruz? Bu trajik durumun en dayanılmaz komikliği olarak, neden bir de bu kendi kendine zarar verme sürecini bazen milliyetçilik adına gerçekleştiriyoruz? Türkiye karşıtlarını sevindiren olayları yaratanlar, neden vatan aleyhine etkinlikte bulunmanın bedelini ödemiyorlar?

Kolay lobi

Bir ASALA, PKK, fanatik Hıristiyan veya aşırı milliyetçi Rum lobisi temsilcisi sabah gazetesini açar veya internetten bakar, Türkiye’den olumsuz haber kollar. Evrensel değerler temelinde zafiyet gösteren bir ülkeyi, kendi davası açısından da haksız durumda göstermek daha kolayına gelir. ‘Düşünce özgürlüğüne duyarsız, kadınlara eşitsizliğe ve genelde şiddete meyilli bir ülkenin, Ermeni, Kürt, Kıbrıs gibi meselelerde de haksız olduğu’ yüzeysel çarpıtmasını dünya kamuoyuna yansıtmak çok zor değildir. Zaten kamuoyu da bu tür konularda daha derin bilgiyle ilgilenmez. Olan Türkiye’nin imajına olur.

Her ülkede olabilecek bazı olumsuzluklar, geçmiş sorunlarını tam olarak aşamamış ve de çağdaş dünyaya ait olma iddiasındaki Türkiye söz konusu olduğunda daha çok dikkat çeker zaten. Bu sorunları yaratanlar, Türkiye karşıtlarının fiilen işbirlikçisidir. Ülkenin siyasal ve ekonomik çıkarlarına büyük zarar verirler. Halkın ekmeği ile oynarlar, ülkenin istikbalini hançerlerler.

Kötü imajın bedeli

Bu durumun açıklaması bu kadar yalındır. Türkiye’nin karşıtlarını sevindiren, onları Türkiye aleyhine etkinliklerinde güçlendiren her olay, girişim, tavır, söz, söylem, sessizlik, siyaset, siyasetsizlik, yasa veya yorumu, ülkeye ve topluma zarar verir. Sonuçta, bazı politika veya kararların kendine göre meşru koşulları veya nedenleri olsa da, ortaya çıkan zarar kazançtan fazladır ve nihai olarak ortada ülkenin net kaybı söz konusudur. İmaj sorunu beraberinde vahim bir ulusal çıkar kaybını da getirir. Çünkü:

1- ULUSAL ONUR: Türk imajı zaten Avrupa’nın bazı ülkelerinde değişik önyargı ve bilgisizliklerin bileşkesinde olumsuzdur. Bunu daha da bozan Türkiye kaynaklı sorunlar, Türklerin vatandaşlık haklarına olduğu gibi, Türkiye’nin ulusal onuruna da vurulmuş birer darbedir.

2- DIŞ POLİTİKA: Kıbrıs, Ermeni savları, terörle mücadele gibi konularda siyasal ağırlığımız erozyona uğradı. Türkiye geçtiğimiz yıllarda insan hakları ve demokrasi sorunlarını daha hızlı ve etkin bir şekilde aşabilmiş olsaydı, bugün dış politika sorunlarımızda çok daha güçlü olurduk. Bu sorunları yaratanlar, önemsemeyenler veya çözemeyenler Türkiye düşmanı lobileri sevindirdiler.

3- EKONOMİ: Dış ticaret, uluslararası sermaye hareketleri, yatırımlar ve turizm gibi ülkenin ekonomik kalkınmasını ilgilendiren alanlarda, imaj sorunu Türkiye’nin potansiyellerinin altında kalmasında etkili olmuştur. Zarar devletin vergi gelirlerinden, şirketlerin rekabet gücüne ve işsizlik sorununa dalga dalga yayıldı.

4- TOPLUM: Öğrenciler, akademisyenler, bilimsel araştırmacılar, iş dünyası, vize başvurusu yapanlar, sivil toplum kuruluşları… Türkler uluslararası ilişkilerinde imaj sorunu engelini aşmak için fazladan çaba sarf etmek zorundalar.

5- TANITIM: Türkiye bir taraftan devlet kurumları özel sektörü, medyası ve sivil toplum kuruluşları ile tanıtım için kaynak aktarıyor, para harcıyor. Bir taraftan da, hedef kitle olan Avrupa kamuoyunda dayak, işkence, yazarlara baskı, konferanslardan korkma, basın özgürlüğüne hoşgörüsüzlük ve bazı demokrasiyle çelişen uygulamaları sahipleniyor görüntüsüne bulanma gibi artık hak etmediği sorunlarla ön plana çıkıyor. Örneğin para ile ilan vererek veya gazeteci davet ederek nasıl bir ‘cennet ve konuksever ülke’ olduğunu anlattığı Avrupa gazete ve televizyon kanallarına, yine kendi içinden bazılarının marifetiyle ‘Cehenneme hoş geldiniz’ sloganlarıyla manşet oluyor.

Kaçınılmaz dönüşüm

Halbuki bugün, geçmişin aydınlatması yetersiz günlerine göre kaybedecek çok daha fazla birikim var. Son yıllarda Türkiye demokratik reformlarda muazzam bir mesafe kaydetti. Ekonomik istikrarda olağanüstü başarılar sergiledi. Toplum çok daha dışa açık. Özel sektörde küresel rekabet ortamında hak edilmiş bir özgüven ve kamuoyunda sorunlar karşısında bilinçli bir tartışma ortamı var.

Zamanı çoktan gelmiş geçmiş olsa da, kendi karşıtlarımıza yardımcı olma denklemini düzeltmek için temel bir siyaset anlayışı dönüşümü daha da gecikmemeli. Özellikle üç boyutta:

1- LİDERLİK: Demokrasiyi tehdit eden terör gibi sorunlar ve uygulama zaafları daha sürecek. Bunlar Cumhuriyet’in temel sorunları. Cumhurbaşkanı, hükümet ve silahlı kuvvetler, çokuluslu örgütte bir araya gelen ülke temsilcileri mantığı ile düzenlenen görüşmelerle ve aylık toplantılarla bu konuda dünyaya Türkiye’nin layık olduğu siyasal güveni yayamazlar. Bazı alanlarda, devletin en tepesinde günlük mesai ve kader ortaklığı içinde yönetim gerekiyor.

2- SÖYLEM: Bundan sonra da Türkiye karşıtlarını memnun edecek, suiistimali kolay sorunlar ortaya çıkmaya devam edecek. Siyasal yetkililer daha hazırlıklı olmalı ve hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir demokratik duyarlılıkta Türk ve dünya kamuoyu nezdinde tepki ve önlemlerini açıklamalı.

3- EYLEM: Tabii ki zihniyet devrimi yapılan yasal reformlarla eşzamanlı olamıyor. Fakat Türkiye’nin ulusal çıkarları ve küresel gücü için bu kadar önemli olan konularda hiçbir iktidarın hata yapma lüksü yok. Hiçbir muhalefet partisinin de demagojiden medet ummaması gerekir. En önemlisi, uluslararası karşıt lobileri sevindirecek gelişmelere neden olanlar, bu hareketlerinden dolayı toplumca kınanmalı, yaptıkları hatanın ve ülkeye verdikleri zararın ölçüsünde ceza görmeliler.

4- İLETİŞİM: 40 kere söylendi olmadı. 40 milyon kere söylenecek, olana kadar. Bu yüzyılda, bilgi, pazarlama ve medya çağında uluslararası ilişkiler profesyonel destek, çağdaş stratejiler, eylem planları, yazılı ve görsel materyal ve buna göre etkin bir kurumsal yapı, kendini yeniden eğitmiş siyasetçiler ve bürokratlar gerektiriyor. Orta ölçekli bir şirket bünyesinde bile affedilemeyecek uluslararası iletişim hataları ve boşluğuyla devlet yönetilemiyor artık.

Bu konuda henüz son olmayan söz: Kurşunu sıktığımız yer değil yalnızca yanlış olan. Kurşun sıkma mantığı da geçersiz.

Yorumlar kapatıldı.