İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Osmanlı´dan Şemdinli´ye

Osmanlı, ‘Ulu’l emre itaat farzdır’ ilkesiyle yönetildi. İtaatsizlik, dinden çıkmak sayıldı. Asi, her muameleye müstahak görüldü. Kuyucu Murat, devlet terörünün simgesi oldu

AVNİ ÖZGÜREL

Son on gün Türkiye’de kamuoyu Şemdinli ve Yüksekova’da yaşananlarla meşgul oldu. Bölgede, ‘Buralar benden sorulur’ diyen PKK’nın etkinliği vardı var olmasına; ancak, yaşananlar herkesin zihninde devletin kimi unsurlarının bunun karşısına hâlâ bildik usullerle çıktığı şüphesini uyandırdı.

Ev büyüklüğünde kuyular

Bildik usuller dediğim, Kuyucu Murat Paşa’nın adıyla özdeşleşen ve asayişi suçlu-suçsuz ayrımı yapmaksızın ortalığa dehşet salarak temin.

1606’da sadrazam olmuştu Kuyucu Murat Paşa. 1607’de Celali İsyanları’nı bastırmak için Anadolu’ya serdar olarak gönderildi. Tarihler onun isyan eden Canbulatoğlu’yla mücadelesinde 26 bin kişinin başını kestirdiğini kaydediyor.

Üç yıl Anadolu’yu kasıp kavurdu Paşa. Ermeni rahip Grigor anlatıyor:

“Murat Paşa konakladığı yerlerde önceden kuyular kazdırır, ‘Celali’lerle hakkında şikâyet bulunan kişileri bu kuyulara attırırdı. Kuyulara indirilen birkaç adamı atılanları üst üste yığarlardı. Olayların durulmasından dört yıl sonra kış mevsiminde oradan geçerken ev büyüklüğünde kuyular gördük…”

Çoluk çocuk ayırmadan

Tarih yazıcısı Naima, Paşa’nın çoluk çocuk ayrımı bile yapmadığını söyler:

“…Bir gün pişgah-ı otakta (otağın önünde) iskemle üzerinde oturup harfolunan (kazılan) bi’re (kuyuya) gelen adamları katlettirip doldurmağa meşgul idi. O sırada gördü, halk verasında (arkasında) bir atlı sipahi, bir sabiyi (çocuğu) kenduye redif edip (ardından getirme) geçup gide. Paşa emreyledi varıp sabiyi at arkasından indirip huzuruna götürdüler.

Oğlancığa, ‘Sen ne yerdensin, Celali arasına neden düştün?’ dedikte, sabi doğru söyleyip, ‘Falan diyardanım, kıtlık sebebinden babam beni alıp bunlara katıldı. Boğazımız tokluğuna yanlarınca gezerdik’ dedi. ‘Baban ne idi?’ deyu sorıcak, ‘Şeştar çalardı ve anınla doyunurdu’ cevabını aldı. Vezir-i Azam Murat Paşa başını sallayarak acı acı güldü. ‘Hay, Celalileri şevke götürürdü’ deyup, çocuğun katline işaret etti. İşaret üzerine çocuğu cellatlara verdiler. Fakat cellatlar ‘Bu sabi masumu nice öldürelim’ deyu çekilip her biri bir tarafa gidip göz yumdu. Murat Paşa emrinin neden geciktiğini sordukta, cellatların çocuğu merhamet edip istinkaf ettiklerini bildirdiklerinde, Paşa, ‘Yeniçerilerden birisi öldürsün, deyü buyurdu. Yeniçeri dilaverlerine teklif olduklarından onlar dahi, sabiye bakıp ‘Biz cellat mıyız? Cellatlar bile merhamet etti’ dediler. Vezir kendi iç oğlanlarına emretti ki sabiyi öldüreler. Anlar da ki huzurundan dağılı kabul etmediklerinden oğlancık meydanda kalıp onu öldürecek adam bulunmadıkta, ihtiyar vezir arkasından kürkünü bırakıp ve kalkıp sabiyi kendi eliyle alıp, kuyunun kenarına getürüp başını vurup boğazını sıkıp helak ve kendi eliyle kuyuya inkaa etti.”

Ölüm fermanları

Kuyucu Murat ayrıca pek çok ölüm fermanı yayımlamıştır. Bunlardan biri: “Saka Mehmet, Gürcü Rıdvan ve daha bunlara benzer eşkıya yakalanıp katlolunup birine daha aman verilmeye… Başları sarayın kapısı önüne koyula…”

Aynı dönemde İstanbul çevresinde asayişi teminle görevli İsmail Paşa’nın yaptıklarını da Evliya Celebi naklediyor: “Birkaç gün içinde Üsküdar insan kanıyla laleliğe dönüp teafun ile kötü kokudan divan erbabı rahatsız olmaya başlar. Kanlar üzerine konan sinekler, çadırlarda rahatça oturanların üzerlerine konup herkesin elbise ve destarını kana bulardı. Tabiat sahibi olanlar kötü kokudan ve sineklerin hücumundan yemek yiyemezlerdi… Bu üzücü hal yedi günden sonra bildirilince insan naaşları için kuyular kazılıp, beşer altışar kesilenlerle kuyular dolduruldu. Nihayet kuyu kazmaktan da usanılıp Ases Başı diğer naaşları arabalara yükleyip Haydarpaşa bahçesi önünde denize dökerdi. Nihayet bununla da baş edemeyip mahkûmları divanda muhakemesi görülenleri, Kavak İskelesi’ne gönderip orada katletmek tedbir edildi. Kavak İskelesi’nde yüzlerce adam öldürüldü.”

Dehşet salıp asayiş temin yöntemini ne Kuyucu Murat ve İsmail Paşa keşfetmemişti elbette. Öteden beri böyleydi. Daha İstanbul alınmadan, 1426’da 2. Murat’ın, Amasya, Canik ve Tokat civarında eşkıyalık yapan Kızılkocaoğullarını yok etmekle görevlendirdiği Yöngüç Paşa, yaklaşık 400 eşkıyayı bir mağaraya hapsedip içeriye duman salarak boğdurmuştu.

Abdülhamit ve sonrası

Sadece İstanbul’da 4 bin kişilik hafiye ordusunun varlığından söz edildiği dönemdir Abdülhamit’in saltanat yılları. Hafiyelik o yıllarda kurumlaştı ve polis teşkilatıyla bütünleşti.

Almanların gözetiminde yenilenen polis örgütü, hafiyeliği ‘genel güvenlik şartı’ sayıyordu. 1896 yılında yayımlanan nizamnameye göre polis, “Dürünu hanelerin ahvaline ve mahallata gelip giden eşhase dair mahalle bekçileriyle muhtarlardan vesair, herhangi bir kimseden devamlı şekilde malumat isteyecek; mütemadiyen han, ev ve dükkânları gizli ve açık şekilde tarassud edecektir.”

İttihad Terakki dönemi

Namık Kemal, o dönemlerde ortaya çıkan ‘sivil polis’in nasıl keyfileştiğini, gözaltına alınan kişilere ne denli eziyet edildiğini acı acı anlatır.

Ancak Abdülhamit’in yöntemlerinden şikâyetle iktidar gücünü ele geçiren İttihad Terakki de farklı yol izlemedi. Bu dönemin eseri Teşkilat-ı Mahsusa’ydı. Örgüt cezaevlerinden ağır cezalara mahkûm kişileri alıp oluşturduğu vurucu timlerin bünyesinde kullandı. Meclis-i Mebusan üyesi Rıza Tevfik kamu baskısından ve işkenceden yakınıyor: “Zulüm yeni değildir. Bu çok eskidir, fakat siz unutuyorsunuz galiba. İmam-ı Azam’ı da dayaktan öldürdünüz. İmam Hambeli falakadan öldü.”

Yorumlar kapatıldı.