İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Taahhütlerin aksine davranmak şeref getirmiyor

Semih İdiz

Orhan Pamuk ve Hrant Dink aleyhine açılan davalar, bir yandan AB üyeliğini hedefleyen Türkiye’nin “fikir özgürlüğü” hanesine kırık not olarak işlenirken, diğer yandan da savcılarımızın “günün gereklerini” kavramakta zorlandıklarını ortaya koyuyor.

Başbakanlık İnsan Hakları Danışma Kurulu eski başkanı Prof. Dr. İbrahim Kabaoğlu ve bu kuruma bağlı Kültürel Haklar ve Azınlıklar Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Baskın Oran hakkında açılan dava bunun son örneklerinden biri.

Her iki saygın akademisyenimiz, Oran’ın, yukarıda belirtilen konumuyla, hazırladığı azınlıklar raporu nedeniyle yargılanacaklar. Başbakanlık’ın yönergesiyle çalışan bir kurumun başkanı ve üyesi hakkında, o kurumun amacına uygun bir çalışma yaptılar diye, üstelik 5 yıl hapis istemiyle, dava açılması insana Franz Kafka’nın romanlarını andırıyor.

Röportaja dava

Gazeteci Neşe Düzel hakkında, DEP eski milletvekillerinden Orhan Doğan ile yaptığı röportaj nedeniyle açılan dava da, “fikir özgürlüğü” ile neyin kastedildiğinin Türkiye’de pek anlaşılmadığını gösteren bir diğer örnek olarak önümüzde duruyor.

Peki, Avrupa’da her isteyen her istediğini söyleyebiliyor mu? Avrupa’daki kötü bir emsal Türkiye’de de aynısının yapılmasına vize çıkarıyormuş gibi, bizde bu hallerde anında sorulan soru bu oluyor.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin baş idarecilerinden Fatoş Aracı, Basın Yayın Genel Müdürlüğü ve Avrupa Konseyi tarafından hafta başında Ankara’da düzenlenen “Gazetecilerin Hak ve Sorumlulukları” konferansında bu soruyu yanıtladı. Aracı, bir yazıdan veya sözden dolayı Avrupa’da da yargılananların bulunduğunu, ancak, yazılan veya söylenen şeyin şiddete aleni bir çağrıda bulunması gerektiğini belirtti.

Çelişkili bir durum

Bahane arayanlar burada derhal İsviçre, Belçika ve Fransa’da “Ermeni soykırımını” inkâr edenler hakkında açılan davalara işaret edeceklerdir. Bu gerçekten garip bir uygulama olup Avrupa’yı kendi içinde “çelişkiye” düşüren bir durum yaratıyor. Örneğin, İngiltere’nin -Avam Kamarası’nda her yıl sorulan “Ermeni sorusuyla” teyit edilen- resmi bir “Ermeni soykırım olmadı” yaklaşımı var.

İlgilenenler, İngiliz Parlamentosu’nun sitesine girip (www.parliament.uk) “Hansard” bölümünde bunu araştırabilirler. “Suç nerede işlenirse işlensin suçtur” diyen Belçika’nın bu durumda İngiliz hükümetine karşı dava açması lazım, ki bu da, bu ve bunun gibi, ülkelerin konumlarının saçmalığını ortaya koyuyor.

AİHM’ye başvurma hakkı

Başka bir ifadeyle, bazı Avrupa ülkelerinin yasal saçmalıkları bizdeki kısıtlayıcı uygulamalara kılıf olamaz. Kaldı ki, “Ermeni soykırımını inkâr etti” diye hüküm giyen herhangi bir Türk’ün, ki bu henüz olmadı, İngiltere örneğine dayanarak, AİHM’ye başvurma hakkı var. O durumda ortaya gerçekten ilginç bir “içtihadın” çıkacağı kesin.

Bu konuda söylenecek çok şey var ama yer darlığı el vermiyor. Ancak, şu söylenebilir: Yukarıda sözünü ettiğimiz davalar, “AB perspektifi” olmasaydı kendisini “demokratik” sayan Türkiye açısından yine de “ayıp” olurdu.

Fakat devlet ve millet olarak AB yoluna girdiğimiz için bunun ruhuna uymamız gerekiyor. Bunu yapamıyorsak, o zaman “Bu gömlek bize büyük” deyip vazgeçmemiz gerekiyor. Yoksa, devlet adına taahhütlerde bulunup ardından bunun aksini yapmak ülkemize şeref getirmiyor.

Yorumlar kapatıldı.