İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

‘Bir kilometre taşı’ ile diyalog: Sarkis

Evrim Altuğ

Sarkis Zabunyan’la son olarak, bu yılın Nisan ve Mayıs aylarında Akbank Kültür Sanat Merkezi’ni ‘işgal’ ve ‘meşgul’ eden ‘Sarkis: Bir Kilometre Taşı’ adlı toplu sanat etkinliği vesilesiyle bir araya gelmiş ve görüşmemizi kayda almıştık.

Ancak, kendisiyle bir saatlik birlikteliğimizin bu meyvesini (gerektiği gibi) değerlendiremediğim için, şimdi, onun şu günlerde FRAC Alsace’ın davetiyle gerçekleşen ve Fransa’da üç ayrı mekânda 9 Kasım’dan 5 Şubat’a kadar izlenebilecek (suluboya yapıtları, resimler, düzenlemeler ve video çalışmaları) yaratı bütününü, vaktiyle kendisinin İstanbul’da bana tanıdığı bu diyalog fırsatının kamuya mal edilmesi adına hususî, lüzumlu bir mazeret sayıyorum.

Ve elbette kendisine de mahcubum; yani, ona olan özür borcum da bu yükümlülüğün içinde.

Halen süren başka bir sergi vesilesiyle Cenevre’de de yapıtları sergilenen sanatçının Selestat kentindeki FRAC Sergi Salonu, Saint-Quirin şapeli ve Colmar kentindeki Unterlined Müzesi’nde açılan sergiler bütünü, bu topyekûn sanat faaliyeti, ‘Au commencement le toucher’ (Önce Dokunmak) ismini taşıyor. Tıpkı Akbank Kültür Sanat Merkezi’ndeki gibi, bu etkinlikler de, çeşitli atölye çalışmaları ve söyleşilerle zenginleşiyor, karakteristik yönden belli bir dizge, tavır ve teknikle vücuda gelip, İstanbul’da geçen bahar esen heyecanın tadını yüksek oranda bünyesinde barındırıyor. Tıpkı sanatçının ‘aksan’dan dem vurduğu gibi, kendi kokusu, ışığı ve düzeyiyle.

Yine anımsamak gerekirse, 1938 yılında İstanbul’da doğan ve çalışmalarını, yaşamını 1964’ten beri Paris’te sürdüren Sarkis, bugün, çağdaş sanatın Dünya çapındaki önemli isimlerinden biri kabul ediliyor. Dileğim o ki, kendisi için neden böyle düşünüldüğünü, en az yapıtlarınca açık eden bu diyaloğa siz de tanıklık edebilirsiniz…

Bu kez, topyekûn bir çalışmayla karşımıza çıkıyorsunuz… Topyekûn derken, bir sanat merkezini, kendi Dünya görüşünüz, ‘ajanda’nız kapsamında bizlerle paylaşıyorsunuz. Bu sorumluluğun gerekçesi nedir?
Bundan bir sene önce… Beaubourg’da (Bugünkü Centre Georges Pompidou – Paris /e.a.) üç sergi yaptım; fakat, belirli kısımlarda sergiler yaptım. Kapsamlı bir sergi istedikleri zaman, onlara ilgilenmediğimi bildirdim. Daha çok, Beaubourg’da gitmeyenlerin üzerine gitmeyi tercih ettim:’Bir yerde, ne gitmiyor ? …ve bu gitmeyeni sen gördüğün zaman..’ orada bir.. şekiller doğmaya başlıyor. Meselâ, Brancusi’nin atölyesinin o sergi alanında yaşamadığını gördüğün zaman, bakıyorsun ve buna bir cevap vermek istemiyorsun… Koleksiyon kısmına baktığımda, orada Breton’un evinden alınmış bir vitrini var; ve o, müzeografik bir şekilde sergileniyor, ki onun öyle sergilenmesinin bir anlamı yok. Sonra, bir başka koleksiyonun içine bakıyorsun; Beuys’ün bir işi var, ki piyanosundan bahsediyorum… O korunma ile işin yaşamadığını, yalnızca koruyucu bir şekilde sergilendiğini görüyorsun. Örnekleri çoğaltabilirim. Malevitch’lerin sergilendiği yerde de durum aynı. Objeler sadece sergileniyorlar, aksiyona geçemiyorlar. Söz söyleyemiyorlar. Bu anlamda İstanbul’daki sergim için de 12 fikir verdim. Çocuklar, koleksiyon, sinema kısmının, hatta kitaplığın yer aldığı fikirlerdi bunlar… Hepsinin başında biri bulunuyordu. Ve tümünün biraraya gelip bunu kabul etmesi durumu da vardı. Ali (Akay) Paris’e bana geldiğinde, benim burada bir sergi yapmamı önermişti. Kendisine mekânı görmediğimi söyledim, doğrusu ‘alıcı’ gözle de daha önce burayı görmemiştim. İlk giriş ve galeri kısmını gördükten sonra, mekân açıkçası beni çekmedi. Mekân, olması, işlemesi zor bir mekândı. Dışarıdaki sel gibi akan binlerce kişinin potansiyeli, kuvveti, mekâna göre çok daha fazlaydı. Hiç konuşmuyordu… Aslına bakarsan mimarlar bile bunu düşünmemişti. Ve yukarıdaki mekânın dışla ilişkisi yoktu. Şaibeli sesler geliyordu… Herhangi bir ülkenin herhangi bir yerindeki herhangi bir mekân gibi. Bunun üzerine, mekânın anatomisine giriştim. Ve her katın kendine has bir programı olduğunu farkettim. Aslına bakarsan bünyeyi yakalayamadım. Her kat kendince iyi çalışıyordu evet, fakat katlar arasındaki ilişki beni ilgilendirmeye başladı.. Senin de bildiğin gibi, ben işlerimde detayda kalamam. Bir el varsa, o vücuda bağlıdır ve o vücut artık bir âlemdir. Bir de bunca sene birikmiş çok şey var. Bende de çok şey var. Buradaki binada asansör ve merdivenler var olmasına, ancak merdivenler bile ancak bir yangın merdiveni gibi duruyor. Çekici değiller. Tüm bunlar, tabii, benim bütün bina ile bir proje üretebileceğim düşüncesi, heyecanı yarattı.

Bu ‘sıkıntı’yı Paris’te sürekli yaşıyor musunuz peki ? Bundan, izleyiciyle organik bir ilişkiye girememenin sıkıntısını, mekâna uyum sağlayamama, mekân bulamama halini vb. kastediyorum?

Bu, benim çok binada yaşadığım bir durum. Aslında benim bu ‘gitmeyeni düzeltme’ eğilimim, kurduğum ‘okul’lara, hocalığıma, tartışma yerlerine filan da uzanıyor, biliyorsun. Ancak, tecrübeyle, yaşla oluyor bu tabii. Meselâ iki yıl önce, Lyon Çağdaş Sanat Müzesi’ndeki sergimde, Beaubourg’un mimarı Renzo Piano’nun yapısında, bana bir bütün katı sergilemek için verdiler. 1200 ilâ 1500 metrekarelik bu yere girdiğim zaman, o mimarın bıraktığı camların panoyla kapatılmış olduğunu gördüm. Dışla hiçbir ilişkin yok. Kışta mısın, yazda mısın.. belli değil… Orası sadece bir hava deposu gibi duruyor ve duvarlar var. Nerede olduğun belli değil. Bunun üzerine gittim; çünkü tüm yapmak istediğim politik olaylarla, içteki durumu birleştirmekti. Bu yüzden pencereler açtım. Pencerelerin önündeki kapalı yerlere renkli pencereler koyarak ışığı içeriye aldım. Ve ışığın değişmesiyle bir nefes doğmaya başladı. Sergi, Şubat’tan Mayıs’a kadardı; dolayısıyla ‘soğuktan sıcağa’ doğruydu. Ben de durumu bu vesileyle ele aldım. Tabii arkasından, günlük gazeteler uçuşmaya başladılar, havayla, dışarıdaki havayı içeriye çektim.. Büyük, kompleks bir durumdu. Daha çok, yataydı. Akbank Sanat’da ise dikey ve kesik kesik bir durum söz konusu. Burada atölye var, bale mekânı var…vb. Büyük bir iyi niyet var fakat bu anlattığım, bir anlamda ilâç gibi geldi. Çalışmaya başladık ve hatta şu şartı koydum: Dışarıdan (Fransa) para alınmasın… Biz kendi yağımızla kavrulmaya çalışalım ve neyi yapabiliyorsak, biz bunu kendimiz yapalım. Dolayısıyla para istememek bile, serginin içine giren bir durum oldu. Hatta konferans için çağrılan kişilere, felsefecilere bile konuyu ben vermek istedim. Örneğin bu, aksan / vurgu meselesi.. Şimdiye kadar, bir serginin ‘aksanı’ üzerine pek düşünülmüş değildir. Her sergi gibi bu serginin de bir aksanı, muhakkak vardır. Ben de bunun tartışılmasını istedim. Çünkü Felsefede, Bergson gibi örneklerden ziyade görsel sanatlarda ise aksan meselesi, taklit veya benzerlik temelinde ele alınmıştı…Ama benim buradan Paris’e gitmem, orada birtakım durumlar yaşamış olmam, hele hele 1986’da ‘Çaylak Sokak’ı yapmam vb., bir dil, aksan sorunu yaratıyor. Meselâ benim ‘tutma şeklim’ bir aksan doğuruyor. Aslına bakarsan benim buraya gelmemle ilgili ne gibi sorunlar çıkıyor, işlerim nasıl okunuyor.. böyle..

Yani, hazırladığınız serginin ne zaman, nasıl biteceğini siz de bilemiyorsunuz…

Tabii. Bu elemanlar, çalışmaya başlayacak. 6 Nisan’dan itibaren, koyduğum bu elemanlar çalışacak, bu sergi, 28 Mayıs’a kadar oluşacak. Bir heykel gibi, zaman içinde yontulacak. Bu sergi, kendi yaşamıyla var olacak. Ve belki de serginin en önemli durumu, son gün. O son günün pazarlığını kimsenin yapacak hali yok. Ben dahil. Buraya koyduğum elemanlar, çocuklar, filmler, kitaplar, masa, nasıl yaşayacak ? Yani, serginin vücudu, kendisini nasıl bulacak? İşte ondan sonra sergi, oluşan vücut, senden ne isteyecek? Bu sergiyi yaşayanlar, sergiyi başka yerde nasıl konuşacak, ne öğrenmiş olacaklar? İşte ben şimdi bunu hazırlıyorum. Çünkü meseleyi dondurduğun zaman, iş kolaydır. Ama meseleye bu şekilde yaklaştığın zaman bunun pazarlığı yoktur. Yaşadığı an, yaşıyor diyorsun; çünkü devamlı yeni ritmler söz konusu oluyor. Örneğin 19 – 20 film, ‘seans’ olarak dönecek. Bu, büyük bir ‘cümle’ olabilir. İzleyici birisini görüp başka bir kata çıktığında, bir dikiş gibi, başka birşey yaşayacak… Ve duran hiçbirşey yok. Zorluk, okumanın zorluğu burada…

Mart 2005, Beyoğlu

Yorumlar kapatıldı.