İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yazmak şart oldu (1)

Gündüz Aktan

1998Temmuz ayında Radikal’de yazmaya başladım. Geçen yedi yıl içinde Avrupa’da ırkçılık konusunda 100 civarında yazı yazdım.

AB üyeliğine kendilerini kaptıran liberal aydınlar Avrupa’yı yüceltiyorlar ve ırkçılıktan söz edeni AB karşıtlığıyla suçluyorlardı. İçlerinde ırkçılığın Türkiye dahil her yerde görüldüğünü, İttihat ve Terakki ile başlayan Türk milliyetçiliğini, hatta her türlü milliyetçiliği, ırkçılık sananlar vardı. Yahudi kökenli aydınlarımız bile anti-Semitizm konusunda ilgisizdiler.

Irkçılık konusuyla ilk kez 14 Nisan 1987’de AB tam üyeliği başvurusundan kısa bir süre sonra tanıştım. Rahmetli Özal’ın adına ‘Avrupa’da Türkiye’ kitabının hazırlanmasında çalışıyordum. AB ülkelerinden başvurumuza tepkiler geliyordu. Giderek, bu tepkilerin içinde nesnel dayanaktan yoksun, açıklanması zor irrasyonel nitelikte olanların bulunduğunu fark ettik. Türkiye’nin din ve kültür farkı nedeniyle AB’ye üye olamayacağı söyleniyordu.

Bugün artık bu tür itirazlara alıştık. Ama o zaman hayati güvenlik konularında NATO’da Batı ile işbirliği yapmış, Avrupa kurumlarının kurucu üyesi olmuş, Cumhuriyet’in çağdaşlaştırıcı reformları ve laikliği dolayısıyla artık Batılı olduğuna inanan bir diplomat için bu tepkiler isyan ettiriciydi. AB’den soğumaya başladım.

1990’ların başında AB ülkelerinde ırkçı aşırı sağ belirdi ve neo-Nazi dazlaklar Türklere saldırmaya başladılar. Almanya’da bazı Türkler yakıldı.

Dışişleri Bakanlığı, Prof. Vamık Volkan’ın başkanı olduğu Virginia Üniversitesi’ne bağlı ‘Akıl ve İnsanlar Arası Etkileşim Merkezi’ne bu konuda bir çalışma sipariş etti. Benim de katıldığım bu çalışma sonunda bir rapor çıktı. Hastalıklı önyargılar ve ırkçılığın ne olduğunu anlamaya başladık.

Ayrıca ben de ‘Yeni Irkçılığın Etiolojisi’ adlı bir belge hazırladım. Bu belge 1993’te İstanbul’da Avrupa Konseyi’nin tertiplediği bir seminerde konferans belgesi olarak yayımlandı. Toplantıda Yahudi asıllı bir Danimarkalı uzman PKK konusunu Kürtlere karşı ırkçılık bağlamına soktu. Avrupalılar başka yerlerdeki etnik ihtilafları ırkçılık diye eleştiriyordu. Oysa bu kendi içlerinde Müslümanlara karşı duyulan ırkçı nefreti, bizim Kürtlere karşı duyduğumuzu iddia ederek, kendini temize çıkarmayı amaçlayan bilinçaltı ‘projeksiyon’ mekanizmasının bir türüydü.

Türkiye 1992’de Cenevre’deki BM Sekretaryası’nın ırkçılık konusunda bir rapor yazmasını sağladı ve bu parlak rapora dayanarak bir raportörlük kurdurdu. Raportörün bazı Batı ülkelerini ağır biçimde eleştirmesinden sonra, AB bu konuda uluslararası denetimden kaçtı.

Anti-Semitizmin ırkçılık olduğu konusunda Türkiye, tüm Müslüman ülkelerin itirazına rağmen, İnsan Hakları Komisyonu’nda bir karar kabul edilmesini sağladı. Amerika ve Hollanda hariç AB ülkeleri bize yardımcı olmadılar.

1992 Yahudilerin İspanya’dan atılmasının 500. yıldönümüydü. Türkiye bu konuda yoğun bir program uyguladı. Bu vesileyle olayı inceledik ve 1492’de olanların aslında Holokost’un zamana yayılmış, daha az yoğun bir provası olduğunu gördük. Anti-semit ırkçılığın tüm sembol, söylem ve mekanizmaları daha o zaman Avrupa’da mevcuttu.

Bosna-Hersek soykırımı, başka nedenlerin yanında, Sırplardaki Türk düşmanı ırkçılıkla, Avrupa’daki Müslüman karşıtı ırkçılıktan kaynaklanan bir kayıtsızlığın birleşmesi sonucunda vuku buldu. Bu vesileyle 19. yüzyılda Türklerin, Balkanlar ve Kafkaslar’dan atılmasının ve Osmanlı’nın yıkılmasının sıradan bir askeri/siyasi mücadele olmadığını, arkasında ırkçı, hatta soykırımcı saiklerin bulunabileceğini sezdik.

W. Shabas Soykırım Sözleşmesi 2. maddesini yorumlarken, ırkçılık saiki olmadan bir grubu ‘yok etme kastının’ oluşamayacağını ortaya koydu. Ermenilere soykırım yapacak bir ırkçı nefret Osmanlılarda yoktu. Ermeni soykırım iddialarının da arkasında bize karşı ırkçılığın yatması ihtimali belirdi.

Fransa’daki olaylar ırkçılığın sonuçlarını gösteriyor. Belki bu vesileyle aydınlarımız da ırkçılığı öğrenirler. Zira önümüzde AB ‘uygarlık’ projesinin kaderini tayin edecek önemde bir sorun var.

Yorumlar kapatıldı.