İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Fener Rum Patrikliği ve Ekümeniklik

Son günlerde, Fener Rum Patrikliği ve Patrikliğin ekümeniklik sorunu tekrar gündeme geldi. Patriklik, ekümenik olduğunu

söylerken, bazı bilim adamları ve araştırmacılar ise Lozan Antlaşmasına dayanarak patrikliğin ekümenik olamayacağını

ileri sürüyor. Patriklik karşıtları, 82 yıl önceki tartışmaları tekrar gündeme getirerek, Fener Rum Patrikliğinin, hatta

Ermeni Patrikliğinin yurt dışına çıkarılmasını istiyorlar.

Özellikle patriklik karşıtlarının yararlandığı temel kaynağın, Doç. Dr. Mehmet Çelik tarafından yazılan “Türkiye’nin

Fener Patrikhanesi Meselesi” isimli kitap olduğu görülmektedir.[1]

Sayın yazar, Fener Rum Patrikliğinin hiçbir zaman ekümenik olmadığını ve Fener Rum kilisesinin apostolik olmadığını

ileri sürmektedir.

“Bu Patrikhanelere Ökümenik sıfatı verilirken de, kriter olarak ‘bir havari tarafından kurulmuş olma’ yani

‘Apostolic’ kökenli olma şartı aranmıştır. Hıristiyan aleminde bu üç kilisenin (Roma, İskenderiye, Antakya, MB) dışında

bu sıfat ve yetki hiçbir kiliseye verilmemiştir. Daha sonra oluşturulan ‘Patriklikler’ milli kiliselerin kendi iç

organizasyonu ile ilgilidir ve sadece kendi kiliseleri üzerinde yetki sahibidirler. Hiçbir zaman ’evrensel yetki’ye sahip

olmamışlardır. Nitekim siyasi otorite zaruretinden dolayı İstanbul Episkoposluğu 381 İstanbul Konsilinde Patriklik

statüsüne kavuşturulmuşsa da, ökümeniklik sıfatını hiçbir zaman alamamıştır.”[2]

Konuya girmeden önce, kısaca Hıristiyan mezheplerine bakmak doğru olur. Hıristiyanlık günümüzde, dört ana kiliseden

oluşmaktadır: Katolik Kilisesi, Ortodoks Kilisesi, Doğu Ortodoks Kilisesi ve Protestan Kilisesi. Doğu Ortodoks

Kiliseleri, batı kiliseleri tarafından monofizit denen Ermeni, Süryani, Kopt vb Kiliselerdir. Bu kiliselerin Fener

Ortodoks Kilisesiyle bir bağı yoktur. Protestan Kilisesi dışında kalan bütün kiliseler apostolik, yani İsa Mesih’in

öğrencileri (Sonradan katılan Aziz Paulus ile birlikte 13 kişi) olan peygamberler tarafından kurulduğuna inanılan

kiliselerdir.

Önce bir noktayı önemle belirtelim, hiçbir din ve dini kurum karşıtlarına göre değerlendirilemez. Dini ve özellikle

politik nedenlerle ayrılan kiliselerin neden oldukları tartışmalar ve ileri sürülen düşünceler bir ölçü olamaz. Eğer öyle

olsaydı, her dinin varlığı tartışma konusu olurdu. Önemli olan kurumun kendisini nasıl tanımladığıdır.

Bir kilisenin apostolik olup olmadığı tartışması, çoktan bitmiş bir tartışmadır. Din bir inanç sistemidir, inancın,

kanıta, belgeye ihtiyacı yoktur ve inanç tartışılamaz. Kendisini apostolik kabul eden her kilise, apostoliktir. Bir

kilisenin apostolik olup olmadığını anlamak için inançla ilgili temel dualarına (amentü) bakmak yeterlidir. Kaldı ki,

Hıristiyanlığın gizli olarak yayıldığı birinci yüzyılla ilgili sağlam tarihi kaynaklar bulmak, yayıcılarının ve

inananlarının gizlenmek zorunda olduğu bir dönemle ilgili yazılı belgelere ulaşmak da pek mümkün değildir.

Ortodoks İstanbul kilisesinin kurucusunun Aziz Andreas olduğu kabul edilir. Anabritanica ansiklopedisinde de konu aynı

şekilde değerlendirilmektedir. “4. yüzyıl sonlarından günümüze ulaşan inanışa göre, Bizans (Byzantion) Piskoposluğunu Hz.

İsa havarilerinden Aziz Andreas kurdu.” “ 451’de Khalkedon (Kadıköy) Konsili, Kostantinopolis piskoposunun bu konumunu

onaylayarak Balkanlar ve Anadolu’daki geniş bir bölgeyi de onun yetki alanına soktu. 6.yüzyılda piskoposun resmi unvanı

‘Konstantinopolis ya da Yeni Roma başpiskoposu ve ekümenik patrik oldu.”[3]

Ekümeniklik sorununa gelince. Önce ekümenikliğin ne olup olmadığına bakmak yerinde olur. Ekümenik evrensel demektir ve

ekümenik Patrik, evrensel patrik anlamına gelir. “İstanbul Patriği’nin Hıristiyanlık dünyasındaki unvanı ‘İstanbul ve

Yeni Roma Başepiskoposu ve Ekümenik Patrik’tir.[4]

Burada ekümeniklik, Fener Rum Patriğinin tüm dünya Ortodoksları üzerinde tek yetkili olduğu anlamına gelmez. Fener Rum

Patrikliği, diğer Ortodoks patrikleri arasında eşitler arasında birinci (primus inter peres) ve koordinatör olması ve

daha önemlisi, diğer patriklik, milli kilise ve özerk kiliselere bağlı olmayan tüm Ortodoks kiliselerinin üzerinde

yetkili olması nedeniyle ekümeniktir. Lokal ya da bölgesel bir patrikliğin Avrupa’dan Kuzey ve Güney Amerika’ya,

Avustralya’dan, Yeni Zelanda’ya kadar bütün Ortodoks Kiliseleri üzerinde yetkili olması düşünülebilir mi? Patriklik

ekümenik değilse nedir?

Patriklik web sitesinde[5] ekümeniklikle ilgili şu bilgiler veriliyor:

“Ekümenik sıfatının evrenselliğini anlamak lazım, Ekümenik unvanının dünyadaki Ortodoksların evrensel liderliği

anlamına geldiğini şöyle anlatıyor Peder Dositeos:

* Dünyadaki Ortodoks kiliseleri yerel kiliselerdir. Bulgar, Romanya, Rus kiliseleri gibi yerel kiliselerdir ve

bulundukları memlekete bağlı kiliselerdir.

* Bu yerel kiliseler dışında yaşayanlar bizim Patrikliğe bağlı olduklarından dolayı İstanbul ekümenik unvanını alır.

* Pratik bir misal verirsek… Kuzey ve Güney Amerika’da yaşayan bütün Ortodokslar, oranın Başpiskoposuna ve oranın

Başpiskoposu da İstanbul’a bağlıdır; dolayısıyla İstanbul Patrikliğinin müminidir. Bu bir evrenselliktir.

Politika ve devletle ilgisi yok. Ekümenik unvanının yalnızca ruhani bir liderliğe tekabül ettiğini belirten Peder

Dositeos, “Bunun yerel politikayla hiçbir alakası yoktur” diyor ve ekliyor: “Ekümenik unvanının Vatikan’dan farkı var.

Vatikan bir devlettir. Aynı zamanda Roma Katolik kilisesini temsil eder. Bizim böyle bir durumumuz yok. Vatikan da

ekümenik unvanı kullanınca yalnızca İstanbul Patriğini kasteder.”

Fener Rum Patrikliğinin ekümenikliğinin kaynağına bakalım. 451 Yılında toplanan Kadıköy (Halkidon) Konsilinde alınan

kararlarla, İstanbul Patrikliği kuruldu.

“İstanbul ve Kudüs Kiliseleri patriklik seviyesine yükseltildi. Kilise örgütlenmesi konusunda da konsilde pentarhi

(beş başlı) sistemi kabul edildi. Buna göre Roma, İstanbul, İskenderiye, Antakya ve Kudüs, Hıristiyan dünyasının tarihi

merkezleri olarak kabul edildiler. Bu konsilde kabul edilen 28. Kanon (kilise kanunu) ile Roma ve İstanbul’un hiyerarşi

içindeki yeri eşitlendi. Papalık iki eşit kilisenin Hıristiyanlığa zarar vereceğini ifade ettiyse de etkili olamadı. …

Ayrıca ‘barbar’ diyarlarda piskoposluklar kurma hakkını da elde etti. Bunun anlamı patrikhanenin, imparatorluk sınırları

dışında da ( bağımsız kiliselerin yetki alanlarına girmemek kaydıyla) yetki alanlarına sahip olacağı idi. V. yüzyılın

sonuna doğru İstanbul Başpiskoposu için Ekümenik Patrik unvanı kullanılmaya başlandı.”[6]

Zaman zaman, başka kiliseler ve devletler tarafından Fener’in ekümenikliği tartışma konusu yapılmışsa da, bu

iddiaların bir önemi yoktur. Görüldüğü gibi içinde bulunduğu devletin kabulüyle, Patriklik bu unvanı 1400 yıldan beri

kesintisiz kullanmaktadır.

Sayın yazar, Müslüman bir Padişahın yani Fatih’in Patrikliğe ekümeniklik yetkisini veremeyeceğini belirtmektedir.

“Bazılarının bilmeden (zannederek) iddia ettikleri gibi Fatih Sultan Mehmet, Fener Rum Patrikhanesi’ne Ökümenik yetki

ve sıfatı vermemiştir. Zira dini bir yetki ve sıfat olan böyle bir payeyi Fatih, zaten veremezdi. Bizans İmparatorluğunun

dahi veremediği böyle bir yetkiyi, Müslüman bir Padişah nasıl verebilirdi.”[7]

Önce bir noktayı belirtelim, hem Bizans İmparatorları hem de Osmanlı Padişahları sınırsız yetkiye sahiptirler.

Patriklik gibi bir dini unvan ve sıfatı veren Müslüman Padişah, neden ekümeniklik yetkisini veremesin? Kaldı ki

Patriklik 6.yüzyıldan bu yana her iki imparatorluk döneminde de bu unvanı kullanmaya devam etmiştir. İmparator ve

Padişahlar onaylamasaydı Patriklik bu unvanı kullanamazdı. Fener her iki imparatorluk döneminde de, bütün devlet ve

kilise ilişkilerinde de bu unvanı kullanmaya devam etmiştir. Bu durum, her iki devletin Fener’in ekümenikliğini kabul

ettiğini açıkça göstermektedir.

Fatih ise, Hıristiyanlığı koruduğu için değil, kendisinden sonraki padişahların da benimsediği ‘devlet politikası’

nedeniyle, çökmekte olan Patrikliği bütün eski yetkileriyle tekrar tesis ederken, Milletbaşı sıfatıyla pek çok dünyevi

yetkiyi de vermiştir. Burada amaç imparatorluk sınırları içerisindeki ve muhtemel genişleme bölgelerindeki Ortodoks

unsurları kendisine bağlı – ekümenik -Patrik’le kontrol ve himayesi altında tutmak, kiliselerin birleşmesini önlemektir.

Nitekim seçilen Patrik bir Katolik düşmanıdır ve Katolik Kilisesiyle birleşmemek koşuluyla Patrik seçilmiştir. Ekümenik

olmayan bir Patrik, nasıl imparatorluk sınırları dışındaki kiliseler üzerinde söz sahibi olabilir, nasıl Katolik

Kilisesiyle birleşme ya da birleşmeme kararını verebilir? Kiliselerin bölünmüş olması Osmanlı’nın leyhinde olduğu için ve

yeni Haçlı seferlerini önlemek amacıyla ekümenik olması özellikle istenmiştir.

“Osmanlı baskısı karşısında Bizans İmparatorları tek kurtuluş yolunun Roma ile birleşmek olduğuna inanmışlardı. 12

Aralık 1452 tarihinde Ayasofya’da Papalık elçileri ve İmparatorun da hazır bulunduğu Roma usulünde yapılan bir törenle

Union (birleşme, MB) ilan edildi.”[8]

Fatih bu birleşme kararını tanımayan Georgios Kortesios Skholarios’u, II. Gennadios adıyla patrik atadı. Bu olay

tarihçilerce şöyle anlatılmaktadır:

“Patrikler Osmanlı İmparatorluğunda vezirliğe eşit bir payede tutuldu. Diğer yandan Rumeli ve Anadolu’nun dışında,

Mısır, Suriye, Filistin, Kıbrıs ve Rusya Ortodokslarının yönetimi İstanbul Rum Patrikhanesine verildi”[9]

Bilindiği gibi bu bölgeler bu dönemde Osmanlı hakimiyetinde değildir.

“ Sultan Mehmet, II. Gennadios’u saraya davet ederek onun için bir ziyafet vermiş, uzun ve dostça bir görüşmeden sonra

kendisine değerli bir asa ve taç vererek ‘… Cenab-ı hak sizi korusun. Dostluğumuzdan her zaman faydalanabilirsiniz.

Seleflerinizin (öncellerinizin, sizden önce bu makamda bulunanların. MB ) her husustaki haklarına ve imtiyazlarına malik

olunuz’ demiştir. (Hammer, Osmanlı Tarihi,1.cilt, sayfa 124)”[10]

“Rumlardan boş olan Patriklik için birini seçmelerini emretti. Bunun üzerine Georgios Scholarios, Gennadios ismi ile

Patrik seçildi.(1454) ve Padişah da Bizans döneminde gerçekleştirilen törenlere benzer bir törenle verilen bir fermanla

patriğin seçimi onaylandı. … Fatih yeni patriğe karşı şu formülü dile getirdi: ‘Patriklerin daha önce sahip oldukları

imtiyazlarla Patrik, bizim dostumuz ol. (Runciman, op. cit, p.169).”[11]

“O zamana kadar Bizans İmparatorluğu’nun emrinde bir dinsel başkan olan patrik, böylece İmparatorun koruyuculuğunda,

kendi dinsel topluluğunun birçok dünyasal işinin de tartışılmaz yöneticisi oldu. II. Mehmet, patriği üç tuğlu Osmanlı

Paşası unvanı verilmesi uygulamasını başlattı. Patriğe aynı zamanda yeniçeri çorbacılarından bir muhafız birliği verildi.

Patrikhanede, tebaasını yargılama yetkisi olduğundan dolayı, bir de cezaevi kuruldu. Tarihçiler bunu ‘devlet içinde

devlet’ olarak tanımlamaktadırlar. Bunu ilk kullanan Engelhardt’dır. II. Mehmet’in patrikhaneye verdiği yetkilerle,

patrikhane siyasi anlamda Bizans’taki gücünün çok üstüne çıkmıştır.”[12]

Ancak, İslam’ın genel kurallarını Osmanlı da uygulamıştır. “İslam’da zimmilerin yeni kilise inşa etmelerinin yasak

edilmesi ve mevcut kiliselerin izinsiz tamir edilmemesi kuralları da Osmanlı hukukunda uygulanmıştır. Genelde hemen tüm

padişahlar kilise tamirine izin verirken, yeni kilise inşasına izin veren padişah da pek çoktur.” [13]

Milletbaşı olması nedeniyle Rum Patrikliğine verilen, -yargı dahil- bütün yetkiler, hiçbir zaman ekümeniklik iddiası

olmayan İstanbul Ermeni Patriğine, Yahudi Hahambaşına ve Kudüs’ün fethinden sonra Kudüs Ermeni patriğine de tanındı. Yani

yargı yetkisi verilmesi için Patrikliğin ekümenik olması gerekmez ya da Patrikliğin ekümenik olması için yargı yetkisine

gerek yoktur. Bizans döneminde Patriğin yargı yetkisi olmadığı halde Patriklik ekümeniktir.

Lozan Antlaşmasında, bilindiği gibi Patrik ya da patriklik sözü geçmez. Patrikliğin dini yetkileri dışında kalan bazı

yetkilerinin kaldırıldığına dair tutanaklarda yer alan sözler dışında antlaşma metininde hiçbir sınırlama yoktur.

“Sonunda, Türk heyeti, Osmanlı dönemindeki bütün ayrıcalıklarının kaldırılıp, yalnızca dini yetkiler ile sınırlı kalması

koşuluyla patrikhanenin İstanbul’da kalmasını kabul etti. İnönü, bu konudaki sözleri ‘sözlü senet’ olarak kabul ettiğini

söyledi.”[14] Lozan Antlaşmasında da, tutanaklarında da doğrudan ekümeniklikle ilgili herhangi bir

görüş yoktur. Aynı şekilde Cumhuriyet kanunlarında da bir görüş olmaması nedeniyle Patrikliğin ekümenikliği, hükümetlerce

günün koşullarına göre bazen de facto kabul edilmekte, bazen tamamen reddedilmektedir. Nedense konunun can alıcı yönü

dikkatlerden kaçmakta, Patriğin ekümenikliğinin dini bir statü olduğu göz önüne alınmamaktadır[15]. Ne

yazık ki, birkaç aydın dışında, laikperestler bile konunun dini olduğunu ve Laik Türk Devletini ilgilendirmeyeceğini

söyleyememektedir. Kaldı ki, dünya Fener Rum Patriğini ekümenik patrik olarak kabul etmektedir. Nitekim İran’ı ziyaret

eden patrik, İran gibi şeriatla yönetilen bir ülkede bile törenle karşılanmıştır.

Lozan’a gelince, kanımca iddia edilenlerin aksine, Lozan Antlaşmasının azınlıklarla ilgili maddeleri Patrikliği ekümenik

olarak tanımayı gerektirir. Lozan Antlaşmasının 42. Maddesinin ikinci fıkrası:

Türk Hükümeti sözü geçen azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve diğer dini kurumlara her türlü korumayı

sağlamayı taahhüt eder. Aynı azınlıkların hali hazırda Türkiye’de bulunan vakıflarına dini ve hayır kurumlarına her türlü

kolaylık sağlanacak ve izin verilecektir. Ve Türk Hükümeti yeni dini kurum ve hayır kurumu kurulması için, bu nitelikteki

öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan, hiç birini esirgemeyecektir.

Burada sözü edilen dini kurumların başında elbette Patriklik vardır. Bir antlaşmanın açık hükümleri dururken,

tutanaklardan hem de Antlaşma maddelerinin gerekçesi olamayacak tutanaklardan yola çıkarak sonuçlar çıkarmak hukuki bir

yol olamaz. Lozan’da kurumların değişmesi istenmediği gibi, mevcut halle korunma sağlanacağı da belirtilmektedir. Aslında

Lozan Antlaşmasına göre, anayasa dahil hiçbir yasa Lozan Antlaşmasına aykırı hükümler taşıyamaz. Kaldı ki Lozan

tutanaklarında açıkça söylenen Patrikliğin tüm siyasi yetkilerinin kaldırıldığıdır. Nitekim Rıza Nur hatıralarında

“Curzon zabıtnameye geçmek üzere ‘Patrik yalnız dini kalacaktır. Hiçbir vakit siyasete karışmayacaktır, idari bir iş

görmeyecek, siyasi müessese ve alet olmayacaktır.”[16] Diyor. Yine İsmet İnönü Ankara’ya çektiği

telgrafta “ Rum Patrikhanesinin siyasi ve idari işlerle iştigal etmeyeceğine dair beyanatını senet ittihaz ederim.”

Dedim, diyor. Yani yasaklanan siyasi ve idari işlerdir. Ekümeniklik ise, bütün Patriklik karşıtlarının da kabul ettiği

gibi dini bir statüdür.

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra da Patrikhane ile hükümet ilişkileri, Türk Yunan ilişkilerine göre şekillenmiştir.

“ Yunanistan başbakanları Venizelos (1931), Çaldaris (1933- 1934) bu dönemde patrikhaneyi ziyaret ettiler. Lozan’dan beri

patriklere resmi yazışmalarda ve basında başpapaz denirken bu, Atatürk’ün Fotias’a ‘Fener’deki Ortodoks patriği’ hitaplı

kutlama telgrafıyla yerini ‘patrik’e bıraktı. Türkiye ihtiyatlı bir şekilde de olsa yumuşama havasının da etkisiyle

patrikhanenin evrensel bir karakter kazanmasına göz yumdu.”[17]

“1 Kasım 1948’de patrik seçilen Athinagoras, 26 Ocak 1949’da Truman’ın özel uçağıyla Türkiye’ye gelir. …

Yeni Patrik, kısa bir süre sonra Ankara’ya gidip İnönü ile görüşür ve kendisine Truman’ın özel mektubunu iletir. ..

Kamuoyunda öyle bir hava oluşmuştur ki, Rus Kilisesinin Fener’i ele geçirme projesine karşı koymak için, Atinagoras da,

gönderilmiş bir ‘Amerikan yardımıdır.’ İşin ilginç yanı, dönemin ‘yarı resmi gazetesi’ Ulus’ta (18 Kasım 1948) olduğu

gibi ‘Yarı resmi ansiklopedisi’ olan İnönü Ansiklopedisi’ndeki biyografisinde de kendisinden ‘ekümenik’ patrik olarak söz

edilir (İnönü Ansiklopedisi, cilt 4, 1950,s. 138) . Ayrıca dönemin ünlü adı ve iktidarın yakın isimlerinden Hamdullah

Suphi Tanrıöver de Patrikhane için aynı sıfatı kullanır (Tasvir, 7 Nisan 1947).”[18]

Peki, o halde neden bir bardak suda fırtına koparılmaktadır? Son günlerde azınlık ve yabancı düşmanı çeşitli grupların

Patriklik aleyhinde açtıkları kampanyanın amacının Patrikliği Türkiye’den çıkarmak ve bu yolla AB ile köprüleri atmak

olduğu açıkça görülmektedir. Bu amaca ulaşmak için de paranoya kullanılıyor. Son yıllarda giderek artan Sevr

paranoyasının yanında, Patriklik konusunda bir de Vatikan paranoyası bulundu. Paranoyaya bilimsel ve rasyonel gerekçeler

elbette bulunamaz, bulunsa paranoya olmaz.

Katolik Kilisesi ile Ortodoks kilisesinin farklarını bilmeden ya da daha kötüsü görmezden gelerek, bu garip iddia ileri

sürülüyor. Toplam 1243 kişilik Rum cemaatinin, günümüz koşullarında 70 milyon nüfuslu, dünyanın en büyük ordularından

birine sahip bir ülkede ve çoğunluğun isteğine aykırı olarak devlet olabileceği düşüncesini, paranoya ile bile açıklamak

zordur. Bilindiği gibi Vatikan’ın egemen devlet olması, faşist İtalya yönetiminin (1929) destek ve onayı ile mümkün

olmuştur.

Sayın Mehmet Çelik, Fener’in Vatikan olacağına o kadar inanmış ki bu konuda tam bir kılavuz hazırlamış. İstanbul nasıl

bölünecek, sonra nasıl Vatikan olacak en ince ayrıntılarına kadar anlatılıyor kitapta. ATO tarafından çıkarılan

kitapçıkta da, kaynak göstermeden bu kitaptan yararlanıldığı görülüyor. Ancak sanırım sayın yazar bazı yanlış bilgilerden

yola çıkıyor.

Önce Patrikliğin hiçbir zaman ekümenik olmadığı ve Fener Kilisesinin apostolik olmadığı iddiaları, yukarıda belirttiğimiz

gibi doğru değil. Patrikliğin 6. yüzyıldan bu yana, Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet dönemi de dahil, bu unvanı

kullandığı ve bütün muhataplarının da bu unvanı kabul ettiği biliniyor.

Diğer Doğu Ortodoks kiliselerinin, Ermeni, Süryani, Kipti, Asurî vb Fener’in ekümenikliğini kabul etmedikleri de doğru

değil. Fener’in ekümenik Patrik sıfatıyla yaptığı davetleri kabul eden, bu sıfatla yazdığı yazıları cevaplayan bütün

kilise ve kurumların bu unvanı kabul ettiğini söyleyebiliriz. Son yüzyılda Kiliseler arasında sağlanan diyalog pek çok

eski problemi çözmüştür. Kaldı ki, Fener Patrikliğinin Doğu Ortodoks kilisesi üzerinde bir yetkisi de yetki talebi de

yoktur.

En önemlisi Papa’nın, Fener Rum Patrikhanesinin ekümenik olduğunu kabul etmediği de çok ciddi bir yanlış. 1965 yılında

aforozların karşılıklı kaldırılmasıyla birlikte Papa Fener’i ekümenik Patrik olarak tanımıştır. ”Athinagoras ve Papa IV.

Paulus 1964’ün ilk haftasında ‘tarafsız ve tarihi merkez’ Kudüs’te görüşürler. Kudüs buluşmasında, aforozların karşılıklı

olarak kaldırılmasında anlaşan taraflar, bunu 7 Aralık 1965’te Vatikan’da ve Fener’de aynı anda yapılan törenlerle

gerçekleştirirler. … Bunun ardından Papa VI. Paulus, 1967’de İstanbul’u ve Patrikhane’yi ziyaret eder. Aleksandiris’e

göre bu görüşme ve Papa’nın Türkiye’yi ziyareti Patrikhane’nin ekümenik karakterini güçlendirir. ”[19]

Buradan da anlaşılacağı gibi, Papa Ekümenik Patrik sıfatıyla yapılan daveti kabul etmiştir. Kaldı ki, başta belirtildiği

gibi Roma sadece Fener için bu sıfatı kullanmaktadır.

Kitaptaki diğer önemli yanılgı ise, Katolik Kilisesi ile Ortodoks kilisesinin aynı idari yapıda olduğu düşüncesidir.

Bu düşünceden yola çıkılarak hiçbir talebi olmadığı halde Fener’in Vatikan olacağı ileri sürülmektedir. Katolik ve

Ortodoks kiliselerinin örgütlenme biçimi çok farklıdır.

“İmparatorluğun başkenti Kostantinopolis’teki (İstanbul) patrik kilisenin başı olmakla birlikte, tüm yetkileri elinde

tutan imparator karşısında hiçbir zaman papanınkine benzer bir bağımsızlık kazanamadı. Ortodoks kilisesinin ulusal

devletler içinde ikincil konumu benimseme eğilimi, gerçekte Bizans’tan kalma bir gelenektir.”[20]

“Ortodoks dünyasında, bağımsız birim olarak, dördü tarihi dokuz patriklik ile dört bağımsız (otosefal) ve üç özerk

(otonom) olmak üzere toplam on altı kilise mevcuttur. … Patrikhaneler ve bağımsız kiliseler birbirlerine ve içişlerine

ve yetki alanlarına karışamazlar”[21] “İki kilise liderinin kilise örgütlenmesi içindeki yerleri de

birbirinden çok farklıdır. Ortodoks Kilisesi’nde, İstanbul Patriği, eşitler arasında birincidir ve bu önceliği

onursaldır. Papa ise, Katolik Kilisesi’nin tek lideridir ve bütün Katolikler üzerinde tartışılmaz yetkilere sahiptir.

Katolik Kilisesi’nde, Papa’nın bilgi ve kararları açısından ‘yanılmazlığı’ kabul edilmiştir. Papa, Patrik’ten farklı

olarak iki kimliklidir. Hem bir devlet başkanı, hem de Katolik dünyası için ‘Tanrı’nın Vekili’dir. Kilisedeki yerleri

açısından dahi aynı konumda değildirler. Patrik, Ortodoks Kilisesi içerisinde, diğer episkoposlar arasında bir

koordinatör gibidir. Önemli konularda tek başına karar alamaz, Kutsal Meclis ile birlikte davranır.”[22]

Bu nedenlerle, Fener Rum Patrikliği, en güçlü olduğu dönemlerde bile hiçbir zaman Vatikan gibi bir devlet olmak

iddiasında olmamış, hiçbir zaman bu yolda bir girişimde bulunmamıştır.

Patriklik konusunda bir kitapçık da Ankara Ticaret Odası tarafından yayımlandı: “İçimizdeki Hançer Fener Rum

Patrikhanesi” (Vatanseverin El Kitabı Serisi 3). Kitapçığın isminden içeriğini tahmin etmek zor değil. Bu kitapçık,

azınlıkları iç düşman ve hain olarak gören şövenist, azınlık düşmanı yayınların tipik bir örneği.

Bazı araştırmacıların iddiasının aksine, Patrikliğin ekümenik olmasının hilafetle bir ilgisi yoktur. Patriklik, Osmanlı

padişahları Halife unvanını almadan önce de ekümeniktir.

Özetlersek, Fener Rum Patrikhanesi, diğer patriklikler ve bağımsız kiliseler içinde eşitler arasında birinci olduğu ve

diğer Ortodoks patrikhaneleri, milli ve yerel kiliseler dışında kalan Kuzey ve Güney Amerika, Avustralya vb bölgelerde

yerleşik kendisine bağlı Ortodoks Kiliseleri nedeniyle ekümeniktir. Ekümeniklik dini bir statü olup, 6. yüzyıldan beri

Patriklik tarafından kullanılmakta olan bir sıfattır. Fener’in ekümenikliği, bütün dünya devletler tarafından da kabul

edilmiştir. Fener Rum Patrikliğinin ne devlet olmak gibi, ne de yargı ve benzeri Milletbaşı sıfatıyla verilen yetkiler

konusunda talebi vardır. Aslında çok hukuklu yönetimler dışında dünyanın hiçbir yerinde böyle bir talepte bulunulamaz.

Konuyu Sayın Patriğin sözleriyle bağlayayım: “Türk hükümetinin ‘Patrikhanenin ekümenik statüsünü tanımamaktaki

ısrarından’ duyduğu üzüntüyü dile getiren Bartholomeos, şunları söyledi: ‘Yüzlerce kez 2. Vatikan olmak istemediğimizin,

bunun Ortodoks Kilise’nin anlayışına aykırı olduğunun, bu unvana siyasi bir anlam yüklemediğimizin teminatını verdim.

Tarihi ve bize ait bir unvan (Ekümenik), bunu reddedemeyiz, kimliğimizi inkar etmiyoruz. Bize kim olduğumuzu onlar

söylemeyecek. Biz yüzyıllardır kim olduğumuzun bilincindeyiz.”[23]

Patrikliğin ekümenik olmasının, -82 yılda da görüldüğü gibi- Türkiye’ye bir zarar vermesi söz konusu bile olamaz. Kaldı

ki, bütün paranoyaların gerçek olduğunu varsaysak bile, Türkiye kendisine gelecek her türlü zararı önleyecek güçtedir. Bu

konuda da emekli büyükelçi, yazar Yalım Eralp şöyle diyor:

“Akıl her zaman gerekli; ara sıra değil. Patrikhane bir gün Vatikan gibi olur korkusu aslında insanın kendisine hakaret.

Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin Patrikhane karşısında zayıf olduğu varsayımına dayanıyor. Üstelik bu Ortodoksluk ile

Katoliklik arasındaki farkı anlamamaktan da ileri geliyor. Ortodokslar arasındaki hiyerarşi bizi ilgilendiren bir konu

değildir. Biz aksini iddia etsek de Patrik ekümenik olarak tanınmaya devam edecektir. Ülkenin derdi ve geleceği Patrik’in

ekümenik olup olmadığı değildir… Laik devletin Ortodoks kiliseleri arasında ön gelme sorununa müdahil olması doğru

değildir.”[24]

Sonuç olarak, Türkiye ne yapabilir?

1.- Türkiye hiçbir şey yapmaz, mevcut garip statü ve sorunlar devam eder.

Patriklik, hiçbir yasada ismi geçmeyen, hukuken varlığı ve yokluğu belli olmayan bir kurum durumunda kalır. Devlet, bazen

Patriği cemaatin lideri ve temsilcisi olarak görürken, bazen Kıyafet kanununa göre sokakta dini kisve ile dolaşma izni

verilerek Patrikliği onaylanan sıradan din adamı olarak görür. Problem devamlı olarak hükümetlerin önüne gelir.

2.- Türkiye, Patrikliği Türkiye dışına çıkmaya zorlar ve çıkarır.

Türkiye, sağ ve sol aşırı uçlara katılan azınlık ve AB karşıtı şoven ve milliyetçi çevrelerce oluşturulan Kızılelma

koalisyonun isteklerine uygun olarak, tüm Hıristiyan dünyasını karşısına alarak izolasyonist bir yol izler. AB ve Batı

ile köprülerini atar. Yüzünü doğuya döndürür. Türkiye kendine Ilımlı ya da aşırı İslam arasında bir yer seçer.

3.- Türkiye, çağdaş, laik bir hukuk devleti olduğunu -özellikle Avrupa’da ki karşıtlarına- kanıtlayacak yeni bir yasa ile

hem patriğin hukuki statüsünü belirler, hem de ekümenik yetkilerini tanır.

Yasa, Patrikliğin gelenek ve göreneklerini, AB müktesebatını, Azınlık Hakları Çerçeve Sözleşmesini ve çağdaş insan

hakları hukukunu göz önünde bulundurarak ve Patrikliğin de fikri alınarak hazırlanır. Böylece hem 82 yıllık belirsizliğe

bir son verilir, hem de Türkiye Ortodoks Ekümenik Patrikliği hukuken de bir Türk Kurumu haline gelmiş olur. Böyle bir

durumun Türkiye’ye sağlayacağı prestij, Türkiye’nin batı gözündeki imaj değişikliği sanırım tahmin edilebilir.

31.10.2005


[1] Doç. Dr. Mehmet Çelik -Türkiye’nin Fener Patrikhanesi Meselesi- Akademi Kitapevi İzmir 1998

[2] Doç. Dr. Mehmet Çelik – a.g.e. sayfa 5

[3] AnaBritanica Genel Kültür Ansiklopedisi, Ana Yayıncılık- Cilt 8, Sayfa 499 Fener Rum Patrikhanesi

[4] Elçin Macar- Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi- İletişim Yayınları 2003,sayfa 27

[5] http://www.megarevma.net/ekumenik.htm

[6] Y. Benlisoy- E.Macar- Fener Patrikhanesi-Ayraç Yayınevi 1996, Sayfa 22

[7] Doç Dr. Mehmet Çelik- a.g.e. Sayfa 6

[8] T.Tankut Soykan- Osmanlı İmparatorluğu’nda Gayrimüslimler-Ütopya 1999. Sayfa 198

[9] Prof.Dr. Yavuz Ercan- Osmanlı Yönetiminde Gayrimüslimler-Turhan Kitabevi 2001. Sayfa 104

[10] Prof.Dr. Bilal Eryılmaz-Osmanlı Devletinde Gayrimüslim Tebaanın Yönetimi-Risale basın Yayın–1996

Sayfa 30

[11] T. Tankut Soykan- a.g.e., Sayfa 199–200

[12] Y. Benlisoy-E.Macar A.g.e sayfa 33

[13] Doç.Dr. Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu (1839–1914), Türk

Tarih Kurumu Basımevi 1996, sayfa 22

[14] Y.Benlisoy-E.Macar A.g.e. Sayfa 49

[15] Doç. Dr. Mehmet Çelik -Türkiye’nin Fener Patrikhanesi Meselesi- Akademi Kitapevi İzmir 1998.

Sayfa 44

[16] Elçin Macar, a.g.e. Sayfa,104

[17] Y.Benlisoy-E.Macar A.g.e Sayfa 52

[18] Elçin Macar- Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi- İletişim Yayınları 2003, sayfa 191

[19] Elçin Macar, a.g.e. , sayfa 211.

[20] AnaBritanica- Cilt 17 Sayfa 192–193

[21] Elçin Macar, a.g.e. , sayfa 23

[22] Elçin Macar, a.g.e., sayfa 210

[23] http://www.hurriyetim.com.tr/haber/0,,sid~2@nvid~505213,00.asp

[24]http://mujde.over-blog.com/categorie-8131.html

Yorumlar kapatıldı.