İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Fransa ektiğini biçiyor

Semih İdiz

Fransa’daki “varoş ayaklanması” beklenmedik değil. Fransızlar yıllara dayanan bir ihmalin bedelini ödüyorlar. Çünkü milyonlarca Arap göçmenle gelen ciddi sorunları hiçbir zaman uygar ölçülere göre çözmeye çalışmadılar. Söz konusu insanları “nazik Fransızların gözlerinden ırak” banliyölere itip orada bırakmayı tercih ettiler.

Paris’in çevresinde öyle banliyöler var ki, oraya ne polis, ne de ambulans girer. Bunlar kendi hallerine terk edilmiş; işsiz, güçsüz -bu nedenle de bulundukları ülkeye karşı herhangi bir sevgi veya saygı beslemeyen- Arap gençlerin kurdukları başıbozuk çetelere teslim edilmişlerdir.

Aslında ülke olarak birbirimize çok benziyoruz. Türkiye’deki gibi Fransa’daki düzen de “entegrasyon” üzerine değil, “asimilasyon” üzerine kuruludur. Bugün Fransa’da farklı bir etnisiteye mensup biri olarak sorunsuz yaşamak istiyorsanız, kültür ve terbiye açısından kendinizi “Fransız” yapmak zorundasınız.

Asimile olmayanlar

Bir genelleme yapacak olursak, Fransızlar “biyolojik” açıdan “ırkçı” değil, “kültürel” açıdan “üstünlükçü” olan bir millettir. Kolonyal takıntıları da her zaman “La mission civilisatrice,” yani “uygarlaştırma misyonu” olmuştur. Ancak, ünlü Amerikalı tarihçi Barbara Tuchman’ın da işaret ettiği gibi, bu misyon “uygarlaştırılmaya çalışılan milletlere her zaman büyük acılar çektirmiş ve binlerce yıllık uygarlıkları yok olma noktasına getirmiştir.”

Bir İtalyan, İspanyol veya Romanyalı bugün kendisini küçük bazı ayarlamalarla bir “Fransız” haline getirebiliyor. Kendilerini Fransızlardan ayırt etmek mümkün olmayan Ermeniler de bu yüzden o ülkede son derece etkin konumdalar. Ancak, öz kimliklerine bağlı olan Arapların bu anlamda asimile olmaları mümkün olmamıştır.

Etnik aidiyet meselesi

Olamaz da. Çünkü ne dinen, ne kültürel olarak, ne de terbiye olarak Fransız olmak istemiyorlar. Uygar geçinen bir ülkede yaşadıklarına göre, aslında olmak zorunda da değiller. Sadece bulundukları ülkenin yasalarına saygı göstermek ve buna göre davranmak zorundalar.

Bu yasalar ise “kültürel eksenli” değil, toplumun geneli açısından “tarafsız”dır. En azından Avrupa müktesebatının iddiası bu. “Asimilasyon”un aksine olumlu bir kavram olan “entegrasyon”un özünde de zaten bu var. Bunun dünyadaki yaşayan örnekleri ise Amerika ve İngiltere’dir.

Samuel Huntington, ülkeyi “istila ettiklerini” savunduğu Latin ırkına mensup kişileri “Amerikanlaştımak” istiyorsa da, Amerika’da Türk, Alman, İtalyan, Vietnam veya İrlanda asıllı olduğunu ortaya koymak sorun yaratmadığı gibi, bu “etnik aidiyet” çoğu kez bir gurur meselesidir.

Bugünkü durum

Ancak bu Fransızlar için geçerli bir paradigma değil. Fransa’nın Türkiye’nin AB perspektifine dönük olumsuz tutumunun temelinde yatan da zaten budur. Türkiye hakkında hiçbir bilgileri olmasa da, “asimile edemedikleri” Araplara bakıp hakkımızdaki önyargıları buna göre oluşturuyorlar. Kısacası sorun başkalarından değil, kendilerinden kaynaklanıyor.

İşte bu nedenle, yani “farklı olandan” hoşlanmadıkları için Kuzey Afrika’dan gelen milyonlarca göçmenin yarattığı sorunlar Fransızlar tarafından çoğu kez “halının altına süpürülmüştür.” Bunu söyleyen de zaten kendi sosyologlarıdır. Fakat öyle yapıldığında sorun genellikle ters teper. Fransa’da bugün olan da zaten budur. Genel yaklaşım değişmedikçe, bunun arkası da şu veya bu şekilde gelecektir.

Yorumlar kapatıldı.