İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Soykırım: Yeni gelişmeler (2)

Gündüz Aktan

‘Genocide and Human Rights, A Philosophical Guide’ adlı kitapta 25 çağdaş filozofun söylediklerinden, AB üyeliğimiz açısından bazı önemli sonuçlar çıkarılabilir.

Filozofların hepsi Yahudi soykırımının arkasında Aydınlanma’nın bulunduğunu ortaya koyuyor.

O zaman Delors’un deyişiyle Hıristiyanlık ve Aydınlanma değerlerine dayalı Avrupa kimliğinin ve bu temelde Türkiye’nin üyeliğine yapılan itirazların yeniden ele alınması gerekiyor.

Makalelerin tümü Holokost’un analizine ağırlık veriyor. Kitapta ileri sürülen görüşler ışığında Ermeni olaylarının soykırım olmadığı açıkça anlaşılıyor. Buna rağmen Ermeni soykırımı, sanki rica üzerine, metinlere serpiştirilmiş. Aynı yaklaşım, ünlü hukukçu William Shabas’ın ‘Uluslararası Hukukta Soykırım’ kitabında da görülüyor. Oysa Shabas’ın hukuki yaklaşımı, Ermeni olaylarının soykırım olmadığını büyük bir katiyetle ortaya koyuyor.

Bu durumun ortaya çıkmasında Ermenilerin tezlerini bizden çok daha iyi anlatmalarının payı olduğu doğru ama yeterli bir izah değil. Belli ki Müslümanların Hıristiyanlara soykırım yapması, bu Batılı yazarlar için önemli. Böylece soykırımın küresel bir olgu olduğu ve Holokost ya da tarihteki diğer soykırımlar gibi sadece ‘Batı Avrupa ve onun dünyadaki beyaz sömürgelerinde işlendiği’ gerçeği bertaraf edilmiş oluyor (Encyclopedia Britannica, Macropedia 15. cilt, s. 360-366, 1984).

Ermeni soykırım iddialarının, üyelikle doğrudan ilişkisi olmamakla birlikte, muhtemelen, tüm diğer engellerden daha etkin olacağı söylenebilir. Bunun olumsuz etkisi, AP ve üye ülkelerin kamuoyu baskısıyla uğraşmakla veya Ermeni soykırımını kabul etmezsek Fransa’da yapılacak referandumda giriş antlaşmamızın reddedilmesiyle sınırlı kalmayabilir. Soykırım iddiaları Türkiye’ye karşı tarihi önyargıların içinde yer aldığından, müzakere sürecinde her gün önümüze çıkacak küçüklü büyüklü engellere ve Kopenhag Siyasi Kıstasları’na ilişkin eleştirilerin dozuna çoğaltan etkisi yapabilir.

Bir grubun diğerini aşağı görmesi, soykırımın itici psikolojik gücünü oluşturuyor. Bu, basit bir kendini üstün görmek değil. Karşısındakinin geri, tembel, barbar, çirkin, ahlaksız, güçsüz, aptal vb. tüm kötü özellikleri içinde barındırdığı, bunun doğuştan yani biyolojik olduğu, dolayısıyla bu değiştirilemez ‘insan altı’ özelliklere sahip grubun yaşadığı topluma, hatta dünyaya zarar verdiği, bu nedenle de yok edilmesi gerektiği duygusundan kaynaklanıyor.

Osmanlı toplumunda Ermenilere karşı böyle bir ırkçı nefret olmadığı malum. Oysa o dönemin Ermeni aydınlarının Osmanlı toplumunu aşağıladığı meçhulümüz değil. Aynı şekilde Balkan Hıristiyanları da kurtuluş savaşları sırasında Osmanlı’yı hor gördüler. Bu gruplar Batı’nın o zamanki ırkçı Türk düşmanlığını olduğu gibi içselleştirdiler. Belki de bundan dolayı Balkan savaşlarında katledilen ve Anadolu’ya sürülen Türk Müslüman nüfus kale alınmıyor. Bu açılardan Batı Avrupa’nın ve desteklediği Hıristiyan grupların Osmanlıyı yıkmaları salt bir politiko-stratejik mücadele olarak görülemez.

Türkiye kendisini soykırımla itham eden bir ülkeler grubu içine girecek. Bu ülkelerin hemen hepsi son iki yüzyılda en azından Holokost’un fikri hazırlığına katılmış. Ama sorumluluğu Nazi rejimine fatura etmiş. Osmanlı’yı parçalarken Türklerin ırk olarak aşağı olduğunu ve biyolojinin değişmezliğini kabul etmiş. Şimdi bu durumu, kendi iç psikolojik nedenleriyle, tam tersine çeviren bu ülkelerdeki önemli çevreler, Türklerin Ermenileri ırkçı nefretle yok ettiğini itiraf etmezse, AB üyesi olamayacağını söylüyor. Tanıtma faaliyetlerine dirençli bu anlayış terk edilmedikçe AB üyesi olmamız kolay değil.

Buna karşılık Türkiye’de bir grup liberal aydın, Franz Fanon’un tanımladığı sömürge aydını gibi, Batı’nın bize yönelttiği her eleştiri yanında, Ermenilere soykırım yaptığımızı da kabul ediyor.

Soykırım olmayan bir olayı soykırım olarak kabul etmekle, gerçek soykırımın belirlenmesini zorlaştır-maları insanlığa büyük bir kötülük oluşturuyor.

Yorumlar kapatıldı.