İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ekümeniklik ve Yalanlar

Ayşe Günaysu

Uzmanlık belirli bir alanda derinleşmek, gerçeği arama çabasında yetkinleşmektir. Biliminsanı/bilimkadını ise uzmanlığı akademik anlamda belgelenen kişidir. Dolayısıyla bilimin ve uzmanlığın varlık nedeni gerçeğe yaklaşmak, doğruları bulmaya çalışmaktır. Ama Türkiye, uzmanlığın ve bilimin gerçeklerden uzaklaştırılmak için kullanıldığı ülkelerden biridir. Hukukçular hukuku ayaklar altına alan görüşler bildirir, kararlar alır; tarihçiler tarihte olanı biteni, yalın, açık gerçekleri ters yüz eder.

Türkiye’nin yaşayan en önemli tarihçilerinden biri olarak kabul edilen Prof. Halil İnalcık, Milliyet’te yayınlanan röportajında, Patrikliğe Ekümenik sıfatını tanımanın, Ruhban Okulu’nu açmanın kayıplara zemin hazırlamak olduğunu söylüyor ve aynen, ‘Lozan’la Patriğin statüsü tayin edilmiştir, o maddeyi unutursanız, Lozan’a delik açarsınız’ diyor.

Hasan Pulur da, bu sözler ve bunları söyleyen Halil İnalcık için şöyle yazıyor: ‘Bunları söyleyen, ‘kıytırık’ unvanlı, kerameti kendisinden menkul biri değil, Chicago, Columbia, Princeton, Harward gibi dünyanın sayılı üniversitelerinde ders veren bir bilim adamıdır.

Okursanız, belki ıslah olursunuz…’

Ben de buradan diyorum ki, evet, ‘kıytırık’ unvanlı olmayan, Chicago, Columbia, Princeton, Harward gibi dünyanın sayılı üniversitelerinde ders veren bilim insanı olanı, biteni, yazılanı, kayda geçeni, kitaplarda herkesin yararlanmasına açık bilgileri, tek sözcükle gerçeği ayaklar altına alıyor. (Buna kısa yoldan ‘yalan söylemek’ deniyor ama ben hakaret ederek konuya kişisel boyut katmak istemiyorum.) ÇÜNKÜ LOZAN ANLAŞMASI’NDA PATRİKLİGE İLİŞKİN BİR MADDE YOKTUR.

İşin ilginç yanı, Türkiye’de konunun uzmanlarının söylediği yalanlar, ortaya çıkarılması zor olan yalanlar da değil. Herkesin kolaylıkla ulaşabileceği kaynaklarda, ilk bakışta ortaya çıkabilecek yalanlar. Türkiye’nin ilginçliği, bu yalanların hiçbir rahatsızlık, çekinme duymadan söylenmesi ve söyleyenlerin gözden düşmemesi, itibarını korumasıdır.

Lozan Anlaşması’na dair bir avuç ilgilisi ve meraklısı dışında okumuş yazmış kamuoyunda bir takım hurafeler vardır. Örneğin Lozan’da hakları düzenlenenlerin Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler olduğu söylenir, diğer Hıristiyanların bu hakların kapsamının dışında bırakıldığı iddia edilir. Hayret bir şeydir ki, İnternete girilip bir iki aramayla kolaylıkla bulunacak Lozan Anlaşması’nın ünlü 38-44. maddelerinde hiçbir Gayrimüslim topluluğun adı sayılmamakta, sadece Müslüman olmayanlar ya da Gayrimüslimler denilmektedir. Dolayısıyla bugün Süryanilere, kendi dillerinde eğitim görmek başta olmak üzere Lozan Anlaşması’nın hükümlerinin uygulanmaması, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu anlaşması olarak kabul edilen Lozan Anlaşması’nın çiğnenmesi demektir. Ayrıca 39. maddede ‘açık toplantılarda dilediği dili kullanma’ özgürlüğü, Gayrimüslimler şeklinde de bir sınırlamaya tabi tutulmadan ‘Bütün Türk vatandaşları’na tanındığından mitinglerde, toplantılarda Kürtçe konuştuğu için insanların ceza alması da hukuka aykırıdır.

Yalnızca Prof. Halil İnalcık’ın değil, başta köşe yazarları olmak üzere çok kişinin dile getirdiği, Patrikliğin Ekümenik (evrensel) sıfatının Türkiye tarafından tanınmasının Lozan Anlaşması’na aykırı olacağı hurafesinin kaynağı (değerli araştırmacı Murat Bebiroğlu’na bu bilgiyi benimle paylaştığı için buradan teşekkür ediyorum), görüşme tutanaklarında Patrikliğin siyasi ve idari yetkilerinin kaldırılması, sadece dini bir kurum olarak Türkiye’de kalmaya devam etmesi konusunda varılan sözlü anlaşmadır.

Lozan Anlaşması ile Türkiye, tam tersine, Müslüman olmayan azınlıkların bütün dini kurumlarını korumayı, her türlü kolaylığı sağlamayı taahhüt etmiştir.

İşte bu yüzden bu memlekette elimizde bir mumla, bilimden ve uzmanlıktan önce ahlakın, vicdanın ve adalet duygusunun peşine düşmek durumundayız.

Yorumlar kapatıldı.