İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bartholomeos: Bir dokun, bin ah dinle…

Mihail Vasiliadis

20 Ekim günü İstanbul’da, Ortodoks Kilisesiyle ‘Avrupa Halk Partisi ve Avrupalı Demokratlar’ arasındaki diyalogun 9. Uluslararası buluşması gerçekleşti. Toplantıya AKP Başkan Vekili Sayın Şaban Dişli Başbakan Tayip Erdoğan’ı da temsil ederek katıldı.

Sayın Dişli konuşmasında sözünü esirgemedi ve Patrikhanenin bir Türk kurumu olarak kabul edildiğini, Ekumenik yani Cihanşümul yönünün Lozan’da kaldığını savundu. Ruhban okulu ve Rum Cemaati’nin taşınmazları (‘vakıf malları’ olarak niteledi) konularında ise, bunların Batı Trakya ile bir karşılıklılık çerçevesinde görüldüğünü açıkça belirtti.

Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, Sayın Dişli’nin iddiaları birçok noktada, gerek ulusal gerekse uluslararası hukukla çatışıyor. Sayın Bartholomeos’un cevabında belirttiği gibi, eğer Patrikhane gerçekten bir Türk kurumu ise, hani bunun tüzel kişiliği? Hem ‘Türk Kurumu’ olması hem de (tüm diğer Türk Kurumlarının varken) kendisine tüzel kişilik tanınmaması ayırımcı bir uygulama değil midir?

Şu karşılıklılık, yani bildiğimiz ‘mütekabiliyet’ ilkesine gelince… Galiba söyleye söyleye dilimizde tüy bitecek! Mütekabiliyete dayanarak hiçbir devlet kendi vatandaşlarının kişisel haklarını engelleyemez; mallarını elinden alamaz; eğitim hakkını kısıtlayamaz. Yani Yunanistan’da bazı Yunan vatandaşlarına haksızlık ediliyorsa, Türkiye kendi vatandaşı olan bir takım kişilere baskılarda bulunamaz. Bunun hiçbir hukuksal dayanağı yoktur; olamaz. Aksi de olamaz. Örneğin, Türkiye’de (6 Eylül 1955) Rum evleri, dükkanları, kiliseleri… yakılıp yıkılmış, yağma edilmişse, bu olay Yunanistan’a aynı şekilde davranma hakkını vermez.

Türkiye’de ‘mütekabiliyet’ten bahsederken özellikle dikkatli olmamız gerekir. Karşı tarafta (Yunanistan’da) bunu, Batı Trakya’daki azınlığı da yüzelli binlerden bin beşyüzlere indirilmesi şeklinde görenler, öyle yorumlayanlar var. Başını aşırı sağın çektiği bu güçler, hükümetlerine baskı yapmaktadır. Bunlar bir derneğin adında bile ‘Türk’ kelimesinin bulunmasına karşı çıkarken, bunu ‘mütekabiliyet’ adına savunuyorlar. Türkiye’de, adında ‘Yunan’ kelimesinin bulunduğu herhangi bir derneğin bulunmadığını, tek örnek olan ‘Yunan Birliği’nin ise, yıllarca önce mahkeme kararıyla kapatılmış olduğunu vurguluyorlar.

Patrik Bartholomeos Sayın Şaban Dişli’nin iddialarını cevaplarken kendi düş kırıklıklarını da dile getirdi. Ankara’yla bir diyalogun içine girmek için harcadığı ve boşa giden çabalarını hatırlattı. Türk Devleti, ne yazık ki, bir ‘Türk Kurumu’yla konuşmağa, onun dertlerini dinlemeye yanaşmıyordu.

Ruhban okulu konusuna da açıklık getirdi sayın Bartholomeos: 1971 yılında özel üniversitelerle birlikte faaliyetine yasak getirilen okul zaten yüksek okul değildi. Verdiği diplomada, bizzat bakanlığın emriyle, herhangi bir şüpheye yer bırakmayan şu ibare eklenmişti: ‘İşbu diplomanın sahibi, liseden sonra bir yıllık ihtisas eğitimi yapmış olarak kabul edilir’. Bu demektir ki, Devlet, Ruhban Okulu’nu hiçbir zaman üniversite olarak kabul etmemiş, dolayısıyla da faaliyetini haksız nedenlere dayandırarak engellemiştir.

Gel gelelim ‘ekumeniklik’ sorununa. Sanıyorum -eğer suiniyet yoksa- ‘ekumenik’ vasfı ‘Milletbaşı’ vasfıyla karıştırılıyor. Patriğin ‘ekumenik’ vasfından gelen siyasi yetkileri yoktur. Ona bu yetkileri veren, Fatih Sultan Mehmet’in tanıdığı ‘Milletbaşı’ (Ethnarkh) sıfatıdır. Devletin verdiği bu sıfat, 1923’de, yine Devlet tarafından geri alınmıştır ve bunun tenkit edilecek, tartışılacak bir yönü muhakkak ki yoktur. ‘Ekumenik’ sıfatıysa, daha altıncı yüzyılda Ekumenik Konsey tarafından verilmiştir ve Ortodoks olsun olmasın tüm Hıristiyan alemi tarafından kabul edilmekte, saygı görmektedir. Bundan gocunabilecek, yeryüzündeki tek şahıs olan Papa bile, Fener Kilisesi Patriğine Ekumenik sıfatıyla hitap etmektedir. Lozan Anlaşması, muadil bir anlaşma tarafından verilmiş olmayan bu sıfatı iptal etmeye yetkili ve muktedir değildir. Buna Patriğin kendisinin bile hakkı yoktur. Vasıf şahsının değil makamınındır. Kaldı ki Lozan Anlaşması’nın metninde Patrikhanenin ismi bile geçmemektedir. Herhangi bir tutanakta da ‘bundan böyle ekumenik olmayacağı’ konusunda tek satır yoktur. Kaldı ki böylesine önemli bir konu başlı başına bir madde olarak gelir, öyle görüşülürdü.

Yazımızı Patriğimizin şu ifadesiyle noktalayalım: Bu ülkenin çocuklarıyız. Bizi, dini itikatlarımız ayrı diye, farklı bir şeymişiz gibi görmelerini istemiyoruz. Bu ülkeye aitiz, hükümetimizin yanındayız. Anlayış bekliyoruz ve bunu yakında bulacağımıza inanıyoruz.

Yorumlar kapatıldı.