İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Şaşırtıcı bir `gerekçe´

Kürşat Bümin

Bugünlerde “yargının bağımsızlığı”ndan yine sıkça söz eder olduk. Konuya ilişkin tartışma bu kez “Van olayları” dolayısıyla gündeme geldi.

Zaman’dan A.Turan Alkan dünkü (24 Ekim) yazısında (“Film gibi”), “hükümetin yargı üzerinde etkili olabileceğini, olduğunu ve fiilen Van’daki mahkemeyi doğrudan etkilediğini” öne süren yorumlara ilişkin ironik bir senaryo kaleme almış. Şöyle diyor:

“Hükümet, YÖK’e gıcıktır, YÖK’ü yıpratmak için rektörler içinden dişine uygun bir hedef seçiyor, o rektörün ‘atandığı’ ildeki bazı hukukçuları ‘ayarlıyor’; hukukçular da hükümetten birileri tarafından, herhalde şöyle tavlanmış olsalar gerektir: – Merak etmeyin arkadaşlar, sizi ileride YÖK üyesi, Yargıtay veya Anayasa Mahkemesi başkanı (…) üyeliklerine getiririz…”

Yazar haklı; böyle bir senaryoyıa aklı yatanlar gerçekten de “film gibi” bir şeyden söz ediyorlar…

Tamam, (belki hatırlıyorsunuz) Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü’nün polisler tarafından sürüklenircesine arabaya tıkılıp tutuklanmasını geçen günkü yazımda ben de eleştirdim. Ama mahkemeden çıkan bu kararı “hükümet-yargı” dayanışması çerçevesinde açıklamak aklımdan bile geçmedi. Niçin geçsin ki? Hükümetin işlerin iyiden iyiye karıştığı bu olaydan ne gibi bir menfaati olabilir ki? Hükümetin yargıyı etkileyerek “Kemalist rektörler”den kurtulmayı amaçladığını ileri sürmek nasıl temellendirilebilir ki?

(“İşler iyiden iyiye karıştı” derken, önümde duran iki gazetede yer alan açıklamaları seyrediyorum. Bunlardan birincisi, Rektör Aşkın’dan önce “Van’daki gerici kadrolar”ın üniversite lojmanlarının tasarımında bile etkili olup, lojmanlara “mahremiyet” gerekçesiyle “balkon” yaptırmadıklarının haberini veriyor; ikincisi ise, nereden bulmuşsa bulmuş, Rektör Aşkın’ın dedesi ve babaannesinin “muhtedi” olduğunu ispatlıyor. Yani özetle durum bu derece vahim.)

Dolayısıyla ben de, Başbakan’ın “Bu işe beni ve arkadaşlarımı bulaştırmasınlar. Ne ben ne de arkadaşlarım bu işe bulaştık” şeklindeki açıklamasının gerçeği yansıttığını düşünüyorum. Yanlış mı düşünüyorum? Niçin “bulaşsınlar” ki? Bir hükümet “dertsiz başını derde sokmak” için bundan daha beter ne tasarlayabilir ki?

Demek ki, ülkemizde “yargı bağımsızdır” ve bu bağımsız yargı, son dönemde örnekleri giderek çoğalan bir biçimde “tam bağımsız” bazı kararlarla akıllarda “hükümet-yargı” dayanaşması olduğu yönünde şüpheler uyandırmaktadır…

“Tam bağımsız kararlar” derken şunu kastediyorum: Sırasında, henüz gerçekleşmemiş “Ermeni Konferansı”nın “yürürülmesini durduran” ve bir üst mahkeme tarafından hemen iptal edilen kararda olduğu gibi “yasalardan da bağımsız kararlar”!

Bu çerçevede bazı kararların yine “tam bağımsız” sıfatını hakeden “gerekçeler”ini de unutmamak gerekir. Mesela, önümde (bir gazete haberi dolayısıyla) duran Hrant Dink davasına ilişkin kararın gerekçesi. İşte size (belki dikkatinizden kaçmıştır diyerek hatırlatıyorum) bu gerekçeli karardan bir bölüm:

“Düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü sınırsız değildir. Herşeyin bir sınırı vardır. Bu sınırlama bazen yasayla bazen ahlak kurallarıyla olur. Aşağılayıcı, incitici nitelikte ifede özgürlüğü söz konusu olamaz. Buna hiçbir hukuk düzeni izin vermez. Her ülkenin kendine göre değerleri vardır. Öyle ülke vardır, bayrağından şort yaparsın, hoşgörülür. Öyle ülke vardır, ineğine dokunursun infial yaratır. Öyle millet vardır ki, kan dedin mi ecdatlarının akıttığı oluk oluk şehit kanı gelir. Bu toprağın her karesi kanla sulanmıştır…”

Görüyorsunuz, çok şaşırtıcı değil mi? Bir “gerekçeli karar”da Hindistan denince bazılarının aklına gelen ilk şey olan “kutsal inekler”den söz edilmesinin gereğini anlayabiliyor musunuz? “Şort yapılan” bayrak hatırlatması da neyin nesi? Bir “gerekçeli karar”ın “ahlak kuralları”nı “yasalar”la birlikte hatırlatması da şaşırtıcı değil mi? Peki ya ifade özgürlüğünün “sınırsız” olmadığına ilişkin satırlar; “Herşeyin bir sınırı vardır” gibi ancak bir “sohbet”te hatırlatılması caiz olan ifadeler? Hem söyler misiniz, bu ülkede “kan dedin mi” akla hemen “ecdatlarının akıttığı oluk oluk kan”ın geldiğinin hatırlatılmasının yeri “gerekçeli karar” mıdır?

Önümdeki gazetenin “gerekçeli karar”dan yaptığı alıntının son cümlesi de bir tuhaf:

.”(Sanık) tabir yerindeyse ‘tavşan kaç, tazı tut’ demiştir.”

Söyler misiniz bu nasıl bir”dil”dir böyle?

Haksız mıyım? Bunun adı “tam bağımsız yargı kararı dili” değil midir?

Demek ki, AB yolunda ilk el atılması gereken alanların başında “yargı” gelmektedir. Hiç değilse “gerekçeli kararlar”da karşımıza çıkan bu dil ve üslubun “reform”a tâbi tutulması gerekmektedir. Niçin? Tabii ki herşeyden önce inandırıcı olabilmesi için.

Yorumlar kapatıldı.