İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Potburi

Murat Belge

Türkiye, dünyanın her gün yıkılıp yeniden kurulduğu, dolayısıyla günübirlik yaşarken insanı sürekli şaşırtan ve hiç sıkmayan ülke. Ama 20-30 yıllık vadelerde bakıp ‘Ne oldu? Ne değişti?’ dediğinizde, sürekli kendini tekrarlayan, belki de dünyanın en monoton ülkesi. Bu iki karşıt tempoyu bir arada yaşamayı -her nasılsa- başarıyor.

Bugünlerde gündemimizin başında Van ve Yücel Aşkın yer alıyor. Türk-Kürt diyaloğu için Van’da zemin aradığımız (Helsinki Yurttaşlar Derneği çerçevesinde) günlerde tanıştığım, sevdiğim ve değer verdiğim bir insan Yücel Aşkın. Başına gelenlerin bir an önce bitmesini ve bunlardan yara almamış olarak aramıza dönmesini içim titreyerek bekliyorum.

Kişisel planda bunu beklerken, bu olay çevresinde YÖK’ün ne yaptığını pek anlamadığımı söylemeliyim. Daha doğrusu, bu yapılan bir ilkeyle ilgili olsa anlayacak ve elbette hak verecektim, ama durumun böyle bir durum olduğu kanısını veya izlenimini edinemiyorum.

Pek çok kişinin söylediği gibi, akla havsalaya sığdırması zor bir biçimde tutuklanıp götürülen bir bilim adamıyla dayanışma ise konu, böyle bir amaçla yapılacak her şeyden yanayım. Bir benzerinin görülmemiş olması daha da iyi. Keşke hep böyle dayanışma ve suiistimale karşı direnme örnekleri yaratılsa.

Ama konu, şimdiye kadar hep olduğu gibi, ‘laiklik’ adına hükümetle sürtüşme yaratmaktan ibaretse, yapılanın fazla bir anlamı kalmıyor. Hükümetle sürtüşmek isteyen sürtüşür elbette, ona bir diyeceğim yok. Ama beni kişisel olarak bu değil, Yücel Aşkın’ın durumu ilgilendiriyor.

“Yücel Aşkın’ın yanında yer almak, Cumhuriyet’in yanında yer almaktır” gibi açıklamalar bu nedenle bir davanın (meşru), bir başkası (meşruluğu tartışılır) adına kullanıldığı duygusunu yaratıyor. Yapılan eylemin yargıya yönelik yanının uyandırdığı endişeler de konunun başka bir yanı. Ancak, ‘yargı böyle buyurdu’ diye elpençe divan durmayı salık verecek halim de yok, her şeyin çivisinin yerinden oynadığı bir toplumda.

YÖK, bu hamlesinin bir parçası olarak, Ömer Dinçer’i ‘intihal’ suçundan mahkûm ediyor. Buna hiçbir diyeceğim yok. ‘İntihal’ varsa -ki rapor verilmiş olduğuna dair- yapılması gereken de bu. İyi de, Alemdaroğlu ne oluyor, Doğramacı ne oluyor? Böylesine göz çıkararak, ‘Benim intihalcim iyidir’ diyen bir kurulun hangi davranışının nesnelliğine güvenebiliriz?

‘O rektör aslında Ermeni’dir’ diye konuşan milletvekili ise AKP’nin ileri gelenlerinin (onların da ancak bir kısmının) gerisinde duranlara baktığımızda nasıl bir manzarayla karşılaşacağımızı gösteriyor. Şüphesiz bunu büsbütün AKP’ye mal edemeyiz; Türkiye toplumunun hatırı sayılır bir kesimi hâlâ böyle olduğu için o milletvekili de öye. 20-30 ya da 50-100 yıllık vadelerde değişmeyen Türkiye bu. Değişmemesi için kahramanca direnenler var.

Hukukçu Rektör Süheyl Batum, Van olayında yargıya şüphe düştüğünü söyleyerek, ‘Rektörler Olayı’nı temize çıkarıyor. Bir konferansı akıl almaz ‘hukuk’ gerekçeleri sayarak iptal eden bir idare mahkemesi kararını ise onaylıyor aynı hukukçu rektör.

Bunlar böyle sıralandığı içindir ki her günümüz yeni olaylarla dolu, rengârenk geçiyor. Ama onyıllarımız, yavaş ve boğucu.

Yorumlar kapatıldı.