İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

`Yargıçlar ya kasıtlı ya da eğitimsizler´ sözü doğruysa?

Koray Düzgören

Gazeteci Hrant Dink’in mahkumiyet kararı, ifade özgürlüğü başta olmak üzere, birçok meselenin yeniden gündeme gelmesine vesile oldu.

Bu konuda birçok yazı yazıldı ve Hrant’a destek verildi. İyi bir bir dayanışma sergilendi.

Bu gibi durumlarda, “herkes yazıyor ben yazmasam da olur” yaklaşımını kabul etmek mümkün değil. Çünkü ifade özgürlüğü meselesi sadece Hrant’ın meselesi değil.

Mesele, karar hakkında yazmak ve sonra da işi Adalet Bakanı’nın yaptığı gibi Yargıtay’a havale etmekle de bitmiyor.

Daha kapsamlı bir mesele bu… Yargının bütününü ilgilendiriyor. Hepimizi ilgilendiriyor.

Hrant hakkında mahkemenin verdiği kararının dün yayınlanan gerekçesi bu durumu daha iyi anlatıyor. Çünkü gerekçeli karar, bir mahkemeden ziyade siyasi bir manifestoya benziyor. Bu açıdan Hrant’ın davasının üzerinde daha çok duracağız demektir.

Gerekçeli karardaki ifadelere baktığımızda Türkiye’deki asıl sorunun yargı olduğu çok açık bir şekilde anlaşılıyor.

Kararda, “Atatürk’ün, bu vatanın ecdat kanıyla kurtulduğunu bildiği için gençliğe her zor koşulda muhtaç olduğu kudretin bu kanda olduğunu söylediği” belirtilerek, “Oysa sanık, bu kanın zehirli olduğunu ifade etmiştir. Bu Türk atalarına, şehitlere, milleti meydana getiren değerlere saygısızlıktır ve tabii ki aşağılayıcı, inciticidir” deniliyor.

Sonra da şu gerekçeler sıralanıyor:

“Her ülkenin kendine göre değerleri vardır. Öyle ülke vardır ki bayrağından şort yaparsın, hoşgörülür. Öyle ülke vardır ki ineğine dokunursun, infial yaratır. Öyle millet vardır ki kan dedin mi akla bu toprakların her santiminde bulunan ecdat kanı gelir.”

Bir MHP ya da Ülkü Ocakları bildirisini andıran gerekçeli kararda hukuki dayanak bekliyorsanız yanılıyorsunuz. Ama hamaset devam ediyor:

“Ayrıca sanığın yazısında, ‘Ermeni kimliğinin pekiştirilmesi’ gayesine hizmet ettiği ve Ermeni gençlerinin Ermenistan’a seyahat etmelerini bu amaçla tavsiye ettiği vurgulanarak, bu şekilde özel kast unsurunun oluştuğu da belirtiliyor” deniliyor.

Kararda, “düşünce özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün sınırsız olmadığı” da belirtilerek, “Her şeyin bir sınırı vardır. Bu sınırlama bazen yasayla, bazen de ahlak kurallarıyla olur. Aşağılayıcı, incitici nitelikte ifade özgürlüğü söz konusu olmaz” deniliyor.

Sonunda, kararın daha inandırıcı olabilmesi için olsa gerek “Bu tür ifadelere hiçbir hukuk düzeni izin veremez” diye bir genelleme de yapılıyor.

Tabii, hangi hukuk düzeni buna müsaade eder, hangilerinde bu tür bir şey mevzubahis bile değildir, o ayrı bir konu.

Biz, böyle bir kararın alınmış olması mı, bu kararın gerekçesi mi daha vahim diye düşünürken, başka bir habere gözümüz takılıyor.

Haber, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW), Adalet Bakanı Çiçek’e bir mektup göndererek, “Bazı savcı ve hakimlerin ya ifade özgürlüğü hakkında yeterli eğitimi yok, ya da uluslararası hukuku kasıtlı olarak yok sayıyorlar” dediğini yazıyor.

“Bu davayı kastetmiş olamazlar, genel bir değerlendirme yapmış olmalılar” diye düşünenleriniz olabilir, ama hayır. Tam da bu dava ve benzerleri, yani düşünce özgürlüğü davaları nedeniyle gönderilmiş bir mektup bu… Mektupta, bütün savcı ve hakimlerin, insan hakları sözleşmelerinin iç hukukun bir parçası olduğunu anlamalarının ve görevlerini bu esasa göre ifa etmelerinin sağlanması isteniyor.

Mektubu yazan HRW Avrupa ve Orta Asya Bölümü Genel Müdürü Holly Cartner, yazar Orhan Pamuk’un davasına da değinerek, bunun münferit bir dava olmadığını belirtiyor ve başta Hrant Dink’in davası olmak üzere örnekleri sıralıyor: “Mazlum-Der Başkan Yardımcısı Şehmus Ülek, Yayıncı Ragıp Zarakolu, gazete editörü Ersen Korkmaz, gazeteci Rahmi Yıldırım, gazeteci Emin Karaca aynı suçtan dolayı, salt şiddetten yana olmayan düşüncelerini açıkladıkları için cezalandırılmış veya halen yargılanmaktadır.”

HRW yetkilisi devam ediyor: “Son zamanlarda açılan davalarda ise, bazı savcı ve hakimlerin ya ifade özgürlüğü hakkında yeterli eğitime sahip olmadıkları ya da uluslararası hukuku kasıtlı olarak yok saydıkları görülmektedir. Savcılar ve hakimler, hükümetin AB projesine katılmayabilirler, ama, bu hoşnutsuzluklarını vatandaşlara karşı yersiz davalar açarak açıklayamazlar.”

Bu sözler çok önemli bir durum saptaması yapıyor. Türkiye’de son zamanlarda yargı cenahında olup bitenler tam da bu laflarla ifade edilebilecek şeyler.

Adalet Bakanı Çiçek’e 301. madde ve hakareti cezai suç olarak düzenleyen benzer maddelerin kaldırılması için çağrıda da bulunan Cartner, “Bütün savcı ve hakimlerin, insan hakları sözleşmelerini kapsayan uluslararası hukukun yabancı bir hukuk değil, Türk iç hukukunun bir parçası olduğunu anlamalarını ve görevlerini bu esasa göre ifa etmelerini sağlamanızı tavsiye etmekteyiz” diyor.

Adalet Bakanı ve hükümet bu çağrının aynı zamanda AB’nin de üzerinde önemle durduğu yargı reformunu işaret ettiğini mutlaka anlamış olmalılar. Hatta onların çeşitli açıklamalarına bakarak, yargıçların bir bölümün kasıtlı, bir bölünün de eğitimsiz olduğunu kabul ettiklerini de biliyoruz.

Öyleyse beklemek niye?

Yorumlar kapatıldı.