İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Hazmetme kapasitesi

Etyen Mahçupyan

Avrupa Birliğine üye olma sürecine ilişkin çerçeve metinde AB’nin Türkiye’yi ‘hazmetme kapasitesine’ atıfta bulunması, bazı çevrelerde alınganlık yaratmış gözüküyor. Diğer ülkelere yönelik bakışın Türkiye için geçerli olmadığı, uygulanacak koşulların da bu nedenle farklı olabileceği; sonuçta Türkiye’nin kendine düşeni yapsa bile üye olmayabileceği vurgulanıyor. Bu tespit tabii ki doğru çıkabilir… Türkiye gerçekten de hiçbir yönüyle diğer katılımcı ülkelere benzemiyor. Bunun nedeni sadece fakirlik, nüfus veya dinsel farklılık değil. Avrupa ve Türkiye bütün bir modernlik tarihi boyunca birbirlerini ‘öteki’ olarak algılamış kültürler. Dahası bu durum bir tanımlama veya yanılsamadan değil, gerçek zihniyetsel farklardan beslenmekte. Relativizm bir zihniyet olarak Avrupa’da Orta Çağların hemen sonrasında ortaya çıkıp modern dünyanın kodlarını oluştururken; bizde bugün bile gerçek anlamıyla içselleşmiş değil. Bizler tepeden ve yüzeysel yöntemlerle otoriter bir modernleşmeyi hayata geçirirken, Batı gibi olmayı hedef aldık; ama Batı ile birlikte aynı anlam dünyasını paylaşmayı hala hazmedemedik. Dolayısıyla bu ‘hazmetme’ meselesi iki yönlü bir olay ve her iki tarafın da muhtemelen yeni bir nesile ihtiyacı var.

Öte yandan söz konusu hazım sürecinin işlememesi halinde Türkiye’nin AB üyeliğinden zaten hayır çıkmayacağı açık. Adaptasyon anlamına gelen ‘müzakere’nin sürekli bir çatışmayı ima etmesi halinde, Türkiye’nin de Avrupa’nın da kendi ruh sağlıkları açısından bu bütünleşmeyi bir sonraki yüzyıla bırakmaları belki daha doğru olur. Bu arada müzakerlerin gerilim siyaseti için bir araç olduğunu hesaplayan ‘ulusalcı’ duyarlılık sahiplerini de anlamak gerekiyor. Onlar açıkça görüldüğü üzere ‘hazmetme kapasitesi’ açısından büyük bir travma yaşamaktalar. Batının bizi böleceği vb saçmalıklara takılıp onları aşağılamamak lazım… Çünkü gerçekte bu ‘ulusalcılar’ Türkiye toplumunu hazmedemiyorlar… Bu toprağı paylaşan insanların kendilerine kritik gözle bakmaya hazır bir özgüven geliştirmesi, onların ulus hayallerine ters. Türkiye toplumunun kendi iç dinamiğinden hareketle belki ilk kez bütün unsurlarını kuşatacak biçimde bir ‘millet’ olmaya yöneldiği şu günler, şabloncu milliyetçiliğin de çaresizliğine işaret etmekte.

Bu değişim dinamiğinin kaçınılmaz olarak bizi olumlu bir yerlere sürükleyeceğini söylemek de tabii ki mümkün değil. Tarih ucu açık bir süreç… Varılacak nokta sadece bizim basiretimize değil, çevremizin nasıl değişeceğine de bağlı. Bu nedenle AB müzakere süreci de kaçınılmaz olarak ucu açık olacak. Nihai üyelik hukuksal bağlam içine girildiğini gösteren bir durum tescili iken, asıl değişim sürecin içinden geçilirken yaşanacak. Eklemek gerek ki bu çok radikal bir değişim olacak ve Türkiye geri dönüşü olanaksız bir biçimde sahip olduğu bin yıllık zihniyet kalıbını kırma durumunda kalacak. Bunun bir miktar tedirginlik ve ürküntü yaratması doğal… Söz konusu ürküntünün ‘milliyetçilik’ etiketi altında dışa vurulması da… Ancak bunun asgari bir akıl ve ahlak zemininde yapılmasında yarar var. Örneğin Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı olan insanların şimdi “görüşmeler açık uçlu, Türkiye hiçbir zaman üye olmayabilir” diye eleştirmeleri ne denli inandırıcı? Bugün bazı siyasetçilerin de diline hakim olan düzeysizlik ve basiretsizlik, hazmetme kapasitesinin öyle kolaylıkla geliştirilemeyeceğini ima ediyor. Ama Türkiye’nin siyaset zihniyetinin de ucu açık… O da değişecek ve değiştikçe Avrupalılığı hazmederken, bugüne kadar ufkumuzu belirlemiş eski zihniyetin kalıntılarını hazmedemediği ortaya çıkacak… Bu siyasilerle ve ‘ulusalcılarla’ son demleri yaşıyoruz, tadını çıkarın…

Yorumlar kapatıldı.