İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Özgürlüğe yol açılmalı

Altan Öymen

Ülkemizde düşünce özgürlüğüne tahammül edemeyenler hâlâ var. ‘Hâlâ’ diyorum.

Çünkü bu özgürlükle (eski deyimle ‘fikir hürriyeti’yle) tanıştığımızdan beri hayli zaman geçti.

İki Meşrutiyet dönemiyle Cumhuriyet’in kuruluş dönemini bir yana bırakalım. 1946 yılından beri iddiamız ‘demokratik’ bir ülke olduğumuzdur. Gerçi, o arada, askeri müdahaleler yaşadık. Ama onların da her birinin açıkladığı hedef, ‘demokrasinin bozulan koşulları’nı düzeltip yeniden demokrasiye geçmekti. Her müdahalenin sonunda da, o hedefe yeniden varmaya çalışıldı.

Demokrasi, tabii, ‘seçim’den ibaret bir rejim değil. O rejimde, düşünce özgürlüğü dahil, tüm insan hak ve özgürlüklerinin de sağlanması gerekiyor. Bu gereğin de yerine getirilmesine çalışıldı.

Ama, ülkemizde ‘demokrasi’nin varolduğunu söylediğimiz yıllarda da, bunu anlamayanlarımız çoktu. Demokratik rejimi “Bu iş bir çoğunluk işidir. Kim çoğunluktaysa, onun istediği olur. İstemediği olmaz” diye bellemişlerdi. Ona göre davranmaya alışmışlardı.

Yani: Meclis’e seçimle gelen çoğunluk, dilediği kanunu çıkarır… Tüm hak ve özgürlüklerle birlikte düşünce özgürlüklerini de dilediği gibi sınırlar… O sınıra uymayanları yakalar, yargılar, hapse atar… Buna da kimse ses çıkaramaz… Çünkü karar çoğunluk kararıdır… Hangi görüş ülkeye faydalıdır, hangisi zararlıdır, ona karar verme yetkisi çoğunluktadır…

Böyle bir çağdışı anlayışı savunanlara, demokrasinin vazgeçilmez kurallarını benimsetebilmek kolay olmadı. Bunun için ulusal alanda gösterilen çabalar yetmedi. O kuralların önemini ancak, Avrupa Birliği süreci içinde fark etmeye başladılar. ‘Kopenhag Kriterleri’ adı altında önlerine getirildikleri zaman…

Neden sonradır ki, Meclis’teki ‘çoğunluğun çoğunluğu’nun da buna aklı yatar oldu. Anayasamız ve bir kısım yasalarımız değiştirildi. Evrensel demokrasi esaslarına yaklaştırıldı. Avrupa Birliği ülkelerinin politikalarına “Bizim mevzuatımızın sizinkinden ne farkı var” diyebilir olduk.

Fakat işte hâlâ var, o yeni Anayasal ve yasal kurallarımızı hâlâ kabul edemeyenlerimiz…

O kuralların işlemesini, içlerine sindiremeyenlerimiz… Her yerde var… Meclis’te de var oldukları, bazı yasalarımızın Meclis’ten

geçişi sırasında içlerine sıkıştırılabilen bazı madde metinlerinden anlaşılıyor.

* * *

Bunlardan biri, yeni Türk Ceza Kanunu çıkarılırken, onun içine her türlü yoruma müsait olan bir 301’inci maddenin yerleştirilmiş olmasıdır. Daha doğrusu, eski Türk Ceza Kanunu’nda var olan 159’uncu maddenin, yeni kanuna da aynı sakıncaları içerecek şekilde aktarılmış olmasıdır.

Eski kanunun 159’uncu maddesi, ülkemizde, demokrasi öncesi dönemden başlayıp yakın bir zamana kadar gazetecilerin, yazarların, düşünürlerin başının üstünde ‘Damokles’in kılıcı’ gibi sallanır dururdu. Falih Rıfkı Atay’dan, Hüseyin Cahit Yalçın’a, Metin Toker’den, Çetin Altan’a kadar, pek çok yazarımız o maddenin tehdidi altında kalmışlardır. Bazen de o maddenin uygulanmasıyla cezaevlerine kapatılmışlardır.

Yeni kanundaki 301’inci madde, eski kanundaki 159’uncu maddenin ana unsurlarının yeniden işlenmesiyle oluşmuştur:

“1- Türklüğü, Cumhuriyet’i, Büyük Millet Meclisi’ni, alenen (açıkça) aşağılayan kişi altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

2- Türkiye Cumhuriyeti hükümetini, devletin yargı organlarını, askeri veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

3- Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.”

Eski kanunda birinci ve ikinci fıkralardaki ‘suç’lar için aynı ceza (altı aydan üç yıla kadar hapis cezası) öngörülmüştü. Şimdi bunlar ikiye ayrılmış, ikinci fıkradakilerin cezasının üst sınırı iki yıla indirilmiştir.

Bir de, ‘fiil’in doğrudan doğruya değil de ima yoluyla işlenmesi halinde de ‘suç’ sayılacağını belirten fıkra kaldırılmıştır. Ama ‘suç’ların ana unsurları aynı kalmıştır.

* * *

Buradaki asıl tehlike -eski kanundaki ‘tahkir ve tezyif’ kelimelerinin karşılığı olarak konulmuş olan- ‘aşağılama’ kelimesinin her türlü yoruma müsait olmasıdır. Savcıların ve yargıçların bakış açılarına göre bu kelimenin kapsamına her şeyi sokmak mümkündür. Gerçi maddede -159’da da var olan ‘eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç sayılmaz’ diye bir fıkra vardır. Fakat amacın eleştiri olup olmadığını saptamak da gene bir yorum işidir.

Bu konularda yeteri kadar içtihat da oluşmadığı için, savcıların ve mahkemelerin kararları birbirinden çok farklı olabilmektedir.

Hrant Dink hakkındaki karara bakalım: Radikal’de Dink’in suç konusu olduğu iddia edilen yazılar da yayımlandı, o yazılarda ‘suç yoktur’ diyen bilirkişinin raporu da…

Benim anlayabildiğim kadarıyla Dink, bunları Ermeni diasporasını eleştirmek amacıyla yazmıştı. Nitekim bunu dün Derya Sazak’la yaptığı söyleşide bir kere daha açıklıyor… Ama, mahkemenin -bilirkişi raporunu kabul etmeyen kararıyla 6 ay hapse mahkûm oldu.

Niçin?.. Çünkü mahkeme, 301’inci maddenin metnindeki ‘aşağılama’ kelimesini yorumlama yetkisini kullanıyor. Vardığı sonuç öyle… Bunu eleştiremiyorsunuz.

Buna karşı, hatırlayalım, Aziz Nesin’in söylediği bir söz vardı: “Türklerin yüzde 60’ı aptaldır” demişti. Bunun ‘Türklüğü aşağılama’ olduğunu iddia edenler olmuştu. Ama hiçbir savcı onun hakkında bu yüzden soruşturma açmamıştı. Bence de isabet etmişlerdi. Ama 301’inci maddedeki ifade onu da öyle yorumlamaya müsaitti. Demek ki, bu maddenin yorumlanması ve uygulanması, savcılara ve yargıçlara göre değişebiliyor.

Şimdi bir de Orhan Pamuk hakkındaki dava var… Onun sonucu ne olacak, göreceğiz? Yurtdışında bir dergiye söylediği cümleleri beğenin, beğenmeyin, bunlar ‘Türklüğü aşağılamak’ diye yorumlanabilir mi? Geçen akşam CNN’de Tayfun Ertem’in programında kendisi de açıkladı, “Ben Türküm, Türklüğe hakaret edebilir miyim?..” diyor…Ama, tabii, bu, davaya bakacak hâkimin yorumuna bağlı. 301’inci madde ona o yetkiyi veriyor.

Bunlar, ve bu 301’inci maddenin her yoruma müsait olmasının sonucu olan başka soruşturmalar, ülkemizin demokratikleşme adımlarının inandırıcılığını sarsmaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, o 301’inci maddeyi yeniden ele almalı ve bu gidişi önleyecek şekilde değiştirmelidir.

Maddeyi ele alacak komisyonun çalışmaları bu defa, daha büyük bir dikkatle yürütülmelidir. Demokratik ilkeler üzerinde daha duyarlı olan milletvekilleri, daha aktif olmalıdır. Demokrasiyi henüz tamamen özümseyememiş arkadaşlarını ikna edebilmelidirler. Madde, düşünce özgürlüğünü evrensel standartlara uygun güvenceler altına alabilecek şekilde düzenlenmelidir.

Yorumlar kapatıldı.