İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Bir Soykırım Masalcısı

M.Necati SEPETÇİOĞLU

3 Ekim 2005, benim için bir kara gündür; alkışçılarını da, var edicilerini de bağışlamam imkânsızdır. Onuru çok şüpheli bir anlaşmayı alkışlayanları görmek bile o günün karalığının ölçüsünü taşırmaya yetiyor. İki haftadır Ermeni meselesi konusunda yaptırtılan çirkin gelişmelerden söz ettiğime göre bunları da yazmak zorundayım.

3 Ekim öncesinin en şamatalı oyunlarından biri, herhalde unutmamışsınızdır, yazık ki bir Türk üniversitesinde gerçekleştirilen o meşhuuur “tek yanlılar paneli” idi. Kapı aynasından kaplama tahtası ve pano anlamlarına; kadın elbisesine eklenen kumaş parçalarından pencere camına kadar anlamları da bulunan “panel” ciddî devletlerin milletleşebilmiş şuurlarında “bir konunun tartışılması için yapılan toplantı”lara denilmekte..imiş. Tartışmanın karşı düşüncelerin söylenmesiyle oluşacağını bilmeyenler ise böyle “panel”leri bizdeki gibi oyunlaştırıyor; tek yanlıları çağırıyor, gazel dinletircesine tek sesliliğin “zortlatma”sını dinletiyor, çıkan sesleri piyasaya sürüyor. Maksad ortalığı karıştırmak, sonucu berraklaştırmak değil zâten.

Bizde de böyle oldu. İstanbul”un fethiyle birlikte gelişmiş geliştirilmiş bir Türk”e ve Türklük”e karşı olmak, yılmadan ve bıkmadan kötüleyip karalamak “gen”inin apaçık hortlatıldığını gördük. Öyle ki, aklı başında ve şuurlu bir devlet adamı olarak görünen Adalet Bakanı bile çileden çıktı. Onun ünlü deyimiyle “Türkiye”yi sırtından bıçaklamak”tan başka bir niyet taşımayan o panelin Türk Milleti”ni tümüyle birden iğrendirdiğine eminim. İğrenmeyenlerin ise bu millete sırtı dönük yaşamakta olduğu zâten Tanzimât Fermânı”ndan beri bilinmektedir.

Hangi “hür düşünce dâiresine” girdiğini kimsenin bilmediği fakat kimin kimlerin çıkarına yapıldığının gizlisi saklısı olmayan o panel nedense Meclis Başkanı”nın da ilgisini çekiverdi; taaa Amerikalardan kendi bakan arkadaşını sırtından vururcasına panele destek çıktı. Adalet Bakanı”nın yanlışda olduğunu söyledi, düşünce hürlüğünden falan dem vurdu.

Söyledikleri TBMM Başkanı”na yaraşır sözler olmasa da Türkiye”de çöreklenmiş Medya Vampirleri ile Firengîden aydınlar için geçer akçeydi elbette. Geçmiş gitmiş olmasına rağmen, 3 Ekim öncesindeki bu şamataları hatırlamakta yarar var; çünki millet olarak hâfızâsını önemsemez derbederlikler içindeyiz. Ayrıca bağışlaması bol bir milletiz de. Her iki huyumuzun ceremesini en azından 500 yıldır çekiyor, acılarını yaşıyor, yine de uslanmıyoruz. Unutmak bâzan intiharın eşiği olabiliyor yazık ki!

O panelin hazırlayıcılarından, değilse başrol oyuncularından birini anlatmak istiyorum, böylece “nasıl bir hür düşünce ve nasıl bir fikir özgürlüğü gereğince” yapılmış olan o panelin, yapımcı yönetici ağırlığındaki “karakter”i de anlatabilirim sanısındayım.

Birçokları gibi bir Prof., önce Prof. Tarihçi olduğu söyleniyor. Bir vakfın ya başında ya yöneticisi. Anladığım kadarıyla bir yayınevinin ortağı imiş. Kitabını yayınladıkları bir yazar, “ermeni soykırımı diye bir yok etme hareketinin olmadığını” yazıp söyleyince yayınevinden dışlatıvermiş, artık kitaplarını basmıyor bastırtmıyor..diyorlar; başka yayınevlerini de etkileyecek güçte olmalı ki kişiliğiyle eski yazarına dünyayı dar ediyor..imiş.

Ne var ki benimle ilgili bir konuda kendini ele verdi; bunda yanılamam, çünki yazdıkları ortada. Yakın vakitlerde Ermenistan”a da gittiği ve oradaki ermeni ölülerine saygı duruşunda bulunduğunu gazetelerde okumuştuk. Belki ermeniler de davranışlarını beğenmemiş olmalı ki başından aşağı şarap dökmüşlerdi, buna rağmen ermeni sevgisi eksilmemiş, belki artmıştı; ünlü panelin sürükleyici gücünü oluşturması bundan olabilir.

Benim en eski okuyucularım bilir, yenileri de öğrenmiştir herhalde. Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin yurdda yerleşme azim ve irâdelerini anlattığım; Fetih ve Çanakkale üçlemeleriyle o azim ve irâdeyi sürdürdüğüm; Ahmed Yesevî”de bütünleştirdiğim romanlarımın ilkine 1971”de başladım; elli yılda kırk eserim yayınlandı, İrfan Yayınevi”nin yayınları arasında hâlâ yayınlanmaktalar. Çoğu 40-50 baskı yaptı, birçoğu yirminci baskısında. Yazışımın sebebi şu: benim gibi herkesin bildiği bir gerçek vardır; bir eser yayınlandığı yıl eleştirilir, beğenilir ya da beğenilmez; daha sonra ancak eserin yazarı hakkında konuşulur yazılır; çünki artık eser de yazarı da halkın sahiplendiği veyâ reddettiği bir varlık durumuna gelmiştir. Eğer eser hakkında 40 yıl sonra bir “eleştiri” yazılıyor ise yazan kişi maksadlı, niyeti kasıtlı kişi damgasını yer..

Söz konusu ettiğim ermenici Prof. da durdu durdu 40 yıl sonra benim kırkıncı ellinci baskılardaki kitaplarımı kötüleyici yazıverdi. Hem de bir Türk bankasının, yâni senin benim param ile para kazanan bir Türk bankasının parasıyla yayınlanan bir dergide iki ay üst üste, ve altmış sahifelik bir yazıda eserlerimin “hiçliği”ni anlatıp durdu. Niçin? Hele hele kırk yıl sonra ne için? Korkudan mı? Yoksa hedef göstermek niyetiyle mi?

Ortada bir kasıt var elbette, niyetinde belki de birçok maksad var. Bir tarih Prof. unun kasıtlı ve maksadlı yazmasından daha hazin ve utanç verici ne olabilir? Onun inançlarına ve doğrularına nasıl inanabilirsiniz? Hele Türklük”ü sorgular, ermeniyi aklama gayretlerine me”mur biri havasında “panel”ler fuarının bir elemanı gibi koşuşturur ise kim, nasıl, niçin inanır? Veyâ inansın? Benim kaygım bu da değil. Merak ettiğim TBMM Başkanı”nın öyle bir panele nasıl ve hangi “îmân” ile “bir hür düşünce hareketi” diyebildiğidir..? Yoksa İslâm”da hür düşünce anlayışı kasıtlı bir yorum ile şerr”in emrine mi sunulacak artık?

Yorumlar kapatıldı.