İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

3 Ekim kararının olumlu yanları çok

3 Ekim’de verilen müzakerelere başlama kararıyla, bu büyük ülkeye olabilecek en iyi gelecek perspektifi sunuldu

JEAN-ANTOINE GIANSILY

Aralık 2004’te Türkiye ile Avrupa Birliği üyelik müzakerelerini başlatma kararı nihayet hayata geçirildi. Zeki, faydalı ve sağduyulu bir karardı. Bu büyük ülkeye olabilecek en iyi gelecek perspektifi sunulmuş oldu.

Dört yılı bizzat Türkiye’de geçmiş olmak üzere Türklerle 10 yıldan fazladır süren ilişkilerim nedeniyle, tarihte bu kararı Avrupa Birliği’nin inşasının en önemli olaylarından biri olarak göreceğini, bir 1956 Messine kararı veya 1986’da Avrupa Tek Senedi’nin Fransız meclisince onaylanmasına denk tutacağını söyleyebilirim.

Alınan karar öncelikle günümüz Türkiyesi üzerine zekice bir düşüncenin ürünü. 82 yıllık laikliği ve din ve dünya işlerini birbirinden ayırma ilkesini titizlikle uygulamasıyla Türkiye, cemaatçiliğe karşı savaşta bir model teşkil ediyor. Lozan anlaşmasını harfi harfine uygulayan ve ülkesindeki Yahudi, Ortodoks ve Ermeni azınlıklara saygı gösteren Türk devleti İslamı, topraklarında her türlü İslamcı oluşumu önlemeye yetecek seviyede hukuki sınırlar içinde tutuyor. Cumhuriyet’in temel ilkelerini sorgulayacak dini faaliyetleri reddediyor. Üç yıl önce demokratik yollarla seçilmiş siyasi gücün anayasa ve kanunlar üzerinde tek yaptığı değişiklik, Avrupa Birliği’nin Türk yargısını Avrupa’ya uydurmak için talep ettiği değişikliklerdi. İslamcı bir aldatmaya örnek verebileceğimiz tek bir değişiklik bile yok.

Müzakereleri başlatma kararı aynı zamanda faydalı da: Avrupa ve Türk ekonomilerine imtiyazlı ortaklığı güçlendirecek perspektifler sunuyor. Bu imtiyazlı ortaklık, Aralık 1995’te Avrupa Parlamentosu’nun onaylamış olduğu gümrük birliği nedeniyle halihazırda zaten var. 2001 sonrasında, Avrupa ve Türk ekonomisinin gitgide güçlenmesini bizzat ayrıcalıklı bir konumdan gözlemleyip, çoğu zaman Fransızların bundan daha fazlasını ve daha iyisini yapabileceklerini düşündüm.

Müzakereler büyük ölçüde ortak tarım politikasının hayata geçirilme takvimi üzerine dönecek, zira bu konu gümrük birliğine dahil edilmemişti. Bu da üreticilerimize 71 milyon tüketiciden oluşan son derece rahat bir pazarın kapılarını açacak. Hizmetler için de aynı durum söz konusu. Henüz Türkiye’ye adım atmamış büyük Fransız markaları, açık diyaloğun başlatılmasıyla bu ülkenin potansiyelinin farkına varacak.

Ve bu son olarak sağduyulu bir karardı: Türklerin gideceği yol uzun ve engebeli olacak, zira ülkelerimizin ekonomik yapıları hâlâ birbirinden çok farklı. Ama sağduyu, üyeliğin getireceği sorunları belirlemek için Avrupalı ve Türk uzmanların bir masanın etrafında toplanıp konuşmasını gerektiriyordu. Avrupa 1952’den beri bu şekilde işliyor. Türklerin üyeliği neden bu kurala tabi olmasın? Zamanı gelince, 10-15 yıl içinde, o zamanın siyasi sorumluları gereken kararları alacaktır. Ülkelerimizin gençlerine güven duyalım biraz.

500 yıldır dostumuz olan bu ülkeyle sürdürülecek yapıcı müzakere sürecinde Fransa büyük bir rol oynayabilir. Ne var ki Fransa kendi içine dönmüş olduğu bir dönemden geçiyor. Gözlerinden hiçbir şey kaçmayan Türkler, bir Berlin, Londra veya Brüksel yolunun Paris’inkinden çok daha bereketli olduğunu da hızla anlayacaktır. (Avrupa Parlamentosu’nda eski Fransız milletvekili, 2001-2005 arasında İstanbul’da Fransız Ekonomik Misyonu yöneticisi, 14 Ekim 2005)

Yorumlar kapatıldı.